Güncel HaberlerMakaleler

KONUK YAZAR DENİZ NAZLIM: NATO’NUN 2030 KONSEPTI


Sovyetler Birliği’ne karşı “savunma” amacıyla kurulan NATO, soğuk savaş sonrası kuruluş ilkesinden saparak, bir “saldırı” örgütüne dönüştü. Saldırı konsepti, bugün sadece askeri değil, ekonomik ve siyasi olarak da genişletiliyor. 

 

NATO Liderler Zirvesi, dün Brüksel’de toplandı. Her ülke yönetiminin kendine dair bir hesabı olsa da zirvenin ana gündemi, 2010 Stratejik Konsepti’nin 2030’a güncellenmesiydi. Zirve sonrası açıklanan bildiride, tüm üyelerin 2030 Stratejik Konsepti’ni kabul ettiği belirtildi.

 

ABD Başkanı Joe Biden’in 19 Şubat 2021 tarihinde çevrimiçi katıldığı Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Çin ile “uzun vadeli stratejik rekabet” ve Rusya için “tehdit” tanımlamalarında bulunması NATO’nun “2030 Stratejik Konsepti”nin ana hattını oluşturdu.

 

Dünkü zirvede de bu iki sorun ve tehdit alanı için “birlik” vurgularının öne çıkması bekleniyordu, öyle de oldu. NATO Genel Sekteri’nin Stoltenberg’in yaptığı konuşmasında “Ortaklığımız bireysel liderlerin çok ötesindedir” vurgusu öne çıktı.

 

Biden’in Münih Konferansı konuşmasına paralel olarak “Rusya’nın agresif tavırlar sergilediği” ve “ilişkilerinin dip noktada olduğu” söyleyen NATO Genel Sekreteri, Çin’e dair ise “düşmanımız ya da rakibimiz değil” diyerek, ilişkilerde fırsatlar olduğunu ifade etti. Her ne kadar “fırsat” vurgusu yapılsa da Stoltenberg’in “Çin’in hem içerde hem dışarıda aldığı baskılayıcı tutum bizim de güvenliğimize bir risk oluşturuyor” açıklaması, NATO’nun 2030 beyanı olarak algılandı. Zirvesi sonrası açıklanan bildiride yine “Başlıca endişelerimiz Rusya, Çin, terörizm, kurallara dayalı uluslararası düzene yönelik tehditler, göç ve siber güvenlik” ifadelerinin yer alması dikkati çekti.

 

NATO’nun kuruluş amacı ve siyasi atmosferi, “savunma” pozisyonundan “saldırı” pozisyonu geçişi, reel sosyalizm sonrası pratikleri ve 11 Eylül kırılması ile Balkanlar’a yönelik hedefleri, 2030 Stratejik Konsepti tartışmalarının anlaşılması açısından önemli.

 

NATO Neden Kuruldu? 

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan Sovyetler Birliği’nin ideolojisi komünizmin dünyaya yayıldığı bir dönemde, savaşın başka bir kazanan tarafı olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğüyle Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kuruldu. 4 Nisan 1949 tarihinde kurulan NATO, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşüne dek sürecek olan ve adı ABD’li yazar George Orwell tarafından “soğuk savaş” olarak konulan dönemin en önemli örgütüydü. Marshall Planı ve Truman Doktrini esaslarında kurulan NATO, Sovyetler Birliği’ne karşı ilk somut önlem niteliğinde oluşturuldu. İlk olarak 12 batı ülkesi; İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İzlanda, Danimarka, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, ABD ve Kanada oluşumda yer aldı.  NATO’ya daha sonra 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan, 1955 yılında Batı Almanya ve 1982 yılında İspanya katıldı.

 

‘Soğuk Savaş’ Sonrası

 

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ve soğuk savaşın resmen bitişinin ardından NATO genişlemesini sürdürüp, dünyanın birçok bölgesindeki siyasal, ekonomik ve askeri süreçlere farklı yöntemlerle müdahale etti. NATO’ya karşı Doğu Bloğu ülkeleri tarafından 1955 yılında kurulan Varşova Paktı üyelerinden Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 1999 yılında NATO’ya üye oldu. Bu 3 ülke, NATO’ya üye ilk eski Varşova Paktı ülkeleriydi. NATO’nun bir sonraki genişleme süreci, 2004 yılının Mart ayında gerçekleşti. Bu tarihte de eski Sovyetler Birliği’nden Estonya, Litvanya, Letonya, Slovenya, Slovakya, Bulgaristan ve Romanya ittifaka üye oldu. NATO şu anda 30 üye ülkeli askeri bir oluşum olarak varlığını sürdürüyor.

 

1997 yılında başka bir önemli gelişme yaşandı, NATO-Rusya Daimi Ortaklık Konseyi oluşturuldu. Amaç Rusya’ya, karşılıklı çıkarların söz konusu olduğu konuların tartışılmasında yapıcı bir rol vermekti. 

 

Savunmadan Saldırıya!

 

Soğuk savaşı bitmesi ile aslında varlık sebebi de ortadan kalkan NATO, o tarihten sonra “savunma” rolünden “saldırı” pozisyonuna geçti. İttifak, 1995 yılı sonunda tarihinde ilk kez Birleşmiş Milletler’in verdiği yetkiyle Bosna’daki barış anlaşmasının askeri hükümlerinin uygulanması için çok uluslu bir gücü (IFOR) oluşturdu. 1999’da, Kosova’daki Sırp güçlerini geri çekilmeye zorlamak için 11 hafta boyunca Yugoslavya’ya hava saldırısını NATO düzenledi. Bu, NATO’nun tarihindeki en geniş kapsamlı askeri operasyonu olarak tarihe geçti. 

 

NATO, 2003 yılında da tarihinde ilk kez operasyonlarını Avrupa dışına taşıdı. İttifak, bugün geri çekilmeyi planladığı Afganistan’ın başkenti Kabil ve çevresinde, Birleşmiş Milletler kararıyla oluşturulan “Barış Gücü”nün stratejik komutasını üstlendi.

 

NATO’daki en büyük değişiklik “güvenlik” ve “tehdit” yerine “terörizm” kapsamında “risk” kavramının ana gündemi oluşturmasıydı. Bu gündem, dün yapılan Zirve’de de Rusya ve Çin üzerinden güncellendi. 

 

11 Eylül Dönüm Noktası 

 

Hala arkasındaki güçlerin net olarak açıklanmadığı 11 Eylül saldırıları da NATO için bir dönüm noktası oldu. Saldırılar sonrası NATO’nun 5. maddesi derhal yürürlüğe girdi ve böylece ABD’ye yapılan her saldırı, tüm ittifaka yapılmış sayıldı. Akabinde de Irak merkezinde Ortadoğu’yu işgal planı devreye konuldu. Fakat bu süreçte ABD ve bazı Avrupalı devletler arasında özellikle Irak işgali konusunda krizler yaşandı. ABD’nin Irak politikası, NATO’nun BM’ye alternatif bir meşruiyet kaynağı haline gelmesi kaygısını yarattı. Ancak tüm kaygılara rağmen ABD’nin izlediği küresel politikalarla doğrudan bağlantılı NATO, soğuk savaş sonrası geliştirdiği yeni düzeniyle günümüzde etkinliğini sürdürüyor. 

 

Tüm bu tartışmalara rağmen NATO söz konusu politikasında ısrar ediyor. “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı belgede, 5. Madde’nin ittifak tarihinde ilk kez 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleşen saldırılar ardından uygulanmasının NATO’nun adaptasyon yeteneğini ortaya koyması yönünde açıkça savunuluyor. Keza Biden, 5’inci maddeye dair “ABD’nin kutsal görevi” ifadesini Zirve’de de kullandı. AB ülkeleriyle ilişkilerin yeniden düzenlemesi ve değişen koşullara uyum sağlama amacının Zirve’de öne çıkması, Irak’ta genişleme kararına 2000’lerin başındaki AB itirazlarının tekrardan gelmeyeceğini gösteriyor.

 

Bir Retorik Olarak ‘Savunma’

 

Kuruluş bildirgesinde genel amacı, “Kuzey Atlantik bölgesinde, istikrar ve refahın temini ile üyelerinin özgürlüğü, ortak mirası ve uygarlığının korunması” olarak belirtilen NATO’nun değişmeyen temel kurullarından biri de, “İttifak savunma amaçlıdır” şeklinde belirlendi. Dün olduğu gibi bütün NATO zirvelerinde bu retorik asla terk edilmedi. Ancak NATO her ne kadar “koruma” ve “savunma” kavramları üzerinden kendini inşa etse de aslında hem kapitalist devletlerin hem de büyük sermaye sahiplerinin ekonomik-siyasi ve askeri çıkarları için her zaman bir saldırı aracı oldu. 

 

NATO’nun Kore savaşına müdahalesi, Afganistan ve Irak işgalleri bunun bir kanıtı. Türkiye dahil birçok ülkede 1950 yılları sonrası gelişen muhalif, demokratik, sosyalist nitelikteki hareket ve halk taleplerine yönelik “Gladio” adı altında geliştirdiği örgütlenmelerle yaptığı kanlı müdahaleler açık örneğiydi.

 

2030: Saldırı Konsepti

 

Dünyanın birçok bölgesindeki siyasal, ekonomik ve askeri müdahalelerinin sürmesi ve bunu yeni koşullara uyarlaması kararlılığı NATO’nun yeni döneminde de devam edeceği görülüyor. Keza NATO Genel Sekteri, Zirve’deki konuşmasında NATO’nun Avrupalı üyelerinin son 7 yılda savunma bütçelerini arttırarak ekstra 260 milyar dolarlık harcama yaptıklarının altını çizdi. Zirve’nin önemli başlıklarından biri de AB ülkeleri kaygılı olsa NATO harcamalarının artırılmasıydı.

 

Bunlara ek olarak “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” adlı belgenin Dışişleri Bakanlığı çevirisinde şu ifadeler yer alıyor: “NATO’nun, devlet ve devlet dışı aktörlerden kaynaklanan yeni tehditlere mukabele etme yeteneğini artırması; modern tehdit ortamında İttifak’ı korumak ve rakipleri caydırmak için siyasi araçlarını geliştirmesi ve değişen stratejik koşullara sürekli uyum sağlama yetisini koruması gerektiği kaydedilmektedir.”

Bu tarihsel gelişmeler ve Zirve öncesi-sonrası açıklamalar üzerinden bakıldığında;

 

* NATO için Çin askeri değil, ekonomik tehdit olarak görülecek ve rekabet için güç biriktirilecek. Yeni dönemde NATO’nun ekonomik-siyasi gücünü arttırma kararı, Çin’in ekonomik gücünü sınırlamayı temel hedef alacak. NATO’nun yeni dönemine belirlenmesinde etkin rolü olan G-7 Zirvesi’nde yapılan tartışmalar buna işaret etti. Çin’in 100 milyar dolar ayırdığı dünyanın en büyük altyapı ve ulaştırma projesi olan “İpek Yolu” tren hattı projesine karşı G-7 ülkeleri alternatif “İpek Yolu” hattı kurulmasını kararlaştırıldı ve projeye için öncelikle 40 milyar dolar ayrılmıştı. Dünyanın önemli ekonomilerinin Çin tarafından borçlandırılması da batı için açısından bir tehdit olarak görüldüğü NATO tarafından vurgulanıyor. 

 

* Biden yönetimindeki ABD, Trump dönemiyle benzer şekilde ekonomik de olsa Çin’i asıl tehdit olarak görmeye devam edecek.Trump gibi agresif politikaların aksine Rusya’yı “şeytanlaştırıp” ve Hindistan üzerindeki etkinliğini arttırarak, Çin’i yalnızlaştırmayı deneyecek. Çin ile agresif ilişkiler uzun bir süre boyunca askıya alınacak, ittifak zemin her zaman açık tutulacak.

 

* Tek kutup-çift kutup tartışmasının tarihe karıştığı yeni dönemde NATO’nun merkezinde bulunduğu ilişkiler artık çok katmalı ve esnek yürüyor. ABD Başkanı Biden’in Rusya Devlet Başkanı Putin’e “katil” demesi ardından Libya konusunda “birlikte çalışmalıyız” önerisi ve 16 Haziran’da iki liderin ortak kararlar için görüşecek olması bu ilişki tarzına örnek. Öte yandan NATO Zirvesi’nde 5’inci maddenin siber saldırıları hedeflemesi tartışıldı. Siber saldırı konusunda NATO’nun Rusya ile işbirliği yapması da bekleniyor. NATO’nun yeni dönemde amaçladığı uyarlanma ve çok katmanlı ilişki becerisi, Rusya örneğinde önümüzdeki dönem sınava tabi tutulacak görünüyor. 

 

* Çin ile “ekonomik rekabet” stratejisi uygulanacakken, coğrafi hakimiyeti, gelişen savaş sanayi ve uzay teknolojisindeki ilerlemesi nedeniyle Rusya, NATO tarafından “askeri-yakın tehdit” olarak görülmeye devam edilecek. Zirvedeki kimi gelişmeler de NATO’nun Rusya’ya yaklaşımıyla ilişkilendirildi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “NATO müttefiklerinin ortak stratejileri netleştirmesi gerektiğini ilettim” ifadesi bu kapsamda değerlendiriliyor. Bu açıdan Türkiye’nin elinde bulunan S-400 füzeleri, NATO için “askeri tehdit” kapsamına giriyor ve netleşmesi çağrısı yapılıyor.

 

* Sonuç olarak: 2030 Stratejik Konsepti dahilinde alınacak kararlar ve AB ülkelerinin kısmen kaygılı olduğu “harcamaların artırılması” talebi, yeni dönemde ABD’nin azalan etki alanının genişleteceği ve sadece askeri değil artık ekonomik ve siyasi olarak da NATO’nun saldırı pozisyonunu arttıracağının habercisi.

 

 

Kaynak: http://mezopotamyaajansi35.com/ANALIZ/content/view/138072