Güncel HaberlerMakaleler

DR.MUSTAFA PEKÖZ: ANKARA’NIN STRATEJİLERİNDEKİ BAŞARSIZLIKLAR


Türkiye’de iktidarlar veya devleti yönetenler, devletin geleneksel kodlarının dışına çıkmayı bir türlü başaramıyorlar. Bunun beceriksizlikle ilgisi yok, devlet içerisinde küresel ve bölgesel gelişmeleri doğru anlayıp ona göre yeni bir strateji ve politikalar belirlemeye karşı direnen ekibin halen güçlü olmasından kaynaklanıyor.

Başta ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa, İsrail yakın dönemde Almanya, Japonya, Suudi Arabistan gibi devletler, küresel dünyadaki gelişmeleri ve bölgesel çıkarlarını dikkate alarak devletlerin güvenlik stratejisinde değişiklikler yapıyorlar.

Ankara’da devleti yöneten güç ise tersine değişime karşı güçlü bir dirençlik gösteriyor ve bundan ısrar ediyor. Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Kafkasya, Karadeniz bölgelerinde köklü değişiklikler yaşanıyor. Türkiye de bütün bu değişim bölgelerinin tam ortasında bulunuyor. Ancak, stratejik değişimleri doğru okumadığı için Türkiye’yi çevreleyen bütün bölgelerde denklemin dışına düşmeye başladı.

Ankara’nın Askeri Gücündeki zayıflama ve Hava Hakimiyetini kaybetme riski

Ankara’nın güvenlik bürokrasisinin özellikle de orduyu etkileyen hatta tedirgin eden en önemli faktörlerden biri, hava gücü bakımından  oldukça geride kalmasıdır.  21.yüzyılın savaş strateji önemli ölçüde hava gücü üzerinden şekillenmeye başladı. Yakın dönemdeki savaşlar veya sınırlı askeri çatışmalarda bu durum çok daha iyi görülmeye başlandı. Ukrayna-Rusya, İsrail-İran, Hindistan-Pakistan, ABD’nin İran’a yönelik hava saldırısı, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarının tamamı hava gücü üstünlüğüne dayanıyor.

Türkiye’nin hava gücü 1980’li yıllarda alınan ve dünyanın bir çok ülkesinde aşamalı olarak kullanım dışına çıkartılan F-16’lara dayanıyor. Ankara, ABD’nin ünlü savaş uçağı F-35’lerin programında çıkartıldı, ABD Kongresi F-35’lerin alımı için peşin para ödediği halde satışını durdurdu. Genelkurmay hava sahasının korunması için Rusya’dan S-400’leri aldı. Ancak ABD ve NATO’nun baskıları ve uygulanan yaptırımlar nedeniyle kullanamıyor ve adeta demir yığını gibi ambarlarda bekletiliyor.Londra’dan Eurofighter Typhoon almak için anlaşmalar yapıldı. Ankara öyle zor durumdaki Katar’dan uzun yıllardır kullanılan ve devre dışı bırakılması planlanan Eurofighter Typpon’ları almaya çalışıyor. Bu uçakların hava kuvvetlerine teslimi en az 3 yıl alacak.

 Buna karşılık, Yunanistan hem ABD’den F-35’leri alıyor hem de Fransızların 5.Nesil uçağı olarak bilinen Rafale uçaklarını envanterine katmaya başladı, Aynı şekilde Ege adaları fiilen ABD’nin deniz üsleri gibi bir rol oynuyorlar. Edirne tam sınırında Yunanistan’ın Dede Ağaç bölgesinde ABD’nin bütün zırhlı araçları bulunan büyük bir kara birliğini konuşlandırılmış durumda.

Kıbrıs Rum Kesimi hem ABD, İngiltere, Fransa ile ciddi askeri anlaşmalar yaptı. İsrail, Kıbrıs Rum Kesiminde Hava savunma sistemi inşa ediyor. İran, İsrail ile girdiği 12 gün savaşından sonra askeri hava gücünü Rusya ve Çin’in 4.ve 5.nesil savaş uçaklarıyla ve modern hava savunma sistemleriyle yenilemeye başladı. Karadeniz’e sınır olan Bulgaristan ve Romanya hava savunma gücünü yeniliyor. Mısır, hava savunma sistemini önemli ölçüde ABD, Rusya ve Çin dahil olmak üzere çeşitlendiriyor.

Serseri İHA Kime Ait?

Türkiye’nin savunma sisteminin ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunun en somut örneği Karadeniz’den  çıkış yaptığı  tahmin edilen ve hangi ülkeye ait olduğu henüz tespit edilmeyen bir İHA, Türkiye’nin hava hasasına giriyor.  Ankara’nın Elmadağ bölgesine kadar geldikten sonra tespit ediliyor.  NATO ve Türkiye’nin F-16 savaş uçakları havalanarak İHA’yı vuruyor. Yönünü şaşıran bir İHA olarak lanse edilse de, rotanın ASELSAN olduğuna dair iddialar konuşulmaya başlandı. Eğer, İHA’nın rotası ASELSAN ise bunu kim ve hangi amaçla hedefler?

Burada akla gelen önemli sorular var:
Birincisi,  Karadeniz’den yolunu şaşırdığı iddia edilen,  İHA, Ankara’ya kadar nasıl ulaşıyor. Genelkurmay Başkanlığının elindeki radarlar böyle cisimleri tespit edemiyor mu? Burada Ankara’nın askeri hava savunma sisteminden ciddi bir sorun olduğu görülüyor. Yarın ciddi bir çatışma olduğunda Ankara’nın sıklıkla övündüğü ‘Çelik Kubbe’ gibi hayal düzeyinde olan savunmanın nasıl bir riskle karşılaşacağını gösteriyor.

Olağan şüpheli Rusya

İkincisi, Bu İHA’nın kime ait olduğu tespit edilmesi çok zor olmasa gerek. Düşürülen İHA üzerinde inceleme yapıldığında hangi ülkeye ait olabileceği konusunda bir fikir edinmek mümkün. Burada olağan şüpheli ve ilk akla gelen Rusya’dır. Bu mümkün. Ankara’nın son aylarda hızla dümeni açıktan Washington’a çevirmesine karşılık, Moskova, ‘ben istersem Başkentine kadar gelirim’ mesajı vermiş olabilir. Tıpkı, Türkiye’ye ait bir ticari geminin vurulması gibi.

İsrail olabilir mi?

Üçüncüsü,  İsrail’in de olması göz ardı edilmemelidir. İsrail sıklıkla askeri savunma teknolojik olarak ne kadar güçlü olduğunu ve istedikleri yerleri vurabileceklerini belirtiyor. Birkaç gün önce Netanyahu, Mossad’ın üst düzey yöneticilerine verdiği ödüldü bir konuşma yaptı: Mossad’ın başka ülkelerin sınırları içerisindeki yaptıkları başarılı operasyonları övdü.  İsrail, İran içinde kurduğu çok kapsamlı istihbarat ağını askeri teknoloji ile güçlendiği ve saldırı anında İran ordusunun Genelkurmay Başkanı dahil Kuvvet Komutanlarının tasfiye etmesi aslında Katar’ın başkentine yapılan saldırı gibi başka ülkelere de bir uyarıdır.  İsrail’in Kiev’de ne kadar güçlü olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle İHA’nın hangi ülkeye ait olduğunun tespiti önemlidir.

İsrail’in Suriye’de Türkiye’nin askeri birliklerine saldırılar yaptığı biliniyor. Ankara, bu saldırıları sessizce geçiştirdi.  İsrail, Ankara’ya askeri ve politik olarak daha büyük bir mesaj vermiş olabilir.

NATO’yu olaya dahil etmek

İHA’nın Ankara’ya kadar ulaşması özellikle Genelkurmay Başkanlığı tarafından basit bir eylem olarak gösterilmeye çalışılsa da bunun böyle olmadığını yine Genelkurmay Başkanlığının açıklamalarında görüyoruz. Açıklamada; “Tespit edilen izin rutin prosedürler kapsamında takibe alınmasının ardından, hava sahası güvenliğini sağlamak amacıyla NATO ve milli komutadaki F-16 savaş uçaklarına ‘alarm reaksiyon’ gösterildiği” belirtiliyor. Burada dikkat çeken kelime NATO’dur. Genelkurmay Başkanlığı Türk Hava Kuvvetlerine bağlı F-16 tarafından vuruldu diyebilirdi. Burada NATO vurgusu, bu İHA’nın Rusya, İsrail yada başka bir ülke tarafından yönlendirilmişse, Türkiye topraklarına yapılan doğrudan bir saldırı NATO’ya yapılmış sayılır ve NATO’nun ünlü 5.maddesinin devreye girmesini sağlar. Ankara, ‘yolunu şaşırmış serseri’ bir İHA olmadığının farkındadır. Bu nedenle olası bir saldırıyı tek başına bertaraf edememe riski nedeniyle NATO’yu sürece dahil etti.

Ankara, Doğu Ak Deniz’de İzole oluyor

Ankara’nın Doğu Akdeniz stratejisinin merkezinde Kıbrıs var. Ancak hem küresel çaptaki hem de bölgesel düzeydeki gelişmeler, Ankara’nın Kıbrıs politikasında ciddi oranda izole olmaya başladığını ve yakın bir gelecekte çok daha büyük sorunlara yol açacağı artık anlaşılmaya başlandı.

Kıbrıs Rum kesimi, AB, ABD, İngiltere, İsrail Rusya, Çin hatta Suudi Arabistan tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul ediliyor. Doğu Akdeniz’deki stratejik enerji yataklarıyla ilgilenen bütün ülkeler doğrudan Kıbrıs Rum kesimiyle anlaşmalar yapıyor. K ABD, Fransa ve aynı zamanda garantör devlet olan İngiltere Kıbrıs Rum kesime savaş uçakları ve savunma sistemi vermek için anlaşmalar yaptılar. Çok yakın bir dönemde  İsrail ile Kıbrıs Rum kesimi arasında Kıbrıs’ın tamamını kontrol edecek hava savunma sistemini kuruyor. Kıbrıs Türk kesimi tamamen izole edildiği gibi kurulan savunma sisteminin hedefinde sadece Kıbrıs Türk kesimi değil Türkiye’nin Akdeniz sınırlarındaki  Adana, Mersin, Hatay, Antalya gibi iller de bulunacak.

Yakın zamanda Lübnan ile Kıbrıs Rum kesimi arasında ‘Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması’ imzalandı. Bu anlaşmadan sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam arasında yapılan görüşmenin oldukça gergin geçtiği kamuoyuna yansıdı. Ankara’nın da buna karşılık El Şara üzerinde baskı kurarak Kıbrıs Türk kesimiyle böyle bir anlaşma yaptırmak istediği iddia edildi. Ancak Şara’nın ABD, İngiltere ve AB’ni dikkate alarak buna yaklaşmaz.

Mesele şu: Ankara önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Kıbrıs meselesiyle çok ciddi oranda meşgul olacak. Adadaki Türk askeri birliklerinin tamamının çekilmesine yönelik hazırlıkların yapıldığı ve Ankara’nın kapısının çalınacağı belirtiliyor. Filistin, Lübnan, Suriye ve nispeten İran denklemindeki gelişmelere bağlı olarak Doğu Akdeniz’de Kıbrıs mesele çok daha fazla güncel olacak. Kıbrıs, küresel güçler tarafından çok yönlü stratejik bir merkez haline getirilecek ve Ankara’nın bu denklemin dışında tutulmasına çalışılacak.

Ankara, Gazze/Filistin denkleminin dışında tutuldu

Ankara’nın bölgesel stratejisinde Filistin önemli bir yer tutuyor. Gazze’de Hamas’ı destekleyen iki ülke vardı: Katar ve Türkiye.  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamas’ın Gazze direnişini Anadolu’yu koruyan ‘Kuvayı Milliye’ olarak tanımlamıştı. Gelinen aşamada Hamas yenildi. Gazze’de bütünüyle silahları bırakacak ve hatta politik denklemin dışına atılacak. Gazze’de Trump anlaşması kabul gördü. Gazze’nin geleceğinin yeniden yapılandırılması için Katar’ın Başkenti Doha’da  45 ülkenin katıldığı bir toplantı yapılıyor. Ankara’nın toplantıya katılması İsrail tarafından kesin olarak reddedildi ve hatta bunu ‘kırmızı çizgi’ olarak belirledi. Tel Aviv, Ankara’yı Filistin denklemine dahil etmemek için çok net bir tutum takınıyor. ABD, Katar ve Mısır da, açıktan buna boyun eğiyor. 45 ülkenin davet edilirken Ankara’nın davet edilmemesi çok net olarak ‘diplomatik bir başarısızlıktır’ ve politik stratejide kaybetmedir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Doha ve Washington üzerinden İsrail’in kırmızı çizgisini delme girişimleri ve çabaları başarılı olmadı.

Ankara, Suriye’de hedefine ulaşır mı?


Türk kamuoyunun açıklamalarına ve hatta zaman zaman Hakan Fidan dahil olmak üzere özellikle Kuzeydoğu Suriye Bölgesini yani SDG’yi tehdit ederek etkili olmaya çalışma politikasının ne askeri ne de politik bir  karşılığı var.

ABD’nin El Şara’ya bir şans vermesi stratejik değil taktikseldir. Şara’yı destekleyerek: Birincisi İsrail’in şartlarının kabul edilmesini sağlamak. İkincisi SDG’nin askeri varlığını kabul ettirmek ve Suriye ordusunun esas gücü haline getirmek. Üçüncüsü, Ademi Merkeziyetçi sistemi kabul ettirmek. Dördüncüsü,  Rusya’nın ama özellikle İran’ın yeniden bölgeye yerleşmesini engellemek. Beşincisi, HTŞ içerisindeki radikal İslamcı örgütleri bütünüyle tasfiye etmek.

Suriye’nin Palmira bölgesinde ABD ve Şam askeri güçlerinin devriye sırasında bir saldırı gerçekleşti. İki ABD askeri ve bir tercüman yaşamını yitirdi. Saldırıyı yapan kişi hem HTŞ Komutanın koruması ama aynı zamanda İçişleri Bakanı Enes Hattab ve Cumhurbaşkanı El Şara’ya  çok yakın biri olduğu ortaya çıktı. Bu olay Trmup’ın Suriye politikasına yönelik eleştirileri arttırdı. SDG’nin stratejik önemine özel bir vurgu yapıldı. Trump acil bir kararname çıkarttı ve Suriye pasaportu taşıyanların ABD’ye girişini yasakladı.

 
Ankara’nın bazen desteklerine bazen de  baskılarına rağmen El Şara, Şam’da zayıf ve etkisiz. HTŞ içerisindeki yabancı kökenli gruplar ile El Şara’ya yakın gruplar arasında çatışmalar yaşanıyor.

 
Şunu çok net söyleyebiliriz ki, El Şara;  SDG’yi askeri güç olarak kabul edecek, devletin yönetimsel yapısını Ademi merkeziyetçiliği onlayarak anayasal değişikliğe gidecek,10 Mart Anlaşmasının  8 Ana maddesini ve 22 Alt Maddesini uygulamaya koyacak ve İsrail’in şartlarıyla anlaşmaya oturacak.

 ABD askerilerine yapılan son saldırı, El Şara’nın uluslararası alandaki güvenirliğini yeniden tartışmaya açtı. El Şara belirtilen şartları Ankara’nın bütün baskılarına ve engellemelerine rağmen çok yakın zamanda SDG ve Dürzilerle masaya oturup yeni bir süreci başlatacak. Ankara’nın SDG’ye askeri müdahalede bulunuruz gibi iddiaların geçerliliği yok. Bölgesel ilişkiler ABD’ın ve İsrail’in belirlediği Suriye stratejisi buna olanak vermez.

Sonuç: Bu nedenle Ankara’nın tali meselelerle ilgilenip esas riskleri bir tarafa atması stratejik vizyonsuzluğun bir sonucudur. Ankara küresel çapta büyük sorunlarla karşı karşıya olmasına rağmen stratejisini gözden geçirme ve yeniden yapılandırmakta korkuyor. Korku kaybettirir.

Ankara en azında Suriye’den SDG ile görüşerek yeni bir adım atması gerekiyor. ABD’nin bilgisi ve onaylı ile Amed El Şara ile Mazlum Kobani’yi gerektiğinde Ankara’da veya Şam’da bir araya getirerek sorumluluk rolünü üstlenmesi gerekir. Böylelikle Kürtlerle kuracağı politik ve diplomatik ilişki, Ankara’nın Suriye’deki etkisini arttırır ve İsrail ile bir denge oluşturur. SDG’nin İsrail’e yakınlaşmasını engellemenin ve durdurmanın tek yok, doğrudan diplomatik ilişki ve politik diyalogdur.

Bunlar olmadan Ankara’nın belirlediği bütün stratejileri başarısız kalacak ve yakın gelecekte Kıbrıs meselesinde ciddi bir açmaza girecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir