Öcalan’ın PKK’nin silah mücadeleyi bırakması ve feshine ilişkin toplanan 12.Kongre’ye sunmuş olduğu rapor çok ciddi olarak tartışıldı. Birincisi, Silahların bırakılmasının ve PKK’nin kendini feshetmesini tasfiyeci olarak değerlendiren ve bu çerçevede yapılan eleştiriler. İkincisi, Kürt sorununun çözümüne ilişkin yapılan değerlendirmelere dair yapılan bir kısım eleştiriler.
Bu sorunun doğru anlaşılabilmesi için PKK’nin esas olarak Öcalan’ın 1993’ten günümüze kadar yaptığı değerlendirmelerin mutlak bir şekilde göz önüne alınması gerekir. Yani Öcalan ve PKK’nin geçmişte günümüze kadar geçen sürede ideolojik, politik ve örgütsel bakımdan neler söylediğinin ve nasıl bir evrim geçirdiğinin anlaşılması gerekiyor. Bu doğru anlaşılmadan PKK’nin silahları bırakma ve feshi kararı ve önerdiği yeni örgütlenme modeli doğru tartışılamaz.
Sosyal Bilimlerde mutlak doğru yoktur
Öncelikle bir noktaya dikkat çekmekten yarar var. Sosyal bilimlerin konusu olan sosyoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve hatta ideolojik, politik, teorik değerlendirmeler mutlak doğru olarak kabul edilemez. Örneğin fen bilimlerinde; fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi dallarda mutlak doğrular vardır. Bu doğrular herkes tarafından kabul edilir. Fen bilimlerinin ideolojik-politik argümanları olmaz ancak burada ortaya çıkan bilimin kimin tarafından nasıl kullanıldığı tartışma konusu olabilir.
Sosyal Bilimlerde ise durum farklıdır. Partilerden bireylere kadar herkes farklı bakış açılarına sahip olabilir. Güncel olması nedeniyle Öcalan’ın ortaya koyduğu tezler veya Kürt Politik Hareketi için doğru fakat bu görüşler tersten bir başkası tarafından eleştiri konusu olabilir. Bu bakımdan sosyal bilimlerin alanında eleştiri, tez-antitez sürekli canlı bir organizma gibi varlığını korur. Öcalan’ın görüşlerinin kesin ve mutlak doğrular olarak kabul edilmesi bilimsel bir yöntem değildir. Aynı şekilde tersten Öcalan’ın görüşlerini doğru dürüst okumadan, anlamadan, tartışmadan bazen kurduğu küçük bir cümleden ve paragraftan yola çıkarak Öcalan’ın toptan reddedilmesi hatta ithamlardan bulunulması da, bilimsel bir yöntem olmadığı gibi çoğu kez düşmanlık düzeyine varacak şekilde kin ve nefrete dönüşmektedir.
Değişim ve dönüşüm, sosyal bilimlerin en önemli özelliklerinden biridir. Öcalan’ın 1990’lardan beri görüşlerinin değişime uğraması gayet doğaldır. Görüşlerinin neden değiştiğine dair eleştiri yerine ortaya koyduğu tezler üzerinden bir değerlendirmenin yapılması çok daha önemlidir. Kriter hem Marks’ın veya Lenin’in hem de Öcalan’ın görüşleri doğru bir metodolojiyle eleştirilmesidir. Marks eleştirisi yapılabildiği gibi Öcalan eleştirisi de yapılabilinir. Özellikle Öcalan bundan rahatsız duymaz, bence çok da mutlu olur.
Teorisyen Öcalan ile Politikacı Öcalan’ın Farklılığı
Öcalan’ı yakından takip eden ve hemen hemen bütün kitaplarını okuyan bir olarak Öcalan’ın tez olarak ileri sürdüğü ve kendi görüş açısının tembelini oluşturan ideolojik-teorik değerlendirmeleriyle, gündelik politik ilişkilere ilişkin yaptığı değerlendirmeler arasında belirli bir farklılığın olduğunu görmek pek zor değil. Bunun temel nedeni: Birincisi, ileri sürdüğü tezler, analiz ve değerlendirmeler ile ‘teorisyen’ Öcalan var. İkincisi, bulunduğu konum gereği gündelik siyaset içinde yaptığı değerlendirmeler, çözümler, öneriler ve pratik örgütlenme zorunluluğu ve planı nedeniyle politikacı-örgütçü Öcalan var.
Teorisyen Öcalan, ileri sürdüğü tezler ve görüşler global olduğundan daha rahat ve kapsamlı değerlendirmeler yapabiliyor. Politikacı/örgütçü Öcalan için bu durum mümkün değil. Çünkü uluslararası ve bölgesel güç ilişkileri, iç politik ve toplumsal dengeleri, devletin veya iktidarı bakış açısını, sistem muhalefetin yaklaşımlarını, toplumsal muhalefetin durumunu, kendi örgütünün özgün yapısını dikkate alarak değerlendirmeler yapmak zorunda kalıyor
Öcalan, teorik görüşlerini ileri sürerken, doğruluğundan ve yanlışlığından bağımsız olarak çok rahatlıkla tespitler yapıyor. Sonuçta felsefik-ideolojik-teorik görüşlerini ortaya koyuyor. Dengeleri hesaplama, güç ilişkilerini değerlendirme yok, teorinin oluşturulmasında taktik bakış açısı olmaz, stratejik düşünme esastır. Ama politikacı/örgütçü olarak Öcalan, güç dengelerini zorunlu ve kaçınılmaz olarak hesaplıyor. Masaya konulan politik pazarlıklarda kendisini mutlak dayatma olamayacağını biliyor. Karşılıklı alıp-verme, pazarlık yapma, bazen iki adım ileri bir adım geri, bazen bir adım ileri iki adım geri atılacağını bilir. Politik kavramlarda esneme olabilir, politik çözümde bazen alt düzeyde bazen üst düzeyde adımlar atılabilinir. Politik ilişkilerde taktik planlama ve hareket önemli bir yer işgal eder. Yani ilişkinin çeşitliliği esastır.
Örneğin, Öcalan teorik tezinin merkezinde Demokratik Komünal Toplum var ve devlete yer yoktur, devlete kurumsal olarak karşıdır ama politik Öcalan zorunlu ve kaçınılmaz olarak devletle masaya oturuyor. Politik reformlarla çözüme yöneliyor. Bu zorunlu ilişki yanlış mı? Kesinlikle değil. Aksi taktirde sistem içinde bir çözümün gelişmesi de söz konusu olamaz.
Politik Öcalan, 33 yıldır olaylara aynı perspektifle bakıyor
Öcalan’ın silah bırakma ve PKK’nin kendisini feshi kararına yönelik ortaya koyduğu görüşlere büyük bir şaşkınlıkla yaklaşıldı. Halbuki Öcalan, 1990’lı yıllardan bu yana benzer görüşlere sahipti.
1988’de Mehmet Ali Brand ile yapmış olduğu bir röportaj:
“Biz burada şiddet tutkunu değiliz. Şiddete tapmıyoruz. Bilakis çok büyük bir rahatsızlık ve acı duyuyoruz. Sorunları şiddetle çözmeden yana değiliz. Ama bunun için temel şart karşıdakinin hiçbir hak, bir gerçeğe bile ismini vermeyi bile kabul etmeyen, temeli böyle olan bir politikada ısrar ettikçe ve bunu en kör bir şiddet politikasıyla tam zafere götürmek istedikçe bu mücadele devam edecektir… ”
Öcalan,’ın 1993’te ilan edilen ilk Ateşkeste yaptığı açıklama
“Olası bir siyasi çözüm yoluna kendimizi hazır tutuğumuzu belirtmek istiyoruz. Ayrıca Türkiye yetkililerinin de beklentiler içinde olduğunu duyuyoruz. Yeni bir değerlendirmeye ihtiyaç duyduklarını sanıyoruz. Buna bir imkân hazırlamak için böyle bir süreç bence yerindedir ve bizden beklenileni böylece yerine getirmiş oluyoruz.
Kürt halkına bazı yasal güvenceler vermek istiyor mu, istemiyor mu? Demokratik yolu açıyor mu, açmıyor mu? Daha açık söyleyeyim ulusal varlığımızı kabul ediyor mu, etmiyor mu? Sınırlı da olsa özgür gelişmeye fırsat verecek mi, vermeyecek mi? Eşitçe, kardeşçe ve barışçıl bir yolda ilerlememize imkân verecek mi, vermeyecek mi? Şiddet kendi başına bir sorun değildir. Belirttiğim bu sorunlar dahilinde çok önemli siyasal sorunlara çözüm isteniyor. Diyorum, Biz çok hazırız. Bu siyasi yönteme ve bizinle bu görüşmeyi de bütün Türkiye ve dünya kamuoyuna ve Kürdistan halkına açıklamak için yaptık.
Öcalan: Biz ayrılmak gibi bir yaklaşım içinde değiliz.
“Bu konuda gerçekçiyiz. Bunu da basit bir taktik yaklaşım olarak anlamamak gerekir. Birçok nedenleri vardır. İki halkın tarihi, siyası, ekonomik durumunu anlayanlar bilirler ki, parçalanmak olmaz. Etle tırnak gibi iç içe geçmişler. Ben, birçok röportajda vurguladım; biz ilişkilerin yeniden düzenlenmesini istiyoruz. 1000 yıldır kör düğüm olmuş ilişkiler var, çelişkiler var. Özgürce ve biraz da eşitçe ve yeniden düzenleme bizim temel anlayışımızdır. İkide bir bizi ayrılıkçı diye ilan etmek tam tersine ayrılıkçılığı körükleyen bir tutum oluyor. Mevcut ilişki düzeni hem Kürt halkının hem Türk haklının kanını, malını muazzam kaybettiriyor, zayıf düşürüyor. Bu durumun kesinlikle Türk ulusunun da çok çıkarına olduğunun inancından değilim. Kürt halkını da yarı ölü halde tutuyor. Bunu gerçekten aşmak istiyoruz. İlişkilerin yeniden düzenlenmesinin daha eşit ve özgür temelde olabileceğine inancımız derindir. Buna da biz çok hazırız. Türkiye’nin düzeni, Türkiye’nin mevcut yasal ve anayasal düzeni kapalıdır. Eğer bir reformlar döneminden bahsedilecekse, işte bu ilişkileri düzenlemenin tam zamanıdır diyoruz. Anayasal düzenlemeden bahsediliyor. Biz bu düzenlemeden Kürtlerin de kesin yer almasının önemini vurguluyoruz… Bu açık bir husus. Burada mühim olan siyasi yöntemi öne çıkartmaya hükümet var mı yok mu? Kanı durdurmak istiyor mu? İstemiyor mu? Kısaca demokratik tarzı, siyasi tarzı esas alacak mı? Almayacak mı? Bu sorulara belirli cevaplar verilecekse biz ateşkesi sonuna kadar da sürdürebiliriz. Bizden bu sorun kaynaklanmıyor”.
2013-2015 Çözüm Sürecinde Devlet ne yaptı? Öcalan ne dedi?
‘Çözüm Süreci’ muazzam bir deney içeriyor. Bu dönemde Öcalan’ın temel yaklaşımları bugünkü sürecin temel yapısını oluşturuyor.
11 Temmuz 2014 tarihinde TBMM’den kabul edilen ve 15 Temmuz’da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” da belirtilenler:
- Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konulanda atılabilecek adımların belirlenmesi.
- Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verilmesi ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşların görevlendirilmesi.
- Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirlerin alınması.
- Kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesinin sağlanması
Öcalan o dönem yayınlanan bir mektubunda, bu yasayı değerlendirirken: “Türk-Kürt ilişkileri en kapsamlı demokratik reformlardan geçerek demokratik anayasal bir rejimle komplocu-darbeci mekanizmaları parçalayarak çözümlenecektir. Bu yasal düzenleme, çözüm süreci kapsamında “ihtiyaç duyulan adımların zamanında, etkili ve koordineli bir şekilde atılması açısından genel bir perspektif sunuyor ve devlet kurumlarının süreç kapsamında yapacakları çalışmalar açısından da genel ilkeleri içeriyor”.
28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’deki toplantıda Sırrı Süreya Önder’in yaptığı açıklama; Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesi de şudur: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.”
Öcalan’ın PKK’nin 12.Kongresine sunduğu Rapor’un çarpıcı başlıkları:
“Fesih meselesi bizim için yeni bir gündem değil. Bu kongre epey bir zaman da alabilir. Sorun tek başına fesih de değildir. Köklü bir kişilik ve zihniyet dönüşümünden bahsediyoruz. Bunun için herhalde birkaç ay gerekiyor.”
“PKK, Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin varlığını hem kanıtladı hem de yenilmez kıldı. Özgürlük çözümü başarıldı mı? Hayır. Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik örgütsel bilince kavuştu fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı.”
“Sömürgecilik ötesi dediğim bu Kürt gerçekliğidir. En benim diyen aileler Barzaniler, Bedirxaniler, hatta Şeyh Sait’in geride kalan bazı torunları Judenratlaşmışlardır. Ailelerini kurtarmak için Kürtlüğü imhaya götürüyorlar.”
“Malazgirt savaşı da Hemedan’a dayalı yürütülüyor. Alparslan bir Kürt emirliği olarak savaşıyor. Bu da yeni tarih anlayışının bir ipucudur. Alparslan bir Türk emiri olmaktan çok bir Kürt emiridir.”
“Kurtuluş savaşının Kürt-Türk ittifakıyla kazanıldığı inkara gelmez bir hakikattir”
Öcalan 1988’den Mayıs 2025’e kadar aynı perspektife sahip
Öcalan’ın yıllara söylediklerini alt alta sıraladık. Birbirinden farklı hiçbir şey yok. Özellikle Kürt sorunun çözümüne ilişki söyledikleri esasen aynı olup dönemsel anlara göre bir kısım yeni yorum ve değerlendirmeler yapıyor. 1988 yılındaki röportajda Öcalan Şiddet karşı olduğunu ve sorunları şiddetle çözümünden yana olmadığını çok net olarak belirtiyor. 1993 ilk ateşkes sürecinde ‘biz ayrılmak gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Bu konuda gerçekçiyiz diyor. 2015 çözüm sürecinde ‘PKK’nin silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik bir karar almalı’ diyor. 27 Şubat 2025’de ‘PKK’nin silahlı mücadeleyi bırakma ve kendisini feshetmesi gerekmektedir’ dedi. 5-7 Mayıs 2025 PKK’nin 12.Kongresine sunduğu raporda da bunu tescilledi.
Öcalan 37 yıldır aynı görüşleri değişik boyutlarda gündeme getiriyor. Bunların yeni görüşler olmadığı çok açıktır. Öcalan, ortaya çıkan politik olanaklar ve koşullar içerisinde bunlara yeni bir biçim vermekte veya yeni bir formatla gündemleştirmektedir. PKK’nin Kongresine sunmuş olduğu raporda belirttiği üzere ‘devletin talebi üzerine yeni bir sürecin başladığını’ belirtiyor ve ortaya çıkan konsept içerisinde PKK’nin askeri ve politik durumuna ilişkin yeni bir değerlendirme yapıyor.
Öcalan’ın politik çözüme ilişkin attığı adımlar: Önemli siyasal sonuçlar doğruyor/doğuracak.
Geçmiş bütün doğrudan veya dolaylı görüşmelerde, PKK’nin silah bırakması şartı en son mesele olarak ele alınıyordu. Dünya genelinde de böyle olmuştur. Önce anlaşmalar yapılır sonra silahların fiilen bırakılması gündeme gelir. Bu kez tersten başladı. Devletin ısrarı üzerine Öcalan sürecin önünün tıkanmaması için PKK’nin silah bırakması şartını öne aldı. Böylelikle devletle yaptığı görüşmelerde ve politik pazarlıkta inisiyatifini ele geçirmek istedi. Bunu da sağladı.
15 Temmuz 2014 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” da belirtilen kararı bölgesel alandaki hızla gelişmelerin etkisiyle bugün çok daha fazla güncel olarak hayata geçirilmesinin nesnel zemini oluşmuş durumdadır. Öcalan, yeni dönemde bunu ‘devletin tarafından hukuki ve politik kararların alınması gerekmektedir’ olarak tanımladı. Örneğin Öcalan devletle görüşmelerinde belediyeleri kast ederek ‘yerel yönetimlerin’ güçlendirilmesini öneriyor. Ancak 21 Haziran 2025 tarihli kamuoyuna yansıyan görüşme notunda ise ‘Federasyon demiyorum. Yerel Yönetimler diyor. Çünkü korkuyor. Ama herkes bilir ki benim söylediğim Özerkliktir. Dünyada böyle tanımlanıyor.’ Bu süreci sakin ama sabırlı bir şekilde yürütüyor. Bölgesel ve uluslararası gelişmeler, Kürtlerin lehine ilerliyor. Öcalan bu durumun farkındadır. Attığı adımlar da bu süreci doğrular niteliktedir.
2015 Çözüm Sürecini, Kuzeydoğu Suriye’deki gelişmeler bittirdi.
2015 Çözüm Sürecinin bitmesinin belki de tek temel faktörü, Rojava’daki gelişmeler oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönem Başbakandı ve Rojava’ya ve Kobani’ye karışmaması gerektiğini, bunun devletin kırmızı çizgisi olduğunu Sırrı Süreyya Önder üzerinden Öcalan’a iletilmişti. Devlet, PYD’nin Uluslararası Koalisyon Güçlerinin desteğiyle Kuzeydoğu Suriye’de ciddi bir gelişme içerisinde olduğunu, askeri, politik ve toplumsal bir hakimiyet kurmaya başladığını görüyordu. Devlet için bu gelişme ‘Ulusal Güvenlik’ bakımından ciddi bir tehlike olarak değerlendirildi. Bu nedenle Öcalan ile bir pazarlık yapmak istediler. Öcalan’ın da Erdoğan’ın kırmızı çizgisine yönelik dolaylı tehdidine karşı, tersten doğrudan ‘Rojava da benim kırmızı çizgimdir’ cevabını vermişti. Hatta PYD’nin askeri güçlerini 30 bine çıkartması gerektiğini belirtmişti. 21 Haziran 2025’teki Görüşme Notlarında bu durumu şöyle açıklıyor: ‘Ben YPG’nin yüzbine ulaşacağını söylemiştim. Senin yerinde(Devlet Görevlisine hitaben) oturan arkadaş kızıp sinirlenmişti.” 2015’te Devletin kırmızı çizgisiyle-Öcalan’ın kırmızı çizgisi arasında bir ortak buluşma noktası oluşmadığından süreç bitti. Diğer bütün faktörle yan etkenlerdir. Belirleyici değildi.
Aynı şekilde bugünkü sürecin başlamasında Suriye merkezli gelişmeler önemli bir faktör oldu.
Devlet yaklaşık 10 yıl sonra yeniden İmralı’ya gitti ve Öcalan ile yeni bir çözüm süreci başlatmak istedi. Çok sayıda toplantı ve görüşmenin yapıldığı anlaşılıyor. Sonuçta Öcalan yeni bir süreci başlatma kararı aldı. PKK’nin silah bırakması ve kendini feshi gibi önemli siyasal sonuçlara yol açabilecek bir kısım kararlar gündeme geldi. Öcalan, bu süreci kabul etti. Ama Öcalan için vazgeçilmez olan Kuzeydoğu Suriye’de ortaya çıkan politik-toplumsal gerçekliğin Ankara tarafından kabul edilmesi şartı vardı. Bu şart devlet tarafından kabul gördü. Bu nedenle PKK’nin silah bırakması ne Kuzeydoğu Suriye’de PYD’yi ne de İran’da PJAK’ı kapsıyordu. Bugün İran’da ortaya çıkan siyasal durum, PJAK bakımından yeni bir sürecin başlaması için önemli bir avantaj oluşmuş durumda. Öcalan’ın ‘Kırmızı Çizgisi’ Suriye’den sonra İran’da da kabul görmüş durumda.
PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetme kararı Tasfiyecilik midir?
Öcalan’ın PKK 12.Kongresinde sunduğu Silahlı mücadelenin bırakılması ve PKK’nin feshi kararının özellikle bazı politik akımlar tarafından tasfiyeci olarak değerlendirildi. Bazıları da silahlı mücadelenin terk edilmesini bir yenilgi olarak gördü.
Savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır. Silahlı mücadele de, politik mücadelenin ‘şiddet’ içerikli boyutu oluşturur. Silah, politik mücadelenin mutlak vazgeçilmezi değildir. Politik mücadelenin geliştirilmesinde silahların varlığı mutlak bir zorunluluk değildir. Bu nedenle politik alanda yeni bir aşamaya geçilirken silahların devreden çıkartılması, bir örgütü veya partiyi ‘tasfiyeci’ yapmaz. Tasfiyecilik, toplumsal mücadele alanının bütünüyle terk edilmesidir. PKK ise kendini feshederek yeni bir politik mücadele başlattığını açıkladı. PKK’nin feshi hem önemli bir taktik hamle hem de stratejik dönüşüm için yeni bir sürecin başlatılması olarak görülüyor. Taktik hamle özellikle Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik saldırı gerekçelerinin ortadan kalkması ve Kürt sorunun uluslararası alanda yeni bir boyuta taşınması olarak görüldü. Stratejik hamle olarak da, PKK’nin ideolojik ve politik değişim ve dönüşümüne uygun yeni bir örgütsel formla yoluna devam etmesidir.
Öcalan, PKK Kongresinde sunmuş olduğu raporda: “Bizim yeni dönem perspektifimiz demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalizm temelinde toplumun yeniden inşasıdır. Bu inşanın felsefi temelleri, ideolojik boyutları ve ayrıntılandırılmış toplumsal bünyede vücuda gelmesi için gerekli kavramsal-kuramsal çerçeveyi geliştirme sorumluluğu önümüzde duruyor. Çalışmamızın devamında bütün bu konuları ana ve ara başlıklar altında ele alacağız. Bu bağlamda hem programsal hem de stratejik-taktik çerçevesini belirlemeye çalışacağız…”
Öcalan, PKK’nin yerine yeni bir örgütlenme modeli koyuyor. Bunun için acele etmeden tartışarak ilerlenebileceğini belirtiyor. Öcalan Yenin İnşasında : “Devrimci kültür, demokratik kurumların teşekkülü, demokratik ulus kurumları, inceleme araştırma kurumları, dil kurumları kesin bir rol oynayacak. Bunlar kapitalizmle olmaz. Kürt toplumu anti kapitalist olmalı. Kürtler kendilerini demokratik ulus, eko-ekonomi ve komünalite üzerinden özgürleştirecek, kalıcı bir yaşamı inşa edip kesinleştireceklerdir.”
Bu görüşlerin veya ortaya konulan perspektifin eleştirisi yapılabilinir. Öcalan da eleştirilere açıktır. Ancak PKK’nin silah bırakma ve kendisini feshi kararı hiçbir şekilde ‘tasfiyeci’ olarak görülemez. PKK’nin feshi kararını tasfiyeci görmek esasen küresel sistem içerisinde Ortadoğu’daki stratejik değişimleri görmemek ve anlamamaktır.
Sonuç: Öcalan’ın teorik-ideolojik, politik ve örgütsel görüşlerinin çok yönlü değerlendirmeye ihtiyacı var. Buradaki esas amaç güncel olması nedeniyle uluslararası ve bölgesel gelişmeler doğrultusunda dünden bugüne kadar geçen tarihsel süreçte Öcalan’ın politik-örgütsel değerlendirmelerine ve neyi ifade ettiğine dikkat çekmektir. Bu nedenle başlattığı sürecin doğru okunması ve pratik politikada doğru sonuçların çıkartılması gerekir.
Teorik alanda Öcalan’ın ileri sürdüğü tezlerin ayrıca değerlendirmeye ihtiyaç olduğu açıktır. Yeni bir yol arayışına giren Öcalan’ın ortaya koyduğu teorik tezleri üzerine daha sonra kapsamlı bir değerlendirme yapacağım. Ancak bugünkü verili koşullar içerisinde önemli olan uluslararası ve bölgesel politik gelişmelerin doğru ve objektif okunması ve analiz edilmesidir. Öcalan’ın bu konuda önemli ve uzun erimli hamleler yaptığını görmeliyiz. Öcalan doğrudan verdiği mesajlar kadar dolaylı olarak verdiği mesajların da dikkate okunması ve anlaşılmasından yarar var.