Meclisin belki de en yetkili olduğu alanlardan biri, yabancı bir ülkeye asker göndermek ya da başka bir ülkenin askerlerinin Türkiye’de konuşlanması kararını vermesidir. Böyle hassas konularda Meclis, geçmişte hükümete, yeni cumhurbaşkanlığı sisteminde cumhurbaşkanlığına alt ay nadiren bir yıl yetki veriyordu. Ancak bu kez 2 yıl yani Ekim 2023 yılına kadar uzatıldı. Genel seçimler normal sürede yapılsa dahi Haziran 2023 olmasına rağmen neden Ekim 2023’e kadar uzatıldı sorusu doğal olarak gündeme geliyor.
Mecliste kabul edilen tezkerenin iki yıllığına uzatılması birçok yönde değerlendirebiliriz. Birkaç noktanın altına çizebiliriz: Cumhurbaşkanı’nın tam yetkili olduğu yeni sistemde meclise sadece ‘noterlik’ görevi verilmiş bulunuyor. Öyle ki cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek yetkili olarak aldığı ve uyguladığı kararları birkaç ay sonra yasa haline getirme gibi bir işlevi var. Bu tezkere ile de son derece önemli olan stratejik bir konuda yetkisini tamamen cumhurbaşkanına devreden meclis artık fiilen işlevsiz bir konuma geldi.
Türk askeri güçleri 30 yıldan fazladır Irak Kürt Bölge Yönetiminin denetiminde bulunan alanlarda bulunuyor. Yakın dönemde Gare’ye binlerce askerin katıldığı bir operasyon yapıldı. Mecliste tezkere mi çıkartıldı. Hayır. Şuan dahi bölgede PKK ile Ordu birlikleri arasında çok ciddi çatışmalar var. Aynı şekilde 10 yıldır Suriye’de Türk askeri güçleri bulunuyor. Hem Rojava bölgesinde hem İdbil’de 10 bine yakın Türk askeri gücünün konuşlandığı biliniyor. Bu iki ülkeye asker göndermek için bugüne kadar bir tezkereye ihtiyaç duyulmadı. Bugün ihtiyaç duymalarının arka planındaki gerçeklik nedir? Bu önemli bir husustur. Yani meselenin çok yönlü ele alınması gerekiyor.
Tezkerenin uzatılmasında iç politik faktörler
AKP-MHP iktidarının tezkeredeki birinci tercihi iç politikaya yönelik bir hamledir. AKP iktidarı toplumsal gücünü kaybetmeye başladı. Başta ekonomik, hukuk, insan hakları, demokrasi gibi sorunlarda ciddi bir kriz var. 2015 yılından başlayan ancak son 3 yıldı doruğa çıkan ekonomik-sosyal problemler iktidarın toplumsal dinamiklerinin zayıflamasına ve etki alanının kırılmasına yol açtığını yapılan bütün anketlerde görmek mümkün. Devletin bütün olanaklarını sınırsız bir şekilde kullanılmasına rağmen AKP-MHP iktidarının politik ve toplumsal gücü hızla zayıflıyor. İktidarın kullanabileceği tek malzeme ise milliyetçiliğin yeniden en üst noktaya çıkartılarak toplumsal gerilimi ve çatışmayı arttırmasıdır.. HDP kapatılması gibi hamleler AKP-MHP iktidarı için oya dönüşmediği görüldü. Geçmişte El Bab, Afrin, Serikaniye bölgesinde olduğu gibi PYD’nin merkezinde olduğu Suriye Demokratik Güçlerine yönelik olası bir askeri operasyonla toplumun milliyetçi duygularını kışkırtmak böylelikle oy potansiyelini arttırmak istiyor. Peki, böyle bir operasyonla oy oranlarını attırabilir mi? Dahası 2015 yılındaki oy potansiyeline ulaşması mümkün mü? Çok net olarak söyleyebiliriz ki bu mümkün görünmüyor. Çünkü ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik, politik ve toplumsal sorunların 5 yıl önceye göre değişmiştir. Sorunların kendisi çözülmediği sürece nereye operasyon yaparlarsa yapılsın geçmişteki toplumsal gücüne ulaşması son derece zor görünüyor. İç politikada artan gerileme ve gündemi kontrol etme gücünü önemli oranda yetirmesi çözülme süresini hızlandırmaktadır. İktidarın çözülmesini durdurmak için daha önce olduğu gibi Kürtler üzerinde yeni adımlar atmak istiyor. Ancak fark edilmeyen şu: hem Suriye’deki süreç geçmişteki gibi değil, hem de Türkiye’nin iç politik-toplumsal dinamikleri ve ekonomik dengeleri önemli oranda değişmeye başladı.
Tezkerenin 2 yıllığına uzatılmasında iç politikaya yönelik olası başka bir planları
Tezkerenin Ekim 2023’e kadar uzatılmasının başka nedenleri ne olabilir sorusu akla gelebilir. Eğer AKP-MHP ittifakı iktidarı bırakmak istemeyeceklerse son derece önemli ve stratejik bir gerekçe bulmaları gerekir. Haziran 2023’de seçimler yapıldığında, bugünkü cumhur ittifakı ‘biz seçim sonuçlarını kabul etmiyoruz’ demesi pek olası değil. Ancak seçimler öncesi Türkiye’yi çok daha büyük olağan üstü bir durumla karşı karşıya bırakarak seçimlerin ertelenmesini sağlamaya yönelik bir girişimde bulunabilirler. Bu olağan üstü durum ne olabilir? Örneğin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile bir savaş, Kıbrıs Türk Kesimini Türkiye’ye katmak gibi bir adımı atmaları ya da Suriye’de topyekun bir savaşa girmek gibi bir kısım olasılıklar sıralanabilinir. Bu söylediklerime başvurmaları son derece zor en uçtaki örneklerdir. Ancak seçimlerin iptali için genel geçerli ‘ülkenin milli güvenliği’ gibi sorunların ötesinde çok ciddi bir gerekçenin yaratılması gerekir.
Tezkere, Türkiye’nin bölgesel politikalarını nasıl etkiler
AKP-MHP iktidarının özellikle Suriye merkezli politikasının önceliklerinden biri, oyun kurmak değil, kurulan oyunu bozarak kendisine askeri/politik bir alan açmaktır. Küresel güçlerin Suriye stratejisinde Ankara’ya ciddi bir rol vermedikleri ve vermeyecekleri açıktır. Ankara bu gerçeğin farkındadır. Kurulan oyunun içinde yer almadığına göre bölgedeki denkleme ancak ‘oyun bozarak müdahil olabilirim’ diyor ve bundan da nispeten başarılı oldu denebilir. Haziran 202’de İsviçre’nin Cenevre kendisinde Biden-Putin görüşmesinde belki de tek uzlaştıkları nokta: Suriye’de sorunların 2022 yılının sonlarına kadar çözülmesi askeri çatışmanın yerini diplomatik-politik ilişkilere bırakması, bölgedeki İslamcı cihatçı örgütlerin tasfiye edilmesi, yeni bir anayasanın yazılması ve özellikle Rojava’nın statüsünde temelde bir uzlaşıya varmaları’ oldu. Ankara, Putin-Biden denkleminde ‘Suriye’de oyunun yeniden kurulduğunu ve oluşan yeni denklemde kendisine alan açılmadığını düşünüyor. Yeni tezkere ile askeri gücü devreye sokup kurulan oyuna bozmaya yönelik bir kısım adımların atılmasını sağlamak, doğrudan bir askeri operasyona girmekten çok Biden ile Putin üzerinde bir baskı kurarak kendisine alan açmak istiyor. Bu yönelimlerin pek başarılı olmadığı, olmayacağı artık görülmesi gerekir. Ancak fark edilse dahi uygulamadığı nokta, Suriye’nin bugünkü askeri ve politik denkleminde oyun kurucuları arasında yer almanın tek koşulu; bölgenin sosyo-politik gerçekliğini görmek ve ona göre objektif bir strateji belirlemektir. Örneğin PYD merkezli SDG’nin kontrolünde bulunan bölgeleri askeri operasyonlarla istikrarsızlaştırmak yerine politik olarak muhatap alıp görüşerek sorunları çözmek daha gerçekçi ve uygulanabilir bir politika olur. Aynı zamanda İdlib, El Bab, Afrin bölgelerinde ilişki içinde olduğu radikal İslamcı örgütlerle olan bağını keserek, Esad rejimiyle görüşmeye başlamasıdır.
Tezkerede yabancı silahlı güçlerin ülke içinde konuşlanması ibaresi ne anlama geliyor
Tezkerenin ilgili bölümünde: « aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması » olarak belirlenmiş: Burada kelimeleri dikkatli okumak ve anlamaktan yarar var. “Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi” dediğine göre hangi ülkeden Türkiye’ye risk ve tehdit gelecek ki, yabancı güçler davet edilerek bu ‘risk ve tehditleri’ bertaraf edecek. Bir bakıma Türkiye’nin olası bir başka ülke saldırısına karşı korunması tanımlanıyor. Komşu ülkelere bakıldığında hangi ülke Türkiye’ye karşı bir savaş açabilir. Böyle bir komşu ülke olmadığı açıktır. Doğu Akdeniz’de böyle bir olasılık var mı? Yunanistan ile Türkiye arasında belki de hiç mümkün olmayacak ama bir an Yunanistan’ın Türkiye’ye saldırdığını düşünsek Ankara, hangi ülkeyi desteği çağıracak ve saldırıyı bertaraf ettirecek. Peki, geriye nasıl bir olasılık kalıyor. Dost ülke ilan edilen Rusya arasında olası bir çatışma dahası Rusya’nın Suriye sınırları içerisinde Türk askeri birliklerine yönelik olası operasyonu karşısında ABD merkezli NATO birliklerinin Suriye-Türkiye sınırına konuşlandırılması olasılığı akla geliyor. Tezkere çok açık ülkeye davet edilecek yabancı güçlerin “Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi” isteniyor. Bir ülkenin Ankara’ya karşı savaş açması için hem çok özel bir gerekçesinin olması hem de askeri olarak oldukça güçlü olması gerekir. Bölgesel ilişkiler dikkate alındığında tek bir olasılık kalıyor: Suriye’yi askeri olarak bütünüyle kontrol eden Rusya’ya karşı NATO’dan destek isteme ihtimalidir. Rusya’nın Suriye savaşını Türkiye’nin topraklarına taşıma gibi bir planı olmayacağına göre Ankara bu hamle ile sadece ABD’ye göz kırpmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Bir başka olasılık da şu olabilir: İçişleri Bakanı Soylu İran’ı ziyaret etti. Bu görüşme pek konuşulmadı. Eğer İran ile Türkiye arasında ortak bir uzlaşı sağlanırsa PKK’ye yönelik olası ortak bir askeri operasyonun olabileceği uluslar arası basına yansıdı. Eğer bu iki ülke Irak ve Suriye üzerinde bir uzlaşıya varır ve özellikle Tahran’ın bölgedeki pozisyonu Ankara tarafından kabul görürse, PKK’ye yönelik ortak bir operasyonun gündeme gelmesi kimseye sürpriz sayılmamalıdır. Tezkerenin ‘yabancı güçlerin risk ve tehditleri bertaraf etmek için davet edilmesi’ İran ile birlikte ortak operasyon yapılması olasılığı olabilir. Her ne kadar bu olasılığın oldukça zayıf olduğu söylense de analiz edilen hususlardan biridir.
Partilerin tercihleri ne anlama geliyor
AKP-MHP iktidarının bu tezkereyle önümüzdeki süreci kendi politik ihtiyaçlarına yönlendirmek, iktidar gücünü ihtiyaca göre koşulsuz kullanmak, iktidarını devam ettirmenin bir aracı haline getirmek gibi bir plan içerisinde olduğu açıktır. 2 yıllığına böyle bir yetkinin cumhurbaşkanına verilmesi önümüzdeki süreçte yeni sorunların oluşmasının önünü açabilir. Mutlak olmamakla birlikte, iktidarı sürdürebilmek için yeni bölgesel krizlerin oluşmasına yol açabilecek adımların atılması olasılığı bulunuyor.
Öncelikli olarak hem ana muhalefet partisi olarak hem de gelecekte iktidarın şekillenmesinde önemli bir rol üstlenecek olan CHP’nin özellikle Kılıçdaroğlu’nun ikna edilerek tezkereye hayır/ret oyu vermesi son derece önemlidir. Öncelikli olarak AKP-MHP iktidarı tarafından uygulanan psikolojik baskının kırılması bakımından ciddi bir adım olarak değerlendirildi. CHP’ye yönelik politik tehditlerin arttığı bu dönemde tezkereye karşı çıkması sadece CHP içerisinde ön plana çıkan birkaç kişinin Kılıçdaroğlu’nu ikna etmeleri değil esasen Türkiye’nin geleceğini yeniden şekillendirmek isteyen devletin bir kanadının yada devlet aklının verdiği mesajın çok önemli bir etkisi olduğu açıktır. Kılıçdaroğlu’nun iktidara karşı açık pozisyon almış olması, devlet içindeki güç dengelerinin yeniden şekillenmeye başladığını gösteriyor.
İYİ PARTİ’nin tezkereye yönelik bütün eleştirilerine rağmen ‘evet/kabul’ oyu vermesi hem kendi toplumsal tabanının oluşturduğu baskı hem de oy kaybına uğrayan AKP/MHP iktidarının özellikle milliyetçi oylarına kazanma hesabı yaptığı anlaşılıyor.
Programına ‘ana dilde eğitim, kültürel haklar’ gibi argümanları koyan DEVA Partisinin önce ‘evet/kabul’ eğiliminde olması sonra ‘çekimser’ oyu kullanması dikkat çekicidir. Çok daha fazla özgürlüklere ve politik değişimlere açık olduğu sıklıkla vurgulanan DEVA’nın ‘çekimser’ kalması dahi, sistemin geleneksel yapısına ne kadar uyumlu olduğunu gösteren bir veri olarak değerlendirebiliriz.
Sonuç: Tezkerenin 2 yıllığına uzatılarak cumhurbaşkanına tam yetki verilerek meclisin devreden çıkartılması, Türkiye’nin önümüzdeki süreçte hem iç politikada hem de bölgesel ilişkilerde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağı açıktır.