Güncel HaberlerMakaleler

BETÜL KOCA: TARAFSIZLIK BİR YALANDIR


Türkiye’de işçi sınıfı artık sadece çalışarak değil, yaşayarak cezalandırılıyor.
Her gün, her saat, her sektörde…
Ve bunu sadece ekonomik krizle, “zor günlerden geçiyoruz” klişesiyle açıklamak kolaycılık olur. Çünkü bu, artık yalnızca bir kriz değil; planlı bir yıkımın sonucu.

Bugün ülkenin dört bir yanında işçiler, emekçiler, gençler sistematik biçimde baskı altına alınıyor.
Eğitimde mülakat, sağlıkta performans, sanayide taşeron; sistemin her hücresine yerleştirilmiş eşitsizlik mekanizmaları, işçi sınıfının gündelik yaşamını boğuyor.

Bir kamu emekçisi, sınavla kazandığı hakkını mülakatta kaybediyor.
Bir maden işçisi, “ölüm vardiyası”na mecbur bırakılıyor.
Bir öğretmen, öğrencileriyle kurduğu bağ yüzünden sürgünle tehdit ediliyor.
Bir motokurye, yolda ölürse “trafik kazası” diye geçiliyor haberlere.
Bir fabrika işçisi, sendikaya üye oldu diye kapı önüne konuyor.

Ve bunların hiçbirinin “istisna” olmadığını artık herkes biliyor.
Bu, düzenin bizatihi kendisi.

Sermaye sınıfı uzun süredir hazırlığını yapıyor. Bugün yaşadığımız tablo, tesadüf değil.
Hak gaspları sistematikleştirildi.

Grevler “erteleme” bahanesiyle yasaklandı.

Mitingler yasaklandı. Basın susturuldu.

Üniversiteler kuşatıldı.
Amaç yalnızca iktidarı korumak değil; aynı zamanda toplumsal muhalefeti etkisizleştirmekti. İşçi sınıfının örgütlenme kapasitesi bu dönemde bilinçli olarak hedef alındı.

Bugün geldiğimiz noktada, örneğin bir öğretmenin mülakatta elenmesi ile bir fabrikanın sendikal örgütlenmeye kapatılması arasında doğrudan bir bağ var. Çünkü her ikisi de sınıfın hak alma kanallarının boğulmasına dayanıyor.

Mülakat sistemi, sözleşmeli istihdam, sendikasızlık, keyfi işten atmalar özel sektörde yaygın. Öğretmenler, eğitim emekçisi kimliğiyle değil, piyasaya uyumlu bireyler olarak görülüyor.

Son yıllarda işçilerin en temel hakları dahi “güvenlik tehdidi” ilan edilerek bastırılıyor.
Maden işçisinin yürüyüşü durduruluyor.
Öğrencilerin barınma hakkı için yaptığı eylem, “kamu düzenine tehdit” sayılıyor.
Öğretmenlerin grev hakkı “idari izin” oyunlarıyla tasfiye ediliyor.
Tüm bunlar olurken bir avuç şirket, kamu kaynaklarını yağmalamaya devam ediyor.

Bir yanda enflasyon karşısında eriyen maaşlar,
Diğer yanda yüzde 400 kâr açıklayan holdingle,
Bu tablo tesadüf değil. Bu, sınıfsal bir savaşın resmidir.

İktidarın en çok korktuğu şey, işçi sınıfının birleşik ve örgütlü hareketidir.
Bu yüzden yalnızlaştırmaya çalışıyorlar.
İşçiyi işçiden, öğrenciyi öğrenciden, emekçiyi emekçiden koparıyorlar.
Fabrikada çalışanla belediyede çalışan arasında suni duvarlar örülüyor.
“Kadro farkı”, “statü ayrımı”, “sicil”, “hak ediş” adı altında sınıf bilinci parçalanıyor.

Bu nedenle, yalnızca kendi haklarını değil, bütün emekçilerin haklarını savunan bir sınıf bilinciyle hareket etmek kritik öneme sahiptir.

Sınıf mücadelesi bugün artık “bireysel” ya da “sektörel” değil; daha geniş, daha kapsayıcı ve birleştirici bir zemine ihtiyaç duyuyor.

Bu sadece bir ekonomik program değil; aynı zamanda ideolojik bir saldırı.
Çünkü örgütlü bir sınıf, aynı zamanda politik bir sınıftır.
Ve politik sınıf, itaat etmez.

Bugün bazı çevreler hâlâ “tarafsızlık”tan söz ediyor.
“Kenarda durmak”, “beklemek”, “sakin olmak”, “seçimlere bakmak”…
Ama bu düzen öyle bir düzen ki, kenarda durana bile saldırıyor.
Geçici sessizlik, kalıcı kayıplar yaratıyor.

Bakın çevrenize.

Bu ülkede artık hak istemek bile suç haline getirildi.

Ve sonra bizden, sessiz kalmamız bekleniyor.
Bizi susturmak isteyenler, bizi yalnız bırakmak isteyenlerle aynı politik aklın ürünüdür.
Bu yüzden bugün tarafsızlık bir yalandır.
Ve kenarda durmak, politik bir tercihtir—ama karşı taraftan yana bir tercihtir.

Bugün işçi sınıfının görevi, yeniden birleşmek, yeniden örgütlenmek ve yeniden sokaklara dönmektir.
Mücadele yalnızca sendika genel merkezlerine, yalnızca “yetkili” kurumlara bırakıldığında değil; fabrika kapısında, okul önünde, hastane koridorunda inşa edilir.

Tarih bunun örnekleriyle doludur.
8 saatlik iş günü, kıdem tazminatı, sosyal haklar… Hiçbiri dilekçe ile kazanılmadı.
Hepsi sokakta, grevle, direnişle alındı.

Bugün burjuvazi sadece sömürmüyor; aynı zamanda çürütüyor.
Toplumu yalnızlaştırıyor, muhalefeti böldürüyor, dayanışmayı cezalandırıyor.

Ve biz hâlâ kenarda beklersek, o çürüme bizi de içine çeker.
Çünkü bu düzende tarafsız kalan, ezilenden değil, ezenin tarafındadır.

Son söz açık:
Bu düzende insan gibi yaşamak isteyen herkesin yeri, kenarda değil, mücadelededir. Kenarda durmak, tarafsız kalmak artık gerçekçi değil.
Çünkü kenarda kalan, gidişattan muaf olmaz—yalnızca savunmasız kalır.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir