Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Ahmet ÖZER’in görevden alınmış olması önemli siyasal sonuçlar doğuracaktır. Öncelikli olarak belirtelim ki, Ahmet ÖZER’in ne PKK ne de başka bir örgütle hiçbir ilişkisinin olmadığını en iyi bilen MİT Başkanlarıdır. Ne Hakan Fidan ne de İbrahim Kalın böyle bir iddiada bulunabilir. Ahmet Özer, uzun yıllar üniversitelerde akademisyenlik, rektör yardımcılığı ve dekanlık yapmış biridir. 20’ye yakın kitabı bulunmaktadır. Van’lı olup Kürt’tür. Bu nedenle ÖZER’ın ‘terör örgütüne üye olmak’ gibi çok komik bir iddiayla dava açılıp tutuklanmasının nedeni, Ankara’daki iktidarın politik hesapları ve planlarıyla ilgilidir.
Ahmet Özer’in neden tutuklandığına dair birkaç soru sormaktan yarar var. Abdullah Öcalan üzerinden uluslararası bir boyuta gelen Kürt sorunun çözümüne ya da çözümsüzlüğüne ilişkin başlayan tartışma ile Ahmet Özer’in görevden alınması arasında nasıl bir bağ var? İktidar neden bu operasyonu bugün gerçekleştirdi? Kime nasıl bir mesaj vermek istiyor? Buna benzer soruların doğru cevaplandırılması, iktidarın temel mantığını anlamış olmamıza yardımcı olacaktır?
CHP’ye deneme ve ona göre yeni adımlar atma
İktidar, Esenyurt Belediye Başkanı’nı görevden alarak Türkiye’nin iç dinamiklerine yönelik bir mesaj verdi. Bu mesajın bir muhatabı CHP’dir. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in PKK ile ilişkilendirilerek aslında CHP’nin de terörle ilişkilendirilmesine yönelik psikolojik bir saldırının alt yapısı oluşturulacak. Diğer bir önemli husus Türkiye’nin en büyük ilçesi ve onlarca ilden büyük olan Esenyurt Belediye Başkanı’nın görevden alınmasına yönelik oluşacak tepkiye göre Ekrem İmamoğlu’nun da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından uzaklaştırılması için bir denemedir. CHP’nin burada ortaya koyacak tutum hiç şüphesiz ki çok önem arz ediyor. Esenyurt Belediyesine Kayyum atanmasına karşı açık bir tutum alınmadan ve bu tutum süreklileştirilmeden ve gündemde tutulmadan birkaç hafta içerisinde normalleştirildiğinde İmamoğlu’nun görevden alınması hızlı bir şekilde gerçekleştirilecektir. CHP için diğer önemli bir tehlike de içten politik bir rekabetin veya çatışmanın yaratılmasıdır.
Dikkat edilirse CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL, CHP’nin bütün belediye başkanlarını İstanbul’a davet etmesine rağmen Ankara, Bolu ve Afyon belediye başkanları bu çağrıya uymadılar. Özellikle Mansur Yavaş’ın bu çağrıya uymaması, CHP içerisinde kimin cumhurbaşkanı adayı olacağına dair ilk saflaşma ortaya çıkmış oldu.
Kürtlere askeri ve politik mesaj veriliyor
Mesajın ikinci muhatabı ise DEM Parti’ye yani Kürtlerdir. Her ne kadar Ahmet ÖZER, kent uzlaşısıyla aday gösterilmiş olsa da kamuoyunda DEM Parti adayı olarak biliniyor. Ahmet ÖZER’in kısa dönem olsa da Belediye Başkanlığındaki icraatları çok tartışılmaya ve eleştiri almaya başlamıştı. Ancak sorun bu değil. Sonuçta Ahmet ÖZER, fiilen ve kabul gören anlayışa göre Kürtler adayı olarak kazandı. Bu nedenle Ahmet ÖZER, özellikle PKK bağlantılı gerçek dışı iddialar üzerinden tutuklanmasının doğrudan DEM Parti’ye mesaj verildiği açıktır. Öncelikli olarak Türkiye’nin batısında politik bir kurumu yönetemezsiniz. Bundan sonraki süreçte Mersin’in Akdeniz ve Toroslar ilçelerinde benzeri bir durum ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Aynı şekilde devletin Kürt soruna yönelik ilişkin belirlediği çözüm/çözümsüzlük çerçevesinin, Kürt Politik Güçleri tarafından kabul edilmediğinde, dün Hakkari bugün Esenyurt yarın Mardin, Diyarbakır, Van olabilir mesajı verilmek isteniyor. Yani belirtilen Kürt sorununda devletin dayatması ya kabul edilir ya da saldırılar başka boyutlarda devam eder mesajıdır.
Büyük Fotoğrafı görmek
Sıklıkla vurgulandığı gibi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ‘yeni’ bir Ortadoğu inşa ediliyor. İsrail, zor ve şiddet uygulayarak bu değişimin sorumluluğu üstlenmiş bulunuyor. Doğal olarak böyle bir değişimde kazananlar ve kaybedenler olarak tanımlandığında hiç şüphesiz ki İsrail, ABD, İngiltere, Avrupa Birliği dahası NATO eksenli ülkelerin kazananlar grubunda olduğunu görüyoruz. Körfez ülkelerinin tamamı bu süreçten kazananların ikinci gruba dahil olduğunu belirtebiliriz. Çünkü Hamas’ın temsil ettiği Müslüman Kardeşler yani İhvan Hareketinin tasfiyesi, Körfez ülkelerinin geleceğini şekillendirmede ve değişiminde önemli bir rol oynayacaktır. Henüz devletleşmemiş Kürtlerin de kazananlar cephesinde olduğu kabul görüyor. İran ve Türkiye kaybedenler grubundadır. Uluslararası alanda ise Çin ve Rusya’nın Ortadoğu dengelerinde nispeten gerilediği söylenebilir.
Bütün bu denklemler içerisinde iktidar gelişmelerin Ankara’nın aleyhine olduğunu görmeye başladı. Devlet, uluslararasılaşan Kürt sorununun belki de ilk kez Ankara için ciddi bir ‘beka sorunu’ geldiğini düşünmeye başladı. Bunun için de çok yönlü önlemler almak ve sorunu en az hasarla çözmek için politik ve askeri kararlar aldı.
Alınan politik kararların Devlet Bahçeli üzerinden aktarılmasının hem çok ciddi bir etki yaratacağı hem de taraflar bakımından önemseneceği düşünüldü. Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 günü Meclis Genel Kurulunda DEM Parti sıralarında gelerek Eş Başkan Tuncer Bakırhan ile tokalaşması, bu süreci başlatılmasının sembolik ama etkili bir adımı oldu. Bahçeli’nin daha Öcalan’ın parlamentoya getirilerek DEM Parti grubunda ‘PKK’nin silah bırakması çağrısını yapması’ talebi ile tartışmalar bir üst noktaya çıktı. DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan İmralı adasına giderek Abdullah Öcalan ile görüşmesi de bu sürecin bir parçasıdır.
Genel oluşan olumlu hava bir anda tersten bir etki yaratmaya başladı.
DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan adada PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşürken, Ankara’da Tusaş’a yapılan saldırı, devlet tarafından bir prestij sorunu olarak görüldü ve bu nedenle Kuzey Doğu Suriye’deki özerk yönetime karşı çok kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Her ne kadar PKK’nin askeri kanadı olan HPG’nin “bu eylemin süreci baltalamaya yönelik olmadığını, kendileri tarafından böyle bir talimat verilmediğini, özel bir otonum grubunun gerçekleştirdiğini, bunu zamanlamasının da tamamen tesadüf olduğunu” açıklamış olmasına rağmen sonuçta eylemin zamanlaması siyasal olarak çok farklı okundu ve değerlendirildi. Devlet, sağduyulu davranmak yerine geleneksel refleksini göstererek içte politik, Kuzey Doğu Suriye’de askeri saldırılara başladı. Böylelikle PKK’nin Türkiye’de eylem yapmasına karşılık bir caydırıcı rol oynamasını sağlamaya çalışıyor. Yani PKK’ye şu mesaj veriliyor : ‘Türkiye’de eylem yaparsan ben hem senin Türkiye’de elinde tuttuğun resmi kurumları zor kullanarak alırım hem de Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik çok daha fazla saldırılar gerçekleştiririm.
Esenyurt’un önemi
Akla şu soru geliyor: Ahmet ÖZER’in politik önemi nedir? Yada Ahmet ÖZER ne kadar etkili biri ki, tutuklanmasıyla nasıl bir mesaj verilecek? Burada sorun kişi olarak Ahmet ÖZER’in kendisi değildir. Türkiye’nin en büyük ilçesi ve devası rantı olan olan bir ilçenin Belediye Başkanı olmaktır. Mesaj Esenyurt’tur. Kürt nüfusunun en fazla olduğu ve İstanbul’da Kürtlerin kalbi sayılan bir bölge. Esenyurt kendi başına, bir kaç Kürt ilinin toplamından çok fazla bir nüfusa ve seçmene sahip.
Devlet’in öncelikli olarak Esenyurt’un seçmesi bir tesadüf değil. Kürt Politik Güçlere yönelik politik tasfiyeyi tersten bu kez Batı’dan başlayarak bir mesaj vermesidir. Böylelikle devletin kararlılığını gösterse de tersten telaş ve kontrolsüzlüğünü ortaya koyuyor. Bölgesel ve uluslararası alanda konuşulan Kürt sorunun çözümünün önüne geçmek istediği her adım tersten adeta başlarına bela oluyor. Bu nedenle Bahçeli’nin tek başına Öcalan’ı Parlamentoda açıklamaya devam etmesinin hangi öneriye alternatif olduğunun doğru anlaşılması gerekir. Öcalan’ın bu konuda önerisi neydi ki, devlet söz konusu öneriyi kabul etmeyip kendisinin tek gelip açıklama yapmasını istedi. Bu nedenle Öcalan’ın bütün önerileri kamuoyuna açıklanması gerekir. DEM Parti yada devlet bunları açıklamalıdır.
Devletin çözüme gelmesinden başka bir yolu kalmadı
Devlet, Kürt sorununda bölgedeki ciddi bir sıkışmışlık yaşıyor. Cumhuriyet tarihinde en ciddi beka sorunun bu dönem yaşıyor. Aşmak için her yolu deniyor. Önümüzdeki süreçte yeni saldırıların olması pek ala mümkündür. Önce kısa süreli de olsa sert ve şiddet sürecini derinleştirecek sonra zorunlu olarak görüşme ve diyalog yoluna girecektir. Devlet içinde de tam bir irade birliğinin olmadığı görülüyor. Orada da iç çatışma yaşanacaktır. Bölgesel gelişmeler devleti çözüme zorlayacaktır. Belirttiğim üzere Ahmet ÖZER gibi olaylar tekrarlanabilir. Başarısız kalacak olan bu tür hamleler, sürecin sancılı geçeceğini ama diyalog ve çözüm dışında başka bir alternatifin kalmadığı da görülüyor. Devletin, Kürtlerin bölgede artan politik gücünü yok saymadan, gerçeği görüp buna uygun olumlu bir strateji uygulayarak, içten politik, komşu ülkelerde askeri saldırıları bırakmalıdır. Aktörlerle görüşerek çözüm için politik-diplomatik ilişkiler geliştirerek meseleyi çözüme kavuşturmalıdır. Bunu yaparsa iktidar da, devlet de, Kürtler de, demokrasi güçleri de kazanır. Aksi taktirde devleti yönetenler, birleşme yerine bölünmeyi derinleştireceklerdir.