ABD’nin Suriye politikasının yeniden şekillenmeye başladığına dair bir kısım veriler ortaya çıktı. Ancak soru şu: Trump’ın belirlediği yeni stratejide özellikle Kuzeydoğu Suriye’nin geleceği nasıl şekillenecek ya da mevcut statüsü korunacak mı? Şam/Şara ile Qamışlı/Kobani dengesi Suriye’nin geleceğini nasıl etkileyecek? Ya da Trump’ın kamuoyuna sunduğu ABD’nin Yeni Ulusal Strateji Belgesi’ ile Suriye’deki gelişmelere etkisi nasıl olur?
Trump’ın HTŞ lideri Şara’yı Washington’a davet etmesi ve Beyaz Saray’da karşılaması, Suriye’de politik dengenin Şara’ya doğru yönlendirildiği konuşulmaya başlandı. Ancak böyle bir durumun olmadığı çok net olarak ortaya çıktı. Trump’ın Şara’ya ve aynı zamanda Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da Washington’a davet edilerek Pentagon’un Suriye politikası çok net olarak ifade edilmişti. Hatta Şara ile yapılan toplantının bir aşamasına Hakan Fidan’ın da katıldığı bizzat kendisi tarafından açıklandığı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da telefonla görüşmeye katıldığı belirtildi. Bu toplantıda Suriye’nin geleceği ve özellikle Kuzeydoğu Suriye’nin mevcut statüsünün korunacağı konusunda hem fikir olunduğu artık biliniyor.
Son bir aydır özellikle HTŞ ve Şara’nın Suriye Demokratik Güçleri(SDG) ile ilişki kurmak istemediği ve sürekli kriz çıkartmaya çalıştığı, bu planın da Ankara tarafından belirlendiği belirtiliyor. Şara’nın ABD’den döndükten sonra SDG ile ilişkileri çözmek için adım atmaması ve tersine krizi derinleştirme hamlesinin ABD’nin onayı aldığına dair Kürt tarafından bazı kaygıların oluşmaya başladığı görülüyor.
Peki durum nedir?
ABD’nin Suriye politikası ve özellikle SDG ile olan ilişkiler bakımından Senato’nun, Kongre’nin ve Temsilciler Meclisinin belirlediği politika, Pentagon’u ve Beyaz Sarayı doğrudan etkiler. Bu nedenle ABD Kongresinin almış olduğu kararlar önem arz ediyor.
ABD’nin SDG politikası taktiksel değil, stratejiktir
ABD Kongresinde yapılan tartışmalarından sonra alınan kararda, SDG’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü mücadelenin stratejik nitelikte olduğunun altı çizildi. SDG’yi mutlak bir ortak olarak gördüğü ve bunun askeri ittifakın dışında aynı zamanda politik olduğu belirtiliyor. Bu nedenle SDG’nin Suriye’deki varlığının bir zorunluluk hatta ABD’nin stratejik çıkarlarıyla tam uyumlu olduğunun altı çiziliyor. Bu nedenle Kongre SDG’nin Şam’da sadece askeri değil aynı zamanda politik bir güç olarak konumlanması gerektiğini belirtiyor. Kuzeydoğu Suriye’nin en istikrarlı bölge olarak ciddi bir yönetim deneyimine sahip olduğuna dikkat çekiliyor.
Kongre, SDG tarafından yıllardır uygulanan ve son derece başarılı, örnek bir model olarak gösterilen bölgesel/yerel yönetim modelinin Suriye’nin bütününde uygulanmasının daha uygun olduğuna da vurgu yapılıyor. Bu nedenle Kuzeydoğu Suriye modeline karşı üniter devlet yapısının esas almak isteyen ve İslamcı Baas rejimini kurmak isteyen Şara’ya karşı çok açık bir uyarı yapılmaktadır.
Özellikle Türkiye’de iktidar medyası tarafından çok bilinçli olarak propaganda edilen ve ABD tarafından SDG’ye silah bıraktıracağı gibi iddiaların hiçbir geçerliliği olmadığı gibi Kongre, tersi bir değerlendirmeyle SDG’nin IŞİD tehlikesine karşı daha fazla silahlandırılması gerektiğini belirtmektedir. Özellikle son bir aydır ABD tarafından Irak’tan Qamışlı ve Hasekiye ağır silaha sevkiyatı yaptığı bilinmektedir. Bu nedenle Washington’un SDG ile kurduğu ilişki geçici bir süreci kapsamıyor. Uzun yıllara dayanan bir ortaklığı ifade etmektedir.
ABD’nin yakın gelecekte, Suriye, Irak, İran, Yemen ve hatta diğer körfez ülkeleri dahil olmak üzere oluşturduğu stratejinin askeri planlanmasında Kürtler önemli bir güç oluşturacaktır. Bu durum Peşmerge içinde geçerlidir. Kongre, uluslararası alanda birçok güce verdiği yardımı kesmesine rağmen Peşmerge ve SDG’ye verilen yardımları muaf tutarak 2026 yılı için verilecek olan ekonomik yardımı onayladı. Bunun gerekçesini açıklarken de SDG’nin ve Peşmerge’nin ‘aşırı’ gruplara karşı oynadığı rolüne vurgu yapmasıdır.
Kongre’nin SDG’yi dışlamanın kabul edilemez olduğu konusundaki ısrarı, Türkiye’ye de aynı derecede güçlü bir mesaj veriyor. Ankara’nın amacı: Özerk Yönetim’in uluslararası alanda tanınmasını engellemek, SDG’yi askeri baskı yoluyla zayıflatmak ve çıkarlarıyla uyumlu alternatif vekil yapılar kurmak.
Kongre, SDG’nin stratejik rolünü radikal İslamcı örgütlerle karşı verdiği mücadelenin önemine ve rolüne özellikle dikkat çekiyor. The Jerusalem Post’a konuşan Mazlum Kobani “IŞİD savaşçılarının yaklaşık 25.000 eşi ve çocuğuna ev sahipliği yaptığını, 10.000’e kadar erkek IŞİD savaşçısının tutulduğu 26’dan fazla gözaltı merkezi ve üç büyük cezaevi olduğunu, Haseke’deki ana tesislerin her birinde 3.000 ila 4.000 arasında tutuklu bulunduğunu, Rakka ve Kamışlo’da ise binlerce tutuklunun bulunduğunu” belirtmiş.
Kongre, SDG’nin bölgedeki jeopolitik gelişmelere göre konumlanmasına dair bir planlamanın yapıldığı, önümüzdeki süreçte Irak Kürdistan Bölge Yönetimi üzerinden Kuzeydoğu Suriye’den Akdeniz’e doğru akacak olan enerji koridorunun korunmasında önemli bir misyon üstleneceği belirtilmektedir. Mazlum Kobani “Kuzeydoğu Suriye’de 70.000’i savaşçı olmak üzere 100.000 askerimiz ve 30.000’i polis ve güvenlik güçlerimiz var. Kendi bölgelerini korumaktan sorumlu ilk saflarda yer aldığını” belirtmesi, SDG’nin askeri kapasitesi bakımından bir mesaj veriyor.
ABD’nin dünyanın en büyük Konsolosluğunu IKBY Başkenti Hewler’de açması, ABD’nin kalıcı bölgesel stratejisiyle doğrudan ilişkilidir. ABD’nin bölgesel stratejisinde İsrail’in mutlak bir güç olduğu dikkate alındığında SDG’ye önemli bir misyon biçtiği görülüyor. Beyaz Saray’ın HTŞ’den çok El Şara’yı Suriye’deki stratejisine uygun bir şekilde kullanmak istediği olmasına, bunun için belirli bir çaba göstermesine ve destek sunmasına rağmen El Şara üzerinden uzun vadeli bir strateji belirlemesinin çok zor olacağı bilinmektedir. Bu nedenle Kongre Esad döneminde Suriye’ye uygulanan uluslararası ambargonun kaldırılmasını kaldırdı ama bunu ek şartlara bağlayıp sıkı bir şekilde denetlenmesi için Trump yönetimine uyarılar yaptı.
Kongre ABD’nin Suriye politikasının geleceğine dair yeni belirlemeler yaparken, Cumhuriyetçilerin ve Demokratların tam irade birliğiyle onaylanmaktadır. Bu nedenle Temsilciler Meclisinde alınan kararın Trump Yönetimi tarafından reddedilmesi söz konusu olmaz.
İsrail’in Kuzeydoğu Suriye’ye olan ilgisi taktiksel bir yönelim değil
Esad rejiminin yıkılmasından sonra HTŞ’nin uluslararası güçler tarafından Şam’a oturtulmasına karşı en ciddi tepki İsrail’den geldi. Bilindiği üzere İsrail, Esad rejiminin yıkılmasından birkaç gün sonra Suriye’nin askeri gücünün çok önemli bir kesimin imha etti. İsrail, önümüzdeki 15 yıl içerisinde özellikle geçici İslamcı yönetimin Suriye’nin hava ve deniz gücüne sahip olmasına karşı aktif bir tepki vereceğini birkaç defa açıkladı. Tel Aviv, Şara merkezli İslamcı bir iktidarın Şam’da olmasına kesinlikle karşıdır ve geçici Şam Yönetimiyle savaşın kaçınılmaz olduğunu da sık sık dile getiriyor.
İsrail’in IKBY’de olduğu gibi Kuzeydoğu Suriye’de de askeri ve politik ilişkiler kurmak için çok önemli bir çaba gösterdiği bilinmektedir. Mossad’a bağlı olduğu söylenen bir X Hesabında birkaç hafta önce yapılan açıklamada; “Bölgedeki en büyük müttefikimiz olan Kürt halkıyla bir toplantıyı yeni tamamladık.” Tel Aviv, SDG’nin Suriye’nin geleceğini belirlemede etkin bir güç olması için ABD’ye ciddi bir baskı yaptığı bilinmektedir. Birçok kez Şam’a yönelik yaptığı ciddi saldırılarla Şara’ya açık bir mesaj veren Tel Aviv, SDG ve Mazlum Kobani ile yakın bir ilişki kurmaya çalışması bir tesadüf olmadığı bilinmektedir.
İsrail, Dürzilerin Özerklik hatta Bağımsızlık taleplerini aktif bir şekilde desteklemektedir. Bu nedenle Süveyda bölgesini askeri olarak korumaya devam edecektir. Dürzilerin bağımsızlık referandumunu özellikle Birleşmiş Milletlere ve Washington’a kabul ettirmek için ciddi bir diplomasi faaliyetine başladı.
İsrail’in Kuzeydoğu Bölgesiyle yani SDG ile askeri ve politik ilişkiler kurmak istediği bilinmektedir. Tersine SDG ve Kürtler ise İsrail ile ilişki kurmada çok temkinli davranıyor. Ancak Ankara’nın SDG’ye yönelik tehditleri arttıkça Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi, Tel Aviv ile ilişkilere yöneldiği görülüyor. Mazlum Kobani’nin verdiği mesaj da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
ABD Temsilciler Meclisinin Suriye’ye dair olmuş olduğu karar orta ve uzun vadede İsrail’in çıkarları ve hedefleriyle de uyumlu olduğunu söylemek gerekir. Temsilciler Meclisi, Suriye’de İsrail’in güvenliğini riske edecek hiçbir kararı almaz.
Ankara, Washington’un SDG’ye bakış açısını bilmesine rağmen ısrarı neden?
Ankara, Washington’un Ortadoğu stratejisini ve bunun içerisinde Kürtlere biçilen rolü çok iyi bildiğinden eminiz. SDG ile kurulan ilişkinin sadece IŞİD ile mücadele kapsamında olmadığını, bunun çok daha kapsamlı bir stratejiye dayandığını, Kongre tarafından alınan kararların anlık ve taktiksel olmadığını biliyor. Trump’ın bazı esnekliklerinin Suriye’de SDG’nin askeri ve politik pozisyonunu zaafa uğratmayacağını, Şara’nın Washington’a davetinde çok net olarak ifade edildi. Trump, SDG konusunda tam yetkinin Pentagon ve CENTOM olduğunu açıkça dile getirdi. CENTOM Komutanı Tüm General Cooper’ın birkaç gün önce SDG’ye dair yaptığı açıklamalar, ABD için SDG’nin önemi bakımından ne ifade ettiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Ankara bu gerçekleri bilmesine rağmen SDG’ye yönelik izlediği politikadan neden ısrar ediyor? Hatta Ankara’nın SDG’nin Suriye’de güç olacağını bildiği halde, Şam/Şara ile SDG/Kobani arasında oluşabilecek diyaloğu özellikle engellediği algısı uluslararası kamuoyunda güçleniyor.
Ankara, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde rol almak istiyor. Bugünkü bölgesel ve küresel dengeler dikkate alındığında Ankara’nın süreçte izole edildiğini gösteriyor. Bunu tersine çevirmek ve masaya oturmak için Şara’yı önemli bir araç olarak görüyor. Bu nedenle Şam ile Qamışlı arasında askeri, politik ve diplomatik ilişkilerin kurulmasını engelleyerek ve böylelikle krizin devam etmesini sağlayarak kendisine alan açmak istiyor.
Ankara dört hususun farkındadır: Birincisi İran artık denklemin dışındadır ve molla rejiminin geleceği yoktur. Yakın gelecekte Kürtler İran’da dengenin içinde yer alacak. İkincisi, küresel güçlerin desteğiyle İsrail, askeri güç kullanarak bölgeyi yeniden dizayn ediyor. İsrail, Suriye üzerinde tam hâkimiyet kurmak istiyor. Bu yönden ilerliyor. Üçüncüsü, Araplar adına Mısır ve Suudi Arabistan sürecin baş aktörleri durumuna gelmiş bulunuyor. Bu İsrail tarafından da kabul görüyor. Dördüncüsü, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve yakın gelecekte Kıbrıs üzerinde yeni bir süreç başlayacaktır. Bütün bu dörtlü denklemde Ankara’ya yer verilmemesi, Türkiye’nin stratejik güvenliği için bir tehdit olarak görülüyor. Ankara, bu durumları görerek, tehlikenin bertaraf edilmesini Şam’da geçtiğini düşünüyor. Kendi stratejisi için haklı bir yönü var. Ancak, Ankara’nın başarılı olmasının tek yolu: Kuzeydoğu Suriye’nin Özerk Yönetimini kabul etmesi, SDG ile diplomatik ve politik ilişki kurması HTŞ ile bir araya getirmesi gerekir. Bunu sağladığında bölgesel denkleme dahil olma olasılığı çok daha fazla artar. Aynı şekilde Ankara’nın Öcalan üzerinden devam eden ÇÖZÜM SÜRECİNİ, SDG’nin silah bırakma şartına bağlaması ve bu nedenle süreci zaafa uğratması, Türkiye’nin stratejik hedeflerine ve bölgesel denklem içinde yer almasın büyük bir zarar verecektir. Çünkü SDG’nin silah bırakması, tek başına Öcalan’a bağlı bir karar olmadığını özellikle Ankara tarafından çok iyi bilinmektedir.
Ankara’nın ABD Temsilciler Meclisinden kabul edilen ve Trump Yönetimine sunulan Suriye politikasını değiştirme, engelleme veya zaafa uğratma çabalarının sonuç almayacağı gerçeğine göre hareket edilmesi, tersine SDG ile doğrudan ilişki kurularak destek vermesi, Suriye’de sorunları çözen bir taraf olması, Ankara’nın etkin olmasının önünü açar.
