DEM Parti ile ilgili tespit ve eleştiriler yapılırken Devlet ve PKK’nin hâlâ devam eden şiddeti sanki yokmuş gibi bir yol izleniyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin söylemleri başlı başına korkutucu olurken DEM Partinin huzur içinde politika yapmasını önlüyor. Kayyım, dokunulmazlıkların kaldırılması, gözaltı, tutuklama ve ağır cezalarla üzerinde kılıç eksik olmuyor. Görünüre bakılırsa “ne var bunda bağımsız mahkemelerin kararı” denilse de bu kararı verenlerin yürütme ile ilişkisi onların yargısal faaliyetinin şiddetten başka bir şey olmadığını gösteriyor. Yine devletin Hizbullah’ın siyasileşmiş hali Hüda-Par’ın Kürt Siyasal Hareketine karşı devletin yanında konumlandırması, İŞİD benzeri örgütlerin hâlâ canlı olduğu gerçeği de Kürtlere karşı var olan şiddetin her an teröre dönüşeceği tehlikesinin örnekleri olarak verilebilir. Van seçim iptalinden sonra bazı şehirlerde Korucuların silahlarıyla ortada görünmesi de şiddet/terör potansiyelini her an aktüel hale getirebiliyor. Devletin hukuk ve demokrasiyi yok sayan uygulamalar karşısında demokratik tepkilerini dile getireceklere Hüda-Par ve Korucu şiddetin fragmanı canlı tutuluyor.
Devletin şiddeti her zaman canlı tutması PKK’nin dönüşüp sivil siyasete var olmasının önünde büyük bir engeldir. Bu da doğrudan doğruya DEM Partiyi etkilemektedir. Bunun en önemli sonucu Kobani ve benzeri davalarda olduğu gibi HDP üyesi olmak doğrudan doğruya PKK’li sayılmakla sonuçlanıyor. Yani devlet PKK’ye neyi yapıyorsa ondan daha ağırını HDP’ye yapıyor.
Kürdistan sorununa sınıf veya ekonomik tabakalar şeklinde bakılırsa mevcut Kürt siyasetini yürütenlerin sınıfsal kökenlerinin ne olduğu devlet için önemli değildir. Devlet uyguladığı politika ile kendisine bağlı bir sınıf oluşturmuştur. Oluşturulan bu sınıf temelini sırf ekonomik ve sosyal yapıdan almıyor. Korucu örneğinde olduğu gibi yoksul ve zengini ile birlikte köyde yaşayanlarını korucu yaparak kendisine bağımlı hale getirmekle kalmıyor aynı zamanda koruculuğu kabul etmeyen köylülere karşı düşman olarak konumlandırıyor. Benzer bir durum hükümete yakın hükümete uzak sendikalarda örgütlenen memur ve işçiler için de söylenebilir. Devletle ihale, ticari temsilcilik benzeri faaliyetlerle zenginleşenler tabakaları da devlet yanlısı sınıfa koyabiliriz. Bu tabakalardan istenilen “Kürt ulusal meselesinden” uzak kalmaktır. Bu nedenle devlet yanlısı siyaset sınıfı ile Kürt Siyasi Hareketini yürütenleri bir araya gelmesi sınırlanmış oluyor.
Dr. Cuma Çiçek Politik Bir Kürt Bölgesi Yolunda İmkân Ve Zorluklar başlıklı kitabında
Ulusal ve ekonomik bloklar arasındaki sınıf çatışması, bu aktörlerin Kürt alanında “ulusal mesele” konusunda işbirliği geliştirmesini sınırladığını. Kürt alt ve orta sınıfları, devletin sosyo-ekonomik politikalarından mustariptir olduğunu. Kürt üst sınıfları kendi ekonomik çıkarlarını garantilemek için devletle ilişkilerini korurken, alt ve orta sınıflar devletle çatışmalı ilişki içinde odlularına dikkat çekmektedir. DEM ve ondan önce partilerin tabanı alt ve orta sınıflara dayanmaktadır. DEM Parti yönetim kadrolarının çoğunlukla orta sınıftan olması orta sınıfın Kürtler adına konuşma yetkisine el koyması anlamına gelmez. Orta sınıf, kendi başına ele alınırsa el koyma sözünde doğruluk payı olabilir. Dünya devrimci hareketlerine bakıldığında devrimci hareketin önemli kadrolarının orta sınıftan geldiğinin birçok örnekleri vardır. Lenin hiçbir zamanda bir fabrikada işçi olarak çalışmadı, o bir avukattı. Asıl önemli olan İşçi sınıfına proletarya bilinci aşılamaktır. Tıpkı orta sınıftan gelip de Kürt ulusal bilinci aşılayan Kürt aydınları gibi. Erdoğan SSK’den emekli bir işçi olduğu halde mevcut haliyle egemen ulus ve sınıfın hizmetindedir.
8 yılı aşkın süreden beri Belediyelerin kayyımla yönetilmesinden sonra belediyelerin yeniden DEM Parti tarafından kazanılmasından şimdiye kadar iki ay bile geçmedi. Bu süre içinde hangi ihalenin hangi BMV’li, Passat’lı müteahhide verildiği konusunda bir bilgimiz olmadığı gibi hangi adayın seçim kampanyasında bu markalı arabalarla şov yaptığını da bilmiyoruz. Yine DEM Partililerin lüks plaza ve otel odalarından topluma baktığı yönündeki iddiaları teyide muhtaçtır. DEM Parti öncülü partilerin yönettiği belediyelerde yaşayan alt gelir gruplarının yararına yeterli yatırım yapmadığı yönündeki eleştiriler yerindedir. Cuma Çiçek yukarıda bahsettiğim kitabında, ana-akım Kürt hareketinin kolektivist, anti-kapitalist söylemine rağmen sınırlı da olsa egemenlik kurduğu alanlarda pratiğinin liberal olduğu vurgulamıştır. Hareketin 1999’da yüze yakın belediyeyi yönetmesine rağmen, kayda değer bir sosyo-ekonomik başarısının olmadığı Diyarbakır örneği üzerinden verilmiştir. Buna göre, Diyarbakır’da son 15 yılda belediye harcamaları ve projeleri orta-üst sınıfın bulunduğu Kayapınar ilçesinde yoğunlaşmış, 2012’de belediye bütçesinin % 8’i sosyal, % 72’si inşaat işlerine ayrılmıştır. Ana-akım Kürt hareketinin şimdiye dek mücadele mağdurlarının istihdam, eğitim, sağlık ve konuttaki temel ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir çabasının olmadığını yazmıştır.
Kürt siyasetinin tarihsel gelişim seyrine bakılırsa iniş ve çıkışlar her zaman yaşanmıştır. Sonuç olarak bakıldığında bu iniş çıkışlara rağmen Kürt siyaseti kendisini her defasında yaşatmakla kalmamış daha da ileri bir hale getirmiştir. Çözüm sürecinin hemen ardından “Hendek” olarak adlandıran sürecin Kürt siyasetinde beklenenin ötesinde tahribat verdiği gerçeğini es geçmemek gerekir. Devlet kendi başarısızlığını Kürt siyasetine mal etmek için büyük bir oyun oynadı. Bu oyunla kendi ekonomisini batırdı, çete ve mafyaları tekrar etkin hale getirdi.
Kürt, Kürdistan denilince ulusal haklar ve daha ötesi devletleşmenin akla gelmesinde bir gariplik yoktur. 2017 Güney Kürdistan bağımsızlık referandumu öncesi ve sonrasını düşünelim. Bütün eksikliklerine rağmen referandum Kürt toplumunun genelinde büyük bir umut yaratmıştı. Bu umut somut olarak yüzde doksanın üzerinde bir oranla somut hale geldi. Ancak o dönemin koşulları bağımsızlığın fiiliyata geçmesi için yeterli neden oluşturamadı. Kürtler için idealliğini hep koruyan Kerkük’ün yönetimi Irak Merkezi hükümetine geçti. Yüz bini aşan Kürt göç etmek zorunda kaldı. Sonrasında Afrin, Girê Sipî ve çevresi işgale uğradı. Rojava her an İHA ve SİHA’ların bombardımanları arasında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Şartların nispeten uygun olduğu Güney Kürdistan ve Rojava’daki durum böyleyse Kuzey Kürdistan’da bağımsızlık bir yana bireysel Kürt hakları dahi kısıtlanmış durumda. Seçimler yapılıyor ancak sonucu Kürtlerin istediği yöndeyse devlet bunu kabul etmiyor. Partilere kapatma davası açılırken Belediyelere Vali ve kaymakamlar kayyım olarak atanıyor.
İspanya’daki Katalonya örneğine bakılırsa 2017’de Güney Kürdistan’daki referandumu ile eş zamanlı olarak Katalonya’da bağımsızlık referandumu yapıldı. Orada da bağımsızlık yanlıları lehine sonuç alındı. Irak merkezi hükümetinin bölge devletlerini yanına alarak bağımsızlığı engellemesine benzerini İspanya merkezi hükümeti yaptı. Referandum sonuçlarına itiraz etti, bağımsızlık yanlısı partilerin yöneticilerini tutukladı. Bir kısmı sürgüne gitmek zorunda kaldı. O zaman İspanya’da yönetimde sağcı bir hükümet vardı. Şu anda iktidarda sosyalist bir başbakan var. Katalonya’da bölgesel seçimlerde bağımsızlık yanlısı partilerde gerileme yaşanırken merkezi devlete hâkim partilere yakın duran Katalonya partileri oylarını artırdılar. Katalonya’da yaşanana benzer bir durumu Kürt Siyasi Hareketi de yaşayabilir. KSH bunu tespit edip iyi yönetirse kendisi için ileriki yıllarda meşru hakkı olan iktidara ortak olmayı başarabilirse ancak o şekilde ayrımcılıktan, tutuklanmaktan, sürgüne gitmekten, ölmekten kurtulabilir.
Elbette Kürt siyaseti çözüm sürecindeki siyasi kompozisyonunu kaybetmiş durumda. Buna katılmamak elde değil. Ancak kendi içindeki çözüm geliştirme yeteneğinin hala canlı olduğu da bir hakikat. Onun için devlet nerede olursa olsun en ağır tedbirler almaya devam ediyor. 31 Mart seçim sonuçları AKP/MHP’nin “beka” siyasetini boşa düşürdü. En çok oy alan ve iktidara doğru giden CHP nezdinde DEM için meşruiyet alanı oluşurken MHP benzeri partilerin DEM ve Kürt karşıtı politikalarına toplumsal destek azalıyor. Sinan Ateş ve benzeri olaylar nedeniyle tıpkı 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi adı terörle birlikte anılan bir parti haline gelmiş durumda. Türk milliyetçiliğini amaç edinen MHP dışı partilerin sayısı üçü geçiyor.
KSH için “yol bitti” demek isabetli olmamış. Ancak sorun, şoförün değiştirilmesi ve palyatif tedbirlerle çözülecek gibi değilse de bu konuda partiye herhangi bir yol da göstermiyor. Anlaşılması zor ve konuyla ne kadar ilgili olduğu belirlenemeyecek şekilde post-kolonyalizm ve radikal demokrasi krizi her şeyin müsebbibi gösteriliyor. Demokratik ulus, demokratik konfederasyon, Demokratik cumhuriyet kavramlarını nereye koyduğu kime bağladığı da belli değil.
Kürtlük ve Kürdistan mefkuresi nostaljik bir taşra esintisine dönüştüğü tespiti ne kadar doğruysa bunu Post-kolonyal okumaların tesirine bağlamak o kadar yanlış. Galiba Kürtleri Ortodoks Marksizm okumaya davet ediyor. Demokratik devrim eleştirisi yapılacaksa bu eleştiri KSH üzerinden yapılmaz. Onun muhatapları bellidir. Sınıfsal ezilmişliği temel alan hiçbir devrimci hareket artık yok. Yine ulusal hakları temel alan ulusal devrimci hareketler de yok. Asıl önemli olan sınıfsal olarak geldiğiniz yer değil ideolojik olarak bulunduğunuz yerdir.
Eleştiriler çok ağır olsa da KSH’ni mahkûm etmiyor. Leyla Zana’nın inisiyatif alarak sahaya dönmesini olumlu buluyor. Kürt toplumunun değişimi istediği ancak Kürt siyaseti ve basınının bu değişime direndiğini söyleyerek asıl eleştirilmesi gereken yere vurgu yapmış oluyor.
Kürt toplumu hızlı bir değişim yaşıyor. Kürtlük bilincinde yükseliş olsa da ekonomik, sosyal, eğitimsel faktörlerin etkisi ile kendisinden farklı topluluklarla ilişkiler, ortaklıklar geliştiriyor. Ulaşım olanaklarının artışı, Kürdistan şehirleri ile Batıdaki şehirlerarasında süreklileşen ilişkiler ister istemez yeni sorunları beraberinde getiriyor. Kürtlük temelli örgütleme ihtiyacı düşüyor. Bireysel kurtuluş çabaları ön plana çıkıyor. Orta sınıf yönetime el koydu demek yanlış. Doğru olan Kürt toplumundaki değişimdir. Yoksulluğun idaresi dâhil olmak üzere insanlar kendi başlarına çözüm geliştirmeye veya devletten bekliyorlar. Şehirden şehre ulaşım kolaylıklarının bir sonucu olarak istenilen yerde iş kurma ve işe girme olanakları oldukça fazladır. İnternetin sunduğu kolaylıklar bireyi kendi toplumundan izole edilmesinde büyük rol oynuyor. Hizmet ve tarım iş kollarındaki eleman ihtiyacın artışı bunda kolaylığa neden oluyor.
31 Mart Seçimlerinde CHP’nin AKP’yi geçerek birinci parti olması “Kemalizm yeniden mi doğdu?” tartışmalarını beraberinde getirdi. Kimisi bunu Kürtlerin sergiledikleri siyasi tutumuma bağlayarak Kemalizm’in yeniden doğuşunu Kürt siyasetine bağlıyorlar.
Bunda bir gerçeklik yok. Kemalizm’in yeniden doğuşunda Kürt siyasetinin etkisi oldukça azdır. Ortak vatan benzeri kavramları esas alan temel görüş sahiplerine bu konuda eleştiri getirilmezken tüm sorumluluğu Kürt siyasetine yüklemek bir tutarsızlık örneği olarak önümüzde duruyor.
Kürtlerin yüz yıl önce Mustafa Kemal’e kucak açmasından söz etmenin ne kadarın doğru olduğu da belirsizdir. Henüz Kürt milliyetçiliğinin oluşmadığı bu dönemde yerel bazı aşiret lideri ve şahsiyetlerin Mustafa Kemal’le ilişkisi şimdiki Kürt siyaseti ile CHP ilişkisi gibi değildir. Mustafa Kemal’in BMM’nin açılışından kısa bir süre sonra Teşilatı Esasiye Yasasının Kürtler için vilayet bazlı özerkliğe dair maddeleri değiştirilmiş, buna ilk tepki Koçgiri Kürtlerinden gelmiş. Mustafa Kemal, Topal Osman benzeri çeteleri Kürtlerin üstüne sürmüş, büyük bir Kürt katliamı yaşanmıştır. CHP içinde hâlâ Topal Osman’a sevgi ile yaklaşan bir anlayışın devam ettiği bir gerçek. Bununla ilgili yapılan eleştiriler yerindedir. Ancak siyaset çok yönlüdür. Hangi yönünün daha etkili olduğuna bakılmalıdır. Sırf bir yöne bakılarak Kürtlere daha büyük zarar verme potansiyeline sahip AKP/MHP’nin işine yarayacak bir politika geliştiren Kürtlere bu politikanın getireceği bir yarar yoktur. AKP/MHP’nin devamında Kürtlerin bir menfaati de kalmamıştır. Buna benzer görüşler CHP siyasetinin tamamı değildir. Mustafa Kemal dönemindeki CHP de tarihteki yerini almıştır. Şu anki CHP kaynağını o dönemden alsa da farklılaşmış ve sivilleşmiştir. Önceki radikal görüşlerinden farklı bir mecrada olduğu söylenebilir.
DEM Partisi Türkiye’nin genelinde siyasi faaliyet gösteren bir partidir. Partinin CB ve Kürdistan dışındaki büyükşehir belediye seçimlerinde bir partiye kazandırması veya kaybettirme temelinde politik tutum içine girmesi iki bloktan birine eklenmesi olarak yorumlanması doğru değildir. Türkiye ve Kürdistan toplumu için siyasi ve hukuki meşruiyetini kaybetmiş, hukuku tanımayan, kendi atadıkları Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan bir iktidarın devamını hiçbir Kürt istetemez. 31 Mart seçimleri öncesinde AKP/MHP’ye kaybettirme siyaseti Kürt toplum sosyo-politiğinde zaten oluşmuştu. İstanbul’da DEM Parti’nin Meral Danış Beştaş’ı aday göstermesi dahi bu sosyo-politik eğilimi değiştirmeye yetmedi. Büyükşehirlerde yaşayan Kürtlerin bu eğilimini Kemalizm’in yeniden inşası olarak görmek doğru değildir. Kaldı ki İslam soslu haline gelse de Kemalizm, devlet anlayışındaki varlığını MHP tarzıyla devam ettirdi. Kemalizm’in ölümünden söz edilirse bunda Kürt mücadelesinin rolü belirgindir. Bu nedenle Kemalizm’in küllerinden var olmasını DEM Partiye bağlamak doğru değildir. AKP’nin laik Türkçüler oluşturduğu korku Kemalizm’i asıl yaşatan husustur. Birkaç sol parti ve grup dışında diğer sol ve sosyalistlerin bir anda Kemalizm’e sarılması gerçeği de ortadadır. Başlangıçta Kemalizm karşıtlığı bilinen Yalçın Küçük bu süreci, “AKP hepimizi Kemalist yaptı” sözü ile çok iyi ifade etmişti. Kemalizm’i müzmin düşman gören kesimler de çareyi Kemalizm’den kaçmak için AKP’lileşmiş ya da umudunu AKP’nin devamında aramıştır. Buna benzer görüşleriyle sosyal medyada bu eğilimin basite alınmayacak miktarda ağırlığı vardır. İşin ilginç yanı bu kesimler kendilerini çoğunlukla Kürt milliyetçisi olarak görürler. Kürt siyasetinin en küçük dost ve müttefik arayışının perde arkasında “Kürt siyasetinin Türkleşmesini” görürler.
Kürtlerin demografik yapısı değişiyor bu değişme bağlı olarak sosyolojisi de değişiyor. Kürtlük bilincinde gerileme olmasa da Kürtçenin kullanımında azalma gerçeği her Kürdün kafasını meşgul ediyor. Kürtlerin takınacağı siyasal tutumun belirleyiciliği Kürt Partisinin göstereceği performansa bağlıdır. Kürdistan’da yaşayan Kürt topluluğunun doğal refleksleri Kürt siyasetinin mevcut duruma uygun davransa da hızlı değişimin yaşandığı metropollerde aynı düzeyde olmadığını görüyoruz. Sosyolog Mesut Yeğen’in bunu “Kürt hareketinin bu durum karşısında kendisini güncelleyememesi” olarak değerlendirirken “Kürtlerde CHP’ye gösterilen teveccüh” konusunda DEM Partiye uyarılarda bulunuyor. Çünkü ona göre DEM Parti’ye alternatif olabilecek bir partinin kurulması mümkün değildir. Doğal olarak yeni sosyolojik gerçekliğin gereğini DEM Partiden bekliyor.
İspanya gibi sol ve sosyalist iktidardan söz edilse de Dünya genelinde liberal otoriteliğe doğru bir gidiş var. İşçi sınıfı kapsamı, işlevi ve mücadele şekli olarak farklılaştı. En önemlisi neo liberal ekonomik politikalarla işçi sınıfının örgütlülüğü dağıldı. İşçi oluşan bu boşluğu kendine özgü bireysel yöntemlerle doldurmaya çalışıyor. Sosyalist ve Komünist Partiler bile işçi haklarından çok göçmen, kadın, çevre, cinsel tercih ve hayvan haklarını ön plana alıyorlar. Demokratik kitlesel bir parti olan DEM Partiden farklı bir tutum beklenmez. Yine Mesut Yeğen’in deyişiyle sınıf siyaseti dünyada ve Türkiye’de tıkanmış durumda. Bunun DEM Partiye sirayet etmemesi mümkün değildir. Kaldı ki Marks’ın ön gördüğü “Proletarya diktatörlüğü” burjuvaziyi tahtından edecek bir işçi sınıf bilinci de ortada yok. En azından şimdilik. Geleceği farklı şekillendirecek toplumsal potansiyelin varlığı umudu hep canlı tutmamıza ışık oluyor.