AnalizGüncel Haberler

KÜRESAM ANALİZ: ZİRVELER KISKACINDA TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ



Haziran’ın ikinci haftası uluslararası ilişkilerde baş döndürücü bir süreç oldu. Bu kısa sürece dört önemli görüşme yapıldı: G-7’ler ve NATO liderler zirvesi, Biden-AB liderleri/yöneticileri ve Putin-Biden görüşmeleri gerçekleşti. Bu dörtlü görüşmenin merkezinde birkaç konu, ülke ve lider ön plana çıktı denilse yanlış olmayacak. Birincisi Bütün zirvelerin ve görüşmelerin merkezinde ABD vardı. ABD’nin Trmup döneminde ortaya çıkan sorunların yeni dönümde aşılması oldukça önem arz ediyordu. Bu nedenle dünya ABD Başkanı seçilen Biden’in vereceği mesajlara kilitlendi. Biden seçildiğinden bu yana ilk kez bu düzeyde kısa sürede kapsamlı birkaç önemli toplantıya katıldı. Yani Biden’in başkan seçilmesiyle birlikte ABD yeniden küresel dünya sisteminin liderliğine geçti denebilir. Bu nedenle küresel dünya sisteminin iç politik, ekonomik ve askeri sorunlarının tartışılması ve karara varılmasında Biden’in önemli bir etkisi olacağı çok açıktır.

 

Her zirvenin kendisine has bir kısım konuları öncelikli olarak ön plana çıktı:

 

G-7’ler  zirvesi: Pandemi ekseninde yoksul ülkelere bir milyar doz aşının hibe edilmesi, iklim/küresel ısınma, küresel şirketlerin vergilendirilmesi, demokratik değerlerin korunması ve geliştirilmesi konuları tartışıldı. Küresel dünya sistemi bakımından da Rusya ve Çin gündeme alındı ve bu iki ülkenin askeri, ekonomik yayılmacılığına karşı bir kısım alternatif planlar ortaya konuldu.  G-7’ler zirvesinde  demokratik değerlerin işletilmediği ülkelere özel bir vurgu yapıldı ve özellikle Rusya, Çin, Kuzey Kore ve gibi ülkelere dikkat çekildi. Türkiye’de doğrudan isim telaffuz edilmemişte olsa bu ülkeler kategorisinde gösterildi.

 

NATO Zirvesi; Biden’in ilk kez NATO liderler zirvesine yüz yüze katılmış olması, ABD’nin hem NATO hem de Avrupa kapsamında yeniden küresel sistemin merkez gücü olacağının mesajı verilmiş oldu. ABD olmaksızın NATO’nun işlevsiz kalacağı ve küresel sistem üzerinde bir etki alanı yaratmayacağına dikkat çekildi. Esasen ABD’nin belirlediği 2030 NATO vizyonu ile küresel dengelerin yeniden belirlenmesine karar verildi. NATO vizyonunda yapılacak değişiklikle NATO’nun karar alma süreci değiştiriliyor. Kararların oy birliğiyle değil de nitelikli ol çokluğuyla alınması ilkesi benimsendi. NATO sadece askeri bir güç olarak değil gerektiğinde politik ve ekonomik olarak müdahale süreçlerine dahil olacak. Ancak en önemli husus ise Rusya’nın askeri, Çin’in ise ekonomik olarak fiilen düşman kategorisinde görülmesi stratejisinin benimsenmiş olmasıdır. Bu iki ülke ile doğrudan bir çatışmaya girilmeyecek ama sınırlandırılması için bir kısım askeri, ekonomik ve politik kararlar alınacaktır. NATO’nin yeni dönem stratejisi kapsamında iki ülke özellikle askeri ilişkilerin geliştirilmesinden kaçınılacak ve teknolojileri kullanılmayacak. Aslında NATO üyesi ülkelerin bu ülkelere ait askeri teknolojilerinin kullanılması fiilen yasaklanıyor. Ayrıca Karadeniz’in NATO’nun bir iç denizi haline getirilmesi için Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine alınmasına dair somut bir karar çıkmamışta olsa, ABD’nin bu yönde bir eğilimi olduğu yeniden teyit edildi. Almanya’nın bu sürece sıcak bakmaması ve Putin-Biden görüşmesi bu  sürecin yönünü belirleyecek denebilir.

 

AB-ABD liderler zirvesi: ABD Başkanı Joe Biden ile Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, NATO zirvesinde bir bakıma ikinci kez AB-ABD Zirvesi gerçekleşti denebilir. Michel, Biden’i atfen “Brüksel’e geri geldiniz ve ABD küresel sahneye geri döndü. Bu ittifakımız için ve dünya için harika bir haber. Küresel sınamalar konusunda sizinle çalışmaktan memnuniyet duyuyoruz” dedi. ABD’nin küresel sisteme yeniden daha güçlü bir dönüş yapmasında belki AB kendi politik tarihinde ilk kez bu kadar memnun oldu. Bunun temel nedeni Rusya ve Çin ile rekabette ABD-AB stratejik ilişkisinin son derece önemsenmiş olmasının ötesinde gerekli olduğuna inanılmasıdır. AB’nin NATO ilkelerine bağımlı ama ayrı bir ordulaşmaya gidilmesinin ABD tarafından kabul görmesi, iki kıta arasındaki ekonomik sorunların çözümü ve geliştirilmesi, küresel sorumluluğun birlikte paylaşılması ilkesi benimsendi. Trans-Atlantik ilişkilerin kalıcı bir stratejiye dönüşmesi için ‘Ortak Ticari ve Teknoloji Konseyinin’ kurulması kararı alındı. 2020 yılında 100 trilyon dolan olan ticari hacmin 200 trilyon dolara çıkartılması, ekonomik rekabet yerine ortak ilişkilerin geliştirilmesi, özellikle ‘yapay zeka, kuantum hesaplamaları ve biyo-teknolojilerin yanında tedarik zincirlerinin güçlendirilmesi’ üzerine ortak bir uzlaşı sağlanması iki tarafın birbirini rakip değil çok yönlü ittifak gücü olarak görülmesi ilkesini yeniden ön plana çıkarttı.

Ayrıca kamuoyuna doğrudan yansıtılmayan ABD-AB arasında Doğu Akdeniz, Ukrayna, Karadeniz, Libya, Suriye, İran, Türkiye ve Kürtler gibi konularda birbirine oldukça yakın tezler savunmaları ve ortak politikalar ekseninde tek bir güç olarak hareket etme kararı alındı. ABD-AB ilişkilerinin güncelliği bakımından Doğu Akdeniz-Suriye-Libya-İran konularında tam bir uzlaşı sağlandığını söylemek pek ala mümkün. Özellikle Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin yer alması gerektiğine dair ortak bir politikanın belirlendiğini de söyleyebiliriz.   Önümüzdeki süreçte bölgeye yönelik ortak politik stratejilerin geliştirilmesi ve daha aktif bir şekilde müdahale edilmesi yönünde bir kısım kararların alınacağı söylemek mümkün

ABD-AB liderler zirvesinin en önemli gündem maddelerinden birinin Türkiye olduğu da biliniyordu. Yapılan görüşmelerde Ankara’nın gündeme alınıp tartışıldığı ve ortak bir politika belirlenmesi konusunda anlaşıldığı anlaşılıyor. Yapılan açıklamada ‘demokratik bir Türkiye ile işbirliği hedefliyoruz’ vurgusu yapıldı. Bunun politik yorumu şu: Türkiye ile karşılıklı çıkarlar çerçevesinde çalışmak isteriz. Ama Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekir. Yani bugünkü iktidar demokratik değil. Türkiye’nin politik yönünün belirlenmesi yönünde bir mesaj verilmiş oldu. Türkiye’nin hem NATO ve AB gibi küresel dünya sistemi içerisinde yerini alabilmesi hem de ABD ile stratejik ilişkileri geliştirebilmesi için iç politik sisteminin demokratikleşmesi ve hükümetin demokratik değerleri ön plana çıkartması gerekir. Bu ortak kararın olası etkilerini 24-25 Haziran 2021 tarihinde toplanacak olan AB Liderler Zirvesinde görebiliriz.

Biden-Putin Zirvesi: Ayrı bir analiz konusu olarak ele alacağımız bu zirve, uluslararası alanda oldukça önemsenin ve merak edilen bir görüşmeydi. İki ülkenin jeo stratejik çıkarlarının ve hedeflerinin birbirinden oldukça farklı olduğu dikkate alındığında görüşme sadece iki ülke arasında değil küresel dünya sistemi bakımından da önemli görüldü.   Tam 5,5 saat süren toplantıda mevcut bütün sorunlar kapsamlı ele alındı. Nükleer silahlanmadan Demokratik değerlerin korunması ve geliştirilmesine kadar bütün sorunların tartışıldığı bir zirve olarak görüldü.  İki lider “nükleer bir savaşın kazanılamayacağı ve böyle bir savaşın asla çıkarılmayacağı” yönündeki taahhüdü yenilemesi, nükleer silahlanmanın geleceğine dair askeri-politik yönelimi ortaya koydu.

İki liderin gündeminden Ukrayna, İran, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi konuların olması görüşmenin 5 saati geçmesinin nedenlerinden biriydi. İki lider aralarındaki bütün farklılıklara rağmen stratejik konularda birlikte çalışmaya dikkat çekti. İran’ın yeni bir nükleer anlaşmaya ikna edilmesi ve Suriye’nin geleceğine dair ortak çalışma kararı alınmış olması özellikle Ortadoğu’nun istikrarı bakımından önemseniyor. Önümüzdeki süreçte ABD-Rusya ilişkilerinin somutlaşacağı alanın Ortadoğu olması kimseye sürpriz gelmemelidir. Suriye’de BM Güvenlik Konseyi tarafından ‘terörist’ görülen İslamcı cihatçılarla mücadelenin de yoğunlaştırılarak  savaşın en kısa sürede sonlandırılarak ‘yeni’ ya da ‘demokratik’ bir Suriye’nin küresel dünyaya dahil edilmesi için Cenevre görüşmelerinin hızlandırılması ilkesel olarak kabul gördü.


Biden-Erdoğan görüşmesi: Dört zirvenin doğrudan ya da dolayı olarak gündem maddelerinden biri Türkiye’ydi. Bu nedenle iki liderin görüşmesi önemliydi. Hem ABD-NATO-AB’nin Türkiye stratejisinin netleşmesi hem de Türkiye’nin politik geleceğini belirlemesi bakımından önem arz ediyordu. Biden sadece ABD adına değil bir bakıma NATO ve AB sözcüsü gibi hareket etti denebilir.

ABD-NATO-AB ile Ankara arasında yapısal sorunların olduğu bir gerçek. Burada çelişkileri yaşayan ülkenin Ankara olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan merkezli Ankara’daki iktidar NATO’nun 2030 stratejik vizyonunu kabul etti. Bilindiği üzere bu stratejinin en ayrıt edici özelliği Rusya’nın fiilen ‘askeri’ düşman kategorisinde görülmesi ve bu ülkeye ait teknolojisinin kullanılmamasıdır. Hem stratejiyi kabul edip hem ‘düşman’ kategorisinde görülen ülkenin teknolojisini kullanmak askeri ve politik ilişkilerin mantığına uymaz.

Biden-Erdoğan görüşmesi baş başa ve heyetler dahil yaklaşık 45 dakika sürdü. Putin-Biden görüşmesi 5 saat sürdü.  Biçimsel olarak ilişkilerin önemsenmesi ve çözüm odaklı olmasıdır. Erdoğan-Biden görüşmesinde mevcut sorunların hiç birinde somut denetlenebilir bir çözüm masaya geldi. Görüşme öncesinde arka plan diplomatik görüşmelerde ciddiye alınabilir bir gelişme olmadığından ikili görüşme biçimsel olmanın ötesine geçmedi denebilir. Küçük ama dikkat çeken önemli bir örnek: Biden-Erdoğan görüşmesi başladığında Dolar; 8,18 TL olarak işlem görüyordu ancak görüşmenin bittiği dakikalarda 8,55’e yükseldi. Yani küresel sermayenin tepkisi görüşmeye olumsuz yansıdı.

S-400’ler meselinde somut bir gelişme olmadı. Arka plan diplomatik görüşmelerde Ankara’nın bir kısım önerilerine karşılık Washington’un yazı belge istedi. Ankara kendisini yazılı olarak bağlamak istemedi. F. Gülen’in iadesi hiç gündeme gelmedi. PYD’nin terörist görülmesi fiilen gündem dışı kaldı ve Washington’un 2022 yılı bütçesi için DSG’ye 750 milyon dolar ayıracağı açıklandı. Ankara, Doğu Akdeniz politikasında en azından bugün için pratik olarak vazgeçti. Bir bakıma Yunanistan’ın politikalarını zımnen kabul etti. Mavi Vatan stratejisi uzun süre konuşulmayacak. Libya’da çekilmenin formüllerini arıyor.  Suriye’nin başına bela olduğunu gördü. Ankara ikili bir durumla karşı karşıya: Afrin, El Bab ve İdlib Rusya’ya teslim edilecek ya da ABD’nin Birleşmiş Milletler Büyük Elçisinin Ankara’ya öneri çerçevesinde, ABD askerlerinin bu bölgeye kaydırılması gündeme gelebilir. Yani bölge aslında ABD-Türkiye-DSG üçlüsü tarafından birlikte kontrol edilecek. Bunun anlamı da Ankara’nın DSG politikasının değişmesi ve DSG’nin de yeni bir politik-askeri konsepte sürece dahil olması için stratejisinde bazı değişikliklere gitmesi gerekir. Aksi taktirde Putin-Biden görüşmesinde çıkan karar Suriye’ye yön verir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile yaptığı görüşmenin hemen ardından Azerbaycan’a gitmesi ve orada özellikle Ermenistan ile her türlü ilişkiyi geliştirmek istediklerini açıklaması da bir tesadüf olmadığını belirtmek gerekir. İsrail ve Ermenistan ile ilişkilerin düzelmesi ABD’ye verilecek pozitif bir mesaj olarak değerlendirildi.

Erdoğan-Biden görüşmesinin önemli maddelerinden biri de Türkiye’nin iç politik ve hukuksal durumuydu. Ankara’nın demokratik değerler içerisinde kalmasına dair yapılan vurgular bir kez daha özet olarak gündeme getirildi. Biden’in Putin’i ‘katil’ ve Erdoğan’ı ‘diktatör’ olarak tanımlaması sıradan kullanılan iki kelime olmadığı doğrudan politik bir refleks olduğu çok açıktır.  Biden-AB liderler görüşmesinde “Demokratik bir Türkiye ile işbirliği ve karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki hedefliyoruz” açıklaması Biden’in Ankara’ya bakış açısını ortaya koyuyor.

Erdoğan, özellikle 24-25 Haziran 2021 yılında yani önümüzdeki hafta yapılacak olan AB Liderler zirvesine kadar pratik bazı adımların atılması gerektiğini biliyor. Erdoğan’ın bu zorunluğuna karşılık Bahçeli yine ABD-NATO-AB üçlüsüne hedeflemesi, olası atılacak adımların önüne geçmektir.

ABD-NATO-AB üçlüsü, Eylül ayına kadar AKP iktidarının stratejik değişikliklere gitmesi için Ankara’ya süre verdiklerini söyleyebiliriz. Üç ay küresel güçler için bir anlam ifade etmez, onlar sabırlıdır ama Ankara için uzun ve zorlu bir zaman olacak. İktidardaki değişiklikler, ittifaklar, AKP’deki gelişmeler dahil olmak üzere sürprizlere hazır olmayalım, olması gerekeni bekleyelim.