Dışişleri bakanlarının da hazır bulunduğu iki liderin görüşmesi yaklaşık bir saat sürdü. Ankara’nın böyle bir görüşmenin gerçekleşebilmesi için Washington üzerinde ısrarlı bir diplomatik baskı kurduğu ABD medyasında yer aldı. Biden’in cumhurbaşkanı Erdoğan ile yakın bir ilişki kurmak istemediği çok açık. Bu nedenle görüşmeleri daha çok ABD dışında yapmaya dikkat ettiği görülüyor. Biden, ABD başkanı seçildikten yaklaşık 6 ay sonra 24 Nisan 1915 olayları nedeniyle ‘Ermeni Jenosidi’ tanımını kullanacağını 23 Nisan’da arayarak bir bilgilendirdi. Haziran 2021’de Brüksel’de NATO zirvesinde ilk yüz yüze görüşme gerçekleşti. Eylül 2021’de New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna katılan cumhurbaşkanı Erdoğan, Biden ile görüşmek istemesine rağmen bu istek gerçekleşmedi. 31 Ekim 2021’de Roma’da G-20’ler zirvesinde yani ABD toprakları dışında ikinci kez Biden-Erdoğan görüşmesi yapıldı.
Cumhurbaşkanı görüşmeye psikolojik bir rol yüklemeye çalıştı.
Erdoğan, Biden ile yapılan buluşmaya psikolojik bir misyon yükledi. Öyle ki ABD’nin öncülük ettiği 10 ülkenin Büyükelçileri tarafından kamuoyuna sunulan ‘Kavala Bildirisi’ne karşı cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dışişleri Bakanıma talimat verdim: ‘Bunlar derhal istenmeyen adam ilan edilsin.’ Büyükelçilerin gönderilmeyeceği ve Erdoğan’ın ilan ettiği talimatın uygulanmayacağı biliniyordu. Sanıldığı gibi Büyükelçiler geri adım atmadılar ama Erdoğan ‘istenmeyen adam ilan edin’ gibi çıkışı uluslar arası ilişkilerde baskı oluşturmaya yönelik bir hamle olması dışında bir anlam ifade etmiyordu. Biden ile görüşmenin bir aracı haline getirmeye çalıştığı söylenebilir.
Biden ile görüşülmenin iktidar tarafından hem iç politikada hem de bölgesel ilişkilerde ABD ile ilişkilerin başkanlar düzeyinde kesintisiz devam ettiği mesajını vermeye çalışılıyor. Muhalefetten ‘iktidarın izlediği dış politika nedeniyle Türkiye’nin bölgesel ve uluslar arası ilişkilerinde yalnızlaştığı, politik etki gücünü kaybettiği’ biçimindeki eleştirilere karşı en önemli hamle, Biden ile görüşmek bir bakıma bir fotoğraf çektirebilmekti. Biden ile görüşmek için zorlamaya dayanan diplomatik çabaların, sorunların çözümünde ciddi bir etki yaratmadığı sadece kamuoyuna yapılan birkaç açıklamanın ötesine geçmeyeceği çok açıktır. Ortak açıklmanın yapılmamış olması, cumhurbaşkanı tarafından gazetecilere yapılan değerlendirme ve sorulan sorulara verilen cevaplar, sorunların çözümüne dair ciddi bir kararlılığın ve ortak irade birliğinin oluşmadığını anlayabiliyoruz.
Erdoğan, özellikle Trump döneminde ilişkileri kurumsal düzeyden değil daha çok kişisel ilişkiler üzerinde yürütmeye özen gösterdi. Bundan da nispeten başarılı oldu. Aynı yöntemi Biden ile yapmaya çalışsa da bugüne kadar başarılı olamadı. Biden devletler arasındaki politik ilişkilere kurumsal bir çerçeveden bakıyor. Bu da Cumhurbaşkanı’nın alışık olmadığı bir tarzdır. Ayrıca Biden’in hem kişisel görüşlerinin hem de yönetiminin Ankara’ya politik bakış açısının negatif olduğu biliniyor.
Biden ile görüşmek neden önemseniyor
Görüşmenin sonuçları özellikle Ankara’nın gelecekte belirleyeceği ve uygulayacağı bölgesel politikalar bakımından önem arz ediyordu. ABD ile politik ilişkilerdeki gerginliğin ve artan görüş farklılıklarının sadece ABD ile sınırlı olmadığı, olmayacağı NATO ve AB ile de sorunların devasa boyutlara ulaşacağı anlamına geliyor. Bu nedenle ABD ile olası sorunların çözümündeki ilerleme kaçınılmaz olarak Brüksel’deki bütün ilişkilerin çözümünde önemli bir rol oynayacaktır. Tersten ABD’nin bölgesel politikaları ve stratejileriyle uyumlu olmayan yönelimlerin Brüksel’deki karşılığı düşündüğümüzden daha negatif olacaktır ve bunun bölgesel yansımaları Ankara’yı daha fazla sarsacaktır. Bu nedenle Biden ile görüşmelerde ortaya çıkacak pozitif bir tablo, Ankara’nın belirlediği politikaların yönünü ve geleceğini etkileyecek hatta ciddi oranda belirleyici olacaktır.
Görüşmeden sonra diplomatik dille yapılan açıklamaların politik özeti
Birincisi, ABD tarafı Türkiye’de hukukun üstünlüğüne, demokrasi ve insan halkları konusundaki hassasiyete yeniden dikkat çekmiş. Osman KAVALA’nın serbest bırakılmasına ilişkin on Büyükelçinin yapmış olduğu ortak açıklamanın organizatörünün ABD Büyükelçiliği olduğu dikkate alındığında ABD’nin genel yaklaşımı çok daha net anlaşılıyor. Bu nedenle Türkiye’de insan hakları ve hukuksal sorunların Kasım ayı içerisinde Avrupa Konseyi’nin önüne geleceği dikkate alındığında çok daha ciddi sorunların oluşacağını söyleyebiliriz. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş için önemli gelişmelerin yaşanması dahası serbest bırakılmaları sürpriz sayılmaz.
İkincisi, Ankara’nın özellikle üzerinde durduğu son derece önemsediğini her fırsatta dile getirdiği Suriye’de PYD merkezli Suriye Demokratik Güçler’inin varlığıdır. Ankara için PYD’nin Suriye’deki Özerk yapısı ‘Milli Güvenlik Sorunu’dur. ABD için SDG ittifak gücüdür. Biden yönetiminin inisiyatif almasıyla SDG’ye karada kullanılacak top, tank, füze savunma sistemlerinin sayısal oranlarını arttırdıkları hatta SDG militanlarına helikopter eğitimi verdikleri, özel kuvvetler gibi seçici bir güç oluşturmaya başladıkları da iddia edilmektedir. Ankara’nın bütün ısrarlarına rağmen ABD’nin SDG’den vazgeçmeyeceği, bölgesel stratejisi açısında birlikte hareket ederek desteklemeye devam edecekleri görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda sorulan bir soruya verdiği yanıt meselenin gündeme geldiğini ve ABD’nin SDG’yi desteklemelerine dair ‘üzüntülerini’ dile getirdiklerini söyledi. Yani askeri ve politik yaptırım veya olası hamlelerin mümkün görünmediği, sadece bu konuda üzüntülerini dile getirdikleri anlaşılıyor.
Üçüncüsü, S-400’ler ve Rusya ile ilişkiler meselesidir. ABD’nin S-400’ler konusundaki tutumunun değişmediği, değişmeyeceği çok açıktır. Ankara’nın bu yönlü çabalarının sorunun çözümünde bir etkisi olmayacağı, ABD için tek çözümün ‘S-400’lerin ya Rusya’ya iadesi ve kullanılmayacak şekilde ABD/NATO güçlerinin kontrolünde tutulması’ olarak belirlenmiş bulunuyor. Ankara’nın ‘biz kararımızı verdik geri adım yok’ açıklamaların gelecekte özellikle ekonomik ve politik ilişkilerde ciddi sorunlar yaratacağı açıktır. Biden-Erdoğan görüşmesinde ABD’nin tutumundan bir değişiklik olmadığı tarafların aynı pozisyonu korudukları anlaşılıyor.
Dördüncüsü, Biden yönetimi Türkiye’nin F-35 projesinden çıkartıldığını resmen açıkladı. Olağanüstü politik gelişmeler olmadığı takdirde bugünkü iktidar döneminde 5.nesil F-35’lerin Türk ordusuna verilmeyeceği artık netleşmiş durumda. Ankara bu kez 40 adet F-16 savaş uçağı almak istiyor. Böylelikle hem ABD ile askeri ilişkileri devam ettirmek, hem hava askeri ihtiyacını karşılamak hem de ödenen 1,4 milyar doların karşılığını almış olacak. Yunanistan’ın yakında ABD’nin F-35 uçaklarına sahip olması ve Fransa’nın 4.nesil 18 adet Rafale uçağının dört tanesini teslim etmiş olması hava üstünlüğü bakımından önemli bir avantaj elde edecektir.. Bu nedenle Ankara en azından askeri ve politik sorunların çözümüne kadar F-16’larla bir denge kurmak istiyor. ABD Ankara’yı F-35’ler projesinden çıkartmasına rağmen 1,4 milyar doları ödemek istemiyor. Peki neden? ABD’de devam eden Halk Bank davası var. Eğer Mahkemeden Halk Bankasının ambargoyu deldiği kararı çıkarsa, milyar dolarlarla ifade edilen bir para cezası verileceği kesin. ABD’nin F-35’ler için ödenen paranın iadesini geciktirmesinin nedenlerden birinin bu paraya el koymak gibi bir planı olduğu iddia ediliyor.
Beşincisi, Erdoğan-Biden görüşmesine saatler kala ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün ‘ Ankara’nın ilişkileri istikrarsızlığa yol açabilecek davranışlardan uzak durması’ gerektiği uyarısını yaptı. Bir bakıma cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dahası Ankara’nın rotasını çizdi denebilir. ABD’nin uluslar arası ve bölgesel çıkarlarına aykırı davranırsa mevcut yaptırımların daha da ağırlaştırılacağı mesajını vermiş oldular.
Ankara’nın açmazları
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile görüşmesinde sorunların çözümüne dair çok küçük bir adım dahi atılmadı. Ankara’nın hem iç politikada bir inisiyatif alması hem de bölgesel ilişkilerde belirlediği stratejiye bir hareketlilik kazandırması mümkün olmadı. Hatta Washington tarafının Doğu Akdeniz, Kafkasya, Afganistan, Suriye meselelerin konuşulduğunu açıklamasına rağmen Ankara tersine bunların gündeme gelmediğini söylemekle yetindi. Bütün bu meselelerin gündeme geldiği yapılan analiz ve değerlendirmelerde anlaşılıyor. Bu nedenle Ankara’nın özellikle bölgesel politikalarını istediği gibi uygulama şansı bulunmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce ‘Taliban ile aynı İslami inanca sahibiz’ biçiminde yaptığı açıklamanın aksine bu kez ‘Taliban ile aynı sosyolojik zeminde bulunmuyoruz’ dedi. Suriye’de SDG’nin desteklenmesi ‘nedeniyle üzüntülerimizi dile getirdik’ açıklaması Suriye’de yeni bir askeri maceraya girilmemesi uyarısı olarak algılandı.
Sonuç: Ankara’nın Biden ile yapılan görüşmeye özel bir önem vermesinin politikaların uygulanabilirliği için ciddi bir karşılığının olmadığı bir kez daha görüldü. Bu nedenle ABD’de gerekli desteği ve onayı alamayan Ankara’nın kasım ayı içerisinde AB tarafından alınacak bir kısım kararları da etkileyeceği kesin. Suriye’de Rusya’nın Esad güçlerine verdiği desteği arttırdığı ve sadece İdlib bölgesi değil El Bab ve Afrin’in çatışma alanına gireceği artık netleşmiş bulunuyor.
Bölgesel ilişkilerde dengelerin değiştiği ve Ankara’nın askeri harekat alanının giderek sınırlandığı bu nedenle sorunların çözümünde daha objektif ve gerçekçi politikalarla sürece dahil olması gerekir. Bunun yolu bölgesel çatışma değil uzlaşı ve diplomatik-politik ilişkilerin geliştirilmesidir. Bu nedenle iktidar bölgesel ve küresel çaptaki politik gelişmeleri doğru okuyarak ne bölgesel çapta bir maceraya atılmalı ne de iç toplumsal ilişkilerde gerilim ve çatışma politikasına yönelmelidir.