“Dünyanın sonuna doğmuşum ya da ölmüşüm de haberim yok” diyor Manga şarkısında. Bir manga asker olmaya gerek yok ki, bir Manga grubu söyler bunu.
Çocukların hayatı üzerinden hakimiyet pazarlıkları yapılıyor. Kutsal olan, salt defalarca yıkılıp yakılmış taş binalara indirgenirken onların temiz dünyaları, farklı kimlikler sahibi olmaları üzerinden grileşerek kapkara bir hal alıyor.
Temel hak ve özgürlükler yerle bir ediliyor. En temel hakkın dil, din, ırk, cinsiyet vs. ayırt etmeksizin yaşam hakkı olduğu unutuluyor. Kiminki müdafaa, kiminki meşru, herkesin kutsalı birbirine karışmış durumda.
Tüm inanışlardan ayrı bir yerde durması gereken en kutsal olan yaşam hakkı, uluslararası rekabetin çığırından çıkması nedeniyle son kale olan kutsal mekanlar hedef alınarak meşruiyet yaratılmaya çalışıyor.
Haçlı Seferlerinden bugüne asırlar geçmiş, halen hangi çağın savaş edebiyatı sürüp gidiyor?
“Çocuklar büyüklerin sözünü dinlemekte hiçbir zaman başarılı olmadılar, öte yandan, büyükleri taklit etmekte hiç başarısız olmadılar.” demiştir James Baldwin, roman yazarı ve sosyal eleştirmen.
Bir yerde çocuklar ön saflara sürülüyorsa orada yeni bir oyun kuruluyor demektir. Bugün İsrail diplomatı, kendi çocuklarının yaşam haklarını savunmaya çalışırken Filistinli çocukların ölümünün üstünü örtmek için mantığa bürüme yolunu seçiyor.
Sahi ne zaman çocuklar arasında da yaşam hakkına dair bir kast sistemi oluştu? Modern devletlerin bilinçsiz ebeveynlerin kendi çocuğuna vuran çocuğu dövmeye kalkması gibi bir savunma hakkı(!) var mıdır?
Öte yandan kendi topraklarını parsel parsel satarken geleceği öngörmeyen bir halkın, çocukları öne sürerek kutsal üzerinden öz savunmaya geçmeye kalkması normal midir?
Çin Seddi bize karşı inşa edildi diye övünür dururuz. Sahi Doğu Türkistan’da tecavüze uğrayan hemcinslerim kadın, çocukları da evlat değil midir?
Kudüs’e herkes bir anlam yükleyebilir. Herkesin kendi sempati duyduğu kesimden çocuğun yaşam hakkını daha üstün görmesi muhtemeldir.
Peki bu normal midir? Göz göre göre vatanını emperyalist bir zihniyete teslim ederken ülkesini şiddeti savunan örgütlerinin gölgesinde bırakmak ve öz savunma için çocukları kullanmak, kutsal mekanları karargaha dönüştürmek bir erdem midir?
Dünyanın her yerinde çocuklar ölüyor. Afrika’da açlık ve susuzluktan, insan kaçakçılığı sonucu ölüyor, çocuk yaşta evlendirilerek yaşarken öldürülüyor. Neden bazı çocukların ölümü daha üzücüyken bazıları karşısında sus pus olunuyor? Hani haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı? Hangi birine konuşma şansımız oluyor?
Kim kime göre ve neye göre şeytan? Nabza göre şerbet gibi nabza göre şeytanlaştırma olmaz. Her nerede çocuklar öne sürülüyorsa orada tüm devletlerin Çocuk Hakları Sözleşmesini gözden geçirmesi gerekmektedir.
Çocuklar kimliksiz doğar. Onlara doğdukları coğrafya üzerinden etnik köken, kültür, dini kimlik ve toplumsal cinsiyet normları dayatması yaparız. Ne doğduğu yerin haritadaki yerini değiştirebilir bir çocuk, ne de kültürünü inkar edebilir.
Sözgelimi ben evlatlık verilmiş bir anne ve babadan doğan ancak annesi ve babasının soyunu merak edip araştıran Fettahoğlu ve Honamlı yörüklerinden geldiklerini, Selçuklular ve Kayı boyundan olma ihtimallerini öğrenmiş bir bireyim. Doğar doğmaz dinime de İslam yazılmış.
Aslımı inkar edebilir miyim? Hayır. Peki savaşçı bir milletten gelmişiz tarihi argümanıyla bağımsız devletlerin ülkesine savaş açma hakkına sahip miyim? Hayır.
Siyah biri olarak de doğsaydım, Kızılderili de olsaydım kendi güvenliğim dışında savaş açma hakkım olmazdı. Aksi takdirde yamyamdan farkım kalmazdı. Irak’a tezkere çıkacağında karşı durduğum gibi şimdi de karşı duruyorum.
Kendi düşen ağlamaz. Biz atalarımızdan bu toprakları kanla yıkamalarıyla miras alabildik. O zamanki talana karşı koymak için çocukları öne sürmedik.
Gelelim bizim düşüşümüze. Sahi biz nasıl bu kadar sazan olduk? İsrail ile işbirliği içinde olduğumuz projeleri, yabancı ortaklıklarımızı unutup da hurraaa saldırmakla daha mümin ya da daha insan mı olduğumuzu sanar olduk? Bugün sosyal medyada mafyalar fenomen oluyor, dolandırıcılara aferin deniyor, vurgunculara hayran olunuyor. Şaşılası…
Merhamet sadece şekil değil boyut da değiştirmiş. Sokağa çıktığında Suriyeliler gitsin diyenler, pandemide can çekişen ekonomide Filistin’e dökülelim diyor. Sizin hiç aklınız alıyor mu?
İsrail’i boykot için binlerce insan sokağa dökülüyor, İstanbul Sözleşmesi için bir araya gelen üç kadına polis ceza yazıyor. Filistin’de ölenler çocuk da, evlat da, kendi ülkende çocuğunun gözü önünde şiddete, tecavüze maruz kalan, böyle olduğunu milyonlarca insan duyan ana kadın değil, çocuklar da üvey evlat mı?
Oldum olası Pasteur’un bakış açısını sevmişimdir. Bakınız ne demiş: “Bir çocuğa ne zaman yaklaşsam içimde iki duygu birden uyanır – şu an olduğu kişiye karşı hassasiyet, ve olabileceği kişiye karşı saygı.” Fen bilimcidir ancak bir sosyal bilimci gibi de hassas bir analiz yapmıştır.
Siz burada çocuklara rol model olan yetişkinleri hiç mi görmüyorsunuz? Malum coğrafyada hangi ülkenin çocuklarına böyle bir bakış açısı sergileyen komşu devlet var?
“Güvenlik ve emniyet kendiliğinden olan şeyler değildir, ortak fikir birliği ve kamusal yatırımın sonuçlarıdır. Toplumumuzun en kırılgan bireyleri olan çocuklarımıza şiddet ve korkudan arındırılmış bir hayat borçluyuz.” demiştir Nelson Mandela.
“Dünyadaki dürüst ve gerçek sözlerin neredeyse tamamı çocuklar tarafından söylenmektedir.” demiştir Oliver Wendell Holmes. Bırakalım coğrafyasında kimin nasıl yaşayacağına referandumla bölgenin çocukları karar versin. Hiçbir rant uğruna onların dünyasında kimsenin tahakküm kurmaya hakkı yok.
İnsanları benzersiz kılan şeylerden biri, nasıl davranacağını belirleme özgürlüğüdür. Eylemimiz dünyayı daha iyi bir yer yapacak mı? Bunu herkes yapsaydı nasıl olurdu? Sözgelimi toplama kamplarında esir edilen, ölen çocuklar da çocuktu. Yahudilere yaşatılan bu haksızlığa uğramışlık duygusu tarihin akışında tüm dünyaya pahalıya mal oldu.
Fransız ahlakbilimci Joseph Joubert’in dediği gibi, ”Çocukların eleştirmenden çok doğru rol modellerine ihtiyacı vardır.”
Gıybet, ihanet, şiddet ve kötü içerikli dizilerin çocukların ayakta olduğu prime time kuşağında yayınlandığı bir ülkede, savaş oyunlarıyla büyüttüğümüz çocuklarımızın da barış ve huzuru hak ettiğini düşünüyorsak atalarımızın sözünü unutmayalım:
”İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.”
Sahi güzel ülkem, bence biraz da kendi çocuğuna ne yaşattığını masaya yatır.