Meclis toplantısında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Eş Başkan Tuncer Bakırhan ile tokalaşması, önemli bir tartışmaya yol açtı. Kürtlere yönelik izlenen devlet politikasında aktif rol oynayan, HDP’nin hatta DEM Parti’nin kapatılması için çok büyük bir çaba sarf eden, Anayasa Mahkemesi’nin HDP kapatılma davasını karara bağlamadığı için kapatılması talebinde bulunan Bahçeli’nin, DEM Parti Eş Başkanı ve milletvekilleri ile tokalaşması politik bir mesaj olarak yorumlandığı için nedenleri üzerine tartışılıyor. Bahçeli, gazetecilerin tokalaşma üzerine sorulan sorunlara kısa cevap vererek ‘dünyada barışın konuşulduğu bir dönemde ülkede iç barışı sağlamak’ gerekir dedi. Birkaç gün sonra Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada ise ‘ bu kendiliğinden atılmış bir adım değildir. Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu durum bölgedeki gelişmeler iç barışı zorunlu kılmaktadır.’ Bahçeli, atılan adımın politik ve aynı zamanda bölgedeki gelişmelerle doğrudan bağlantılı olduğunu ifade etmiş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Devlet Bahçeli’nin bu adımına destek vermesi esasen bu kararın kendiliğinden değil bir devlet politikası olarak belirlendiği anlaşılıyor. Tokalaşma adımını Cumhurbaşkanı Erdoğan atmış olsaydı Bahçeli’nin attığı adım kadar gündemi meşgul etmezdi. Çünkü Kürt Politik Hareketinin askeri ve fizik olarak tafiyesinde ısrar eden kişinin Bahçeli olduğu biliniyor. Bu nedenle MHP liderinin atmış olduğu adım devlet içerisindeki güç ilişkilerinin bir mesajı olarak değerlendirildi.
Atılan adıma kuşkuyla yaklaşmak
Bahçeli gibi bir politik liderin böyle bir adımı atması öncelikli olarak kuşkuyla karşılanması doğal. Geçmiş çözüm süreci deneylerinden yola çıkarak devlet yeni bir oyalanma taktiğine mi gidiyor? Neden böyle bir adım atma ihtiyacı hissetti? Politik olarak bunun arkasında ne var? Kürtleri etkisizleştirmek için yeni bir oyun mu oynanıyor? Anayasa değişikliği ve seçimlere yönelik bir taktiksel hazırlık mı? gibi çok sayıda soru kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Hiç şüphesiz ki, bunların hepsinin olasılık olarak tartışılması, konuşulması, dikkate alınması gerekir. Devlet bir adım atarken politik tercihleri nasıl kullanacağını devletin çıkarları bağlı olacağı açıktır. Devlet bir adım atacaksa süreci en alt düzeyde başlatabileceği herkesi bildiği bir durum. Peki, bütün geçmiş deneylerden yola çıkarak devletin ya da en azından bugünkü iktidarın ya da devletten söz sahibi olan kanadın bu çıkışını yok hükmünde sayarak red etmek mi gerekir? Yoksa daha soğukkanlı ve stratejik düşünerek bir değerlendirme yaparak sürece müdahil olmak mı gerekir?
Devlet neden böyle bir adıma ihtiyaç duydu
Cumhur ittifakı liderlerinin birbirini tamamlar şekilde yaptıkları açıklamaların merkezinde İsrail’in başlattığı zora ve şiddete dayanan değişim sürecinin son derece önemli ve belirleyici bir etkisi var. İsrail yıkım stratejsini uygularken hem bölgedeki Körfez Arap ülkelerinin doğrudan ve dolaylı olarak onayını hem de küresel güçlerin aktif desteğini aldı. İsrail Başbakanı’nın yaptığı açıklama ; ‘Ortadoğu yeniden şekillendiriyoruz’ sözü tam da bunu ifade ediyor. Hamas üzerinden bölgedeki Müslüman Kardeşler Örgütünün tasfiye edilmesi süreci başladı. Müslüman Kardeşlerin askeri ve politik olarak tasfiye edilmesi Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Kuveyt gibi devletler açısından son derece önemlidir. İsrail Hamas’ı tasfiye ederek Körfez ülkelerine; ‘iç politik istikrarınızı sağlıyorum’ mesajını veriyor. Bölge ülkeleri de bunu doğru okuyarak Hamas’ın tasfiyesine ciddiye alınabilecek hiçbir tepki göstermediler.
İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’ın askeri olarak bütünüyle tasfiyesini, politik etki gücünün önemi ölçüde kırılmasını sağlayarak, İran’ın Şiilik üzerinde yayılmacı stratejisine önemli bir darbe vurmaya başladı. Böylelikle Ortadoğu’daki Şii-Sünni çatışmasında Sünnilerin yanında yer aldığına dair mesajını özellikle Körfez ülkelerine verdi. Çünkü Körfez devletlerinin nüfuslarına baktığımızda Şiilerin önemli bir potansiyel oluşturduğu bunun politik ve toplumsal riskleri olduğu bilinir.
Hizbullah, belki de İran’dan daha fazla bölgedeki direniş kuşağının önemli bir temsilcisi konumdadır. Bu nedenle İsrail, Hizbullah’ın tasfiye edilmesini sağlayarak aslında Körfez ülkelerine önemli bir destek verdiğini belirtmiş oluyor.
İsrail, ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği merkezli küresel güçlerin bölgesindeki çıkarlarına uygun bir askeri ve politik strateji izlediğini her defasında dile getiriyor. Hem İran’ın bölgedeki gücünün kırılması ve aynı zamanda önümüzdeki yıllar içerisinde İran’ın küresel sisteme dahil edilmesine nesnel bir zemin hazırlamış oluyor hem de devlet dışı güçleri tasfiye ederek bölgedeki enerji koridorunun veya Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarının işletilmesini şimdiden güvence altına alınmasını sağlamış olacak.
Türkiye denklemin dışında kalıyor
Bütün bu gelişmelere dikkate alındığında Türkiye, askeri, diplomatik ve jeopolitik ilişkilerinin dışında kalmış görünüyor. Ankara’nın bütün çabalarına rağmen bu sürece dahil olamadı. Cumhur ittifakı ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan Hamas’ın yanında yer alarak Körfez ülkelerinde ve Arap dünyasında bir sempati yaratma ya da ‘One Munite’ sürecinde olduğu gibi liderlik yapma girişimi açıktan başarısızlıkla sonuçlandı. Bölgedeki gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Ortadoğu’daki çözüm sürecinin dışında kalacağı söylemek için kahin olmaya gerek yok. Politik ve diplomatik gelişmeler bölge stratejisinin yeniden belirlenmesinde, Türkiye, denklemin dışına kalmaya başladığını gösteriyor. Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarının işletilmesine yeni enerji koridorunun oluşturulmasına yönelik atılan adımların hiçbirinden Türkiye bulunmuyor. Devlet aklı bu gelişmelerin çok net okumaktan ve denklemin dışına düştüğünü görmektedir.
Filistin sorunun çözülme süreci
Bir başka husus önümüzdeki iki yıl içerisinde Hamas’ın tasfiye edilerek hatta yeni Hamas lideri Sinvar’ın ve askeri kadroları veya yöneticileriyle birlikte Gazze’yi terk etmesi-tıpkı FKÖ’ünün 1982’de Beyrut’u terk etmesi gibi- Hamas’ın sürecin dışında tutularak Gazze’nin Filistin yönetimine bağlanması, İsrail yönetiminin de polis devletine dönüşen bir Filistin devletini kabul ederek Filistin sorunun bölgenin gündeminde çıkartılması süreci tamamlanacaktır.
Kürtler, küresel güçlerin gündemine geliyor
Bundan sonraki süreçte özellikle 2028-2035 yılları arasında başlayacak yeni dönemde uluslararası güçlerin Kürt dosyası masaya konulacaktır. Ortadoğu haritası fiilen değişmeye başladı. Irak ve Suriye’de Kürtlerin özerk yönetimleri önümüzdeki yıllarda çok daha fazla güçlendirilerek iki tarafın birleştirip fiili bir devlete dönüştürülmesi süreci başlaması kimseye sürpriz gelmemelidir. İran, Kürdistan eyaletini özerk eyalete dönüştürerek kendi içerisinde bu süreci çözmeyi hızlandıracaktır. Çünkü önümüzdeki süreçte İran’da iktidarın niteliksel bakımdan yani toplumsal ve politik değişiminin kaçınılmaz olarak gündeme geleceği ve yeni bir İran’la karşı karşıya geleceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Kürt dosyasının önümüzdeki yıllar içerisinde Türkiye’nin masasına konacağını Türk devlet aklı çok net olarak görebiliyor. Yani onların deyimiyle Türkiye’nin bölünebileceği kaygısı gündeme gelmiş bulunuyor.
Savaş politikası başarısız kaldı
Devletin stratejik aklı bir yol ayrımı ile karşı karşıyadır. Gelinen aşamada kendi iç politik sorunlarından kaçma şansına sahip değildir. Kürt meselesi artık bir iç sorun olmaktan çıkıp bölgesel bir sorun haline gelmiştir. Devlet, ya 40 yıldır devam eden ve bütünüyle başarısız olmuş güvenlik güvenlikçi politikalardan ısrar edecek ya bölgedeki gelişmeleri doğru okuyarak kendi iç politik barışını sağlamada radikal bir süreç başlatacaktır.
Devlet aklının bölünme fobisi ile devam ettirdiği savaş politikası hiçbir sonuç vermedi. Tersine ekonomik krizin çok daha büyük oranla derinleşmesine, iç politik çatışmanın artmasına, Türkiye’nin sürekli uluslararası ve bölgesel ilişkilerde tartışılmasına yol açtı. Yani içte birikmiş sorunların savaş politikalarıyla ya da anti demokratik-hukuk dışı yöntemlerle çözülemeyeceği artık görüldü.
Yeni süreç güven üzerinde inşa edilmelidir
Bugüne kadar izlenen stratejinin tartışılmaya başlanması ve terk edilerek yeni bir politik sürecin başlanması artık kaçınılmaz görünüyor. Devletin yeni bir adım atarken yine de devletin stratejik çıkarlarını esas alacaktır. Ancak, doğru bir taktik ve planlama ile sorunu ele almazsa atacağı adımların başarılı olamayacağı da görülüyor Bu nedenle devlettin ‘kandırma, oyalama ve sürece yayma’ gibi artık deşifre olmuş politik manevralara yönelmeden çözümün kendisine odaklanması gerekiyor.
Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar henüz güven verici değil. Geçmişte yaşanan çözüm süreci ve diyaloglar meselesinde görüldüğü üzere güven ortamının oluşmadığı ya da güvenin kırıldığı bir yerde Kürt cephesinden böyle bir soruna doğrudan ve koşulsuz « evet » demesi beklenemez. Bu nedenle Kürt sorunun çözümüne ilişkin Kürtlerden çok, devletin daha ciddi adımlar atması, sorunu kapsamlı bir şekilde tartışması çözüm önerilerini somut bir şekilde gündeme getirmesi gerekiyor.
Kürt tarafının sorunu demokratik siyaset içerisindeki çözümü konusunda ısrarı halen devam ediyor. Türkiye’nin demokratikleştirmesi Kürt sorunu demokratik siyaset içerisinde çözülerek adımların atılması konusundaki ısrarı ne askeri ne de politik bir yenilgiden kaynaklanıyor. Sorunun ülkenin iç politik ve toplumsal dinamikleri içerisinde aşılması stratejisini benimsemesinden kaynaklanıyor.
Devlet Bahçeli’nin söylediği gibi Türkiye’de iç barış sağlanacaksa bundan kastedilen kastedilen politik ve toplumsal barış olmalıdır. Bu konuda adımı atması gereken de öncelikli olarak devlettir. Devlet adım atmadan Kürtlerden adım atılmasını beklemek hem doğru olmaz hem de beklenen sonucu vermez. Devlet, çözüme ilişkin politik tutumunu ortaya koyar buna karşılık olarak Kürt tarafı da cevap verir.
Kürt Politik Hareketi, süreci kuşkuyla yakaşabilir ama süreci yeni bir dönem olarak da görebilir
Kürt politik tarafının atılan adıma kuşkuyla yaklaşması da gayet doğaldır. Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde, devlet kadar Kürtler için de bir güvensizlik dönemi oluştu. Dolmabahçe mutabakatının hayata geçirilmemiş olmasının birinci derece sorumluluğunun iktidarda olduğu biliniyor. Bu nedenle Kürtler uzatılan politik eli tutmak isterlerken meseleye kuşkuyla yaklaşmaları yeniden ‘kandırma, oyalama, tasfiye politikası için bir zemin hazırlama’ gibi kaygıları taşıma ve sürece temkinli yaklaşımları gayet normaldir. Ancak oluşan bütün güvensizliklere rağmen devlet tarafında ya da iktidar temsilcileri tarafından atılan bir adımı toptan reddetmek gibi bir dar politik anlayışa sahip olmak da yanlıştır. Böyle bir politik tercih içerisinde olacaklarını da düşünmüyorum.
Kürt tarafı ve özellikle DEM Parti, devlet veya iktidar gerçekten samimiyse Türkiye’nin iç politik barışını sağlayacak bir süreci aktif olarak destekleyeceklerini gerekli katkıyı sunacaklarını ve bu sürecin öznesi olacaklarını açık net bir şekilde ifade etmelidirler. Bunu yaparken sadece sözden değil pratikte de bunu göstermeli ve hissettirmelidirler. Önce diyaloga zemin hazırlanmalı sonra talepler üzerinden konuşulmalıdır.
Peki neler yapılmalıdır?
Dem Parti veya Kürt Politik Güçleri, süreci çok net olarak değerlendirmeli ve öncelikli olarak politik bir eylem planı hazırlamalıdırlar.
İktidar ile politik bir diyalog kurulmalı ve devletin temel yaklaşımı konusunda net bir fikir edinmelidir.
Buna uygun olarak hem politik partileri hem demokratik sivil kurumları harekete geçirebilecek somut bir çalışma yapmalıdırlar.
Geçmiş Dönemin ‘Akil Adamlar’ grubu yeniden bu sürece dahil olabilirler
Geniş bir sosyal çevreyi kapsayan kanaat önderlerinden ‘Kürt Akil İnsanlar’ grubu oluşturularak inisiyatif alabilirler.
Yeni dönemin ruhuna uygun Barış Konferansı yapılabilinir. Ya da geçmişte var olan ama şuan bütünüyle işlevsizleşmiş olan ‘Barış Meclisi’ yeniden sürece dahil dedilebilinir.
Devlet aklı, Bahçeli üzerinden attığı adımla toplumsal ve politik reaksiyonu ölçemeye çalışıyor. Devlet aklının kendisine göre bir planı olsa da devletin iç dinamiklerinde henüz somutlaşmış bir karar yok. Bunlar zamanla gerçekleşecektir. Ne İmralı ne Kadil ne de Edirne ile devletin çözüme ilişkin doğrudan bir teması yok. Hatta ‘İmralı ile Kandil arasında anlaşmazlık var’ gibi açıklamaların tamamı manipülasyondur.
Devlet, zamanı geldiğinde her aktörle görüşecektir. Örneğin Öcalan’sız bir çözümün olmayacağını en iyi bilen devletin kendisidir. Politik aktörlerin rolünü oynayabilmeleri için toplumsal ve politik zeminin oluşması gerekir. Bu zemin oluşmadan Öcalan’ın devreye girmeyeceğini yine en iyi bilen devlettir.
Sonuç :
Devlet söyleminin ciddi olduğunu göstermek için ilk adım olarak Kobani davasında AİHM Kararlarını uygulayarak gösterebilir. Hakkari de, Belediye Meclisi’nin seçtiği Belediye Başkanını tanır, operasyonları durdurabilir. Öcalan’ın Avukatlarıyla görüşmesine izin verebilir. Kürt Politik Hareketi ve DEM Parti de, bu süreci doğru okuyarak daha objektif değerlendirerek adım atmalı, bu sürecin gerçek politik ve diplomatik bir zeminde yürümesi ve çözüme odaklanması için de sorumluluk almaktan kaçınmamalı, tersine devleti zorladığını toplumun bütün kesimlerine göstermelidir. Hatta Kandil, devletin politik niyetini test etmek için ‘meşru müdafa dışında Geçici Ateşkes’ ilan edebilir. Böylesi bir adım politik ve toplumsal ortamı ciddi olarak etkiler.