Geçen hafta Türkiye, barış ve çözüm sürecinde önemli bir eşiği aştı. Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu; AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman, MHP Genel Başkan Yardımcısı Fethi Yıldız ve DEM Parti Meclis Grup Başkan Vekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’ten oluşan üç kişilik Meclis heyeti üyelerinin tarihi İmralı ziyareti gerçekleşti.
Bu ziyaretin hemen ardından Başkan Barzani’nin 4. Uluslararası Melaya Cizir’i Sempozyumuna katılımı kapsamındaki sürpriz Cizre ziyareti gerçekleşti. Bu iki ziyarette önemli, birbiriyle bağlantılı ve tarihi nitelikteydi. Bu nedenle Türkiye ve Kürt kamuoyunda da büyük bir yankı uyandırdı ve tarihi anlar ve tarihi gelişmeler olarak değerlendirildi. Başkan Barzani, yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Öcalan’a barış süreci nedeniyle teşekkür etti.
Türkiye, Öcalan’ı ilk defa TBMM’nin siyasi temsiliyeti çok yüksek bir heyeti düzeyinde resmi olarak ziyaret etti, muhatap aldı ve dinledi. Sayın Öcalan’da bu durumu heyete, “Siz siyasetçiler olarak buradasınız. Biz şu ana kadar hep devletle görüşüyorduk. Bu sefer ilk defa bir siyasi heyetle görüşüyoruz. Bu da siyasi çözüm ve sorun ile ilgili bir mutabakat arayışıdır.” “Bir Kürt isyanını biz idam sehpasından masaya taşıdık ve bunu barışla sonuçlandıracağız” diye çok pozitif çok olumlu mesajlar vererek değerlendirdi.
Tarihi görüşmede Öcalan’ın; bin yıllık Türk Kürt tarihi arka plana dayalı ilişkisine, İsrail’in Ortadoğu’da yapmak istediğine dair belli vurguları ve bu anlamıyla bütün bölgesel gelişmeleri iyi okumak gerektiğine dair bir değerlendirmesi oldu. Yine tarihsel akış içerisinde Kürtlerin üzerine sürekli hesap yapan birçok gücün olduğunu da ekledi. Bu sürecin başarılı olması gerektiğini, başarılı olmasını istemeyen yapılar olduğunu, en azından bir darbe mekaniği vurgusunu dile getirdi. Yani bu süreç başarılı olmazsa en nihayetinde yine bir darbe mekaniğinin devreye girebileceğine dair bir tehlikeye dikkat çekti.
Gülistan Koçyiğit’in MHA verdiği röportajda yer alan anekdotlardan da anlaşılacağı üzere İmralı görüşmesi olumlu geçmiş ve bu görüşme sürecin ikinci aşaması için katalizör rolü oynayıp önemli gelişmelere yol açacaktır. Bu hafta İmralı heyetinin de adaya giderek Öcalan’ın sürece ve Suriye-Rojava’ya yönelik görüşlerini alması sürecin ikinci aşamasını ve Suriye’de ki kördüğümün çözümünü de hızlandıracaktır.
Başkan Barzani’nin Cizre ziyareti de Türk Devlet ve Hükümeti’nin sürecin ikinci aşamaya geçmesi ile atması gereken yasal ve idari düzenlemeler gibi somut ve pratik çözüm adımları için iç kamuoyunu ve sosyal psikolojiyi hazırlama. Bunu yaparken muhafazakâr Kürtleri yeniden AK PARTİ çatısı altında toplamak amacıyla kendi etrafında konsolide etme. İmralı’ya gitmeyen CHP’ye karşı öfkeli ve kırgın DEM PARTİ seçmenine de selam çakarak yarım elma gönül alma misali desteğine talip olma. Böylece hem Türk hem de Kürt halkının sürece ve Hükümete desteğini sağlamlaştırmayı amaçlamaktadır.
Ortadoğu’da İsrail eliyle kırılan İran merkezli Şii Hilali’nin yerine, Suudi Arabistan merkezli ılımlı ve Sünni Müslüman bir hat kurulup oluşturulmak isteniyor. Bu hat aynı anda ve momentte İsrail’in güvenliğini de önceleyerek sağlamak zorunda. Böylece bir daha Ortadoğu da yeni bir Şii Hilali oluşmasına, bu anlamda bir güvenlik zaafı ve açığı yaratılmasına izin verilmeyecek. Bunun için özgürlük ve güvenlik dengesinin altın oranda sağlandığı yeni bir Ortadoğu yaratılmaya girişilmiş durumdadır. Yaratılacak bu yeni Ortadoğu’nun liderliğine Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail aday. Ortadoğu liderlik yarışında bugün en güçlü Arap devleti olan Suudi Arabistan gerek ekonomisi ve gerekse de Arap-İslam ülkeleri içindeki tartışılmaz yeri, üstünlüğü ve ABD desteği nedeniyle güçlü bir adaydır. Kral Abdullah, gecen yıl “Türkiye bizden yüz yıl ileride biz hala Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformları gerçekleştiremedik. Acilen gerçekleştirmeliyiz” diyerek liderlik startını vermişti. İsrail, yeni Ortadoğu’nun ateş ve barutla kurucusu benim, lideri de ben olacağım iddiasında.
Suriye’de İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında Ortadoğu geneline uzanan büyük bir hakimiyet çekişmesi yaşanıyor. Türkiye bölgeyi dört yüz yıl yönetme tecrübesine ve İslam ümmetçiliği geleneğine dayanarak öncelikli hak iddiasında bulunuyor. ABD Başkanı Trump’ta Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın rolünü öne çıkarmasına destek veriyor. Böylece çok hassas ve kırılgan bir yapıda olan Suriye ve Ortadoğu’da güçlü bir denge unsuru ve denge çıpası sağlamaya çalışılıyor.
Bu arada İsrail, Hermon-Şeyh Dağını alıp Başkente 20 km mesafede konumlandığından bu yana her zgün biraz daha Şam’a yaklaşıyor. Günaşırı Suriye kentlerini ve Şam’ı bombalıyor. Bu askeri diplomasi ile herkese adeta İsrail’in yeni Gazzesi Şam dedirtiyor. Netenyahu, Savunma Bakanı Kass, Hükümet üyeleri, Ordu sözcüleri, İsrail basını ve medyası bir haftadır Şam’a büyük operasyon hazırlığı yapıldığını duyuruyor. Gerekçe “Her ne kadar direk Şar’a tarafından olmasa da Şam’ın Hamas’a, İran yanlısı terör örgütlerine ve Hizbullah’a destek verdiği ve Şii Hilali’nin yeniden tesis edilmesine yol açtığı iddiası.
ABD Başkanı Trump, 1 Aralık’ta yaptığı bir paylaşımda, Orta Doğu’daki güncel gelişmeler ışığında İsrail’e, Suriye ile “güçlü ve gerçek bir diyalog” kurması çağrısında bulunarak Suriye’nin “müreffeh bir devlete dönüşmesine engel olacak hiçbir şeyin olmamasının” kritik derecede önemli olduğunu sözlerine ekledi. Trump, “Biz, Suriye hükümetinin amacına uygun şekilde önemli adımlar atmaya devam etmesini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” dedi. Trump ayrıca Şara’yı, “iki ülke arasında istikrarı teşvik eden bölgesel bir lider” olarak nitelendirdi.
Trump’a göre, Suriye’de yönetim değişikliği sonrası gelen istikrar çabaları ve kalkınma adımları, bölgedeki kırılgan dengenin yeniden şekillenmesine olanak tanıyor. Bu konjonktürde, diplomatik diyalogun özellikle İsrail-Suriye hattında barış arayışlarında kilit rol oynayabileceğini söyledi.
Bu açıklama, son günlerde İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri operasyonlarının damgasını vurduğu bir ortamda geldi. Trump, bu operasyonların Suriye’nin yeniden yapılanma sürecine zarar vermemesi gerektiğini, bunun yerine diplomatik hattın kuvvetlendirilmesini istedi.
Trump’ın bu açıklamaları ardından Netanyahu: çıkıp, “Suriye ile bir anlaşmaya varılabilir, ancak ilkelerimizden ödün vermeyeceğiz” dedi. Netenyahu ayrıca Şam’dan İsrail’in işgal ettiği tampon bölgeye kadar silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulması şartını öne sürdü.
Netanyahu, “Suriye’nin yapmasını beklediğimiz şey, Şam’dan (İsrail’in kontrolündeki) tampon bölgeye kadar, Hermon Dağı da dahil olmak üzere silahsızlandırılmış bir tampon bölge oluşturmasıdır. İsrail vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için bu bölgeleri elimizde tutuyoruz ve bu bizim yükümlülüğümüzdür. Bu ilkeleri iyi niyetle ve anlayışla ele alarak Suriyelilerle de bir anlaşmaya varılması mümkündür, ancak her hâlükârda ilkelerimizden ödün vermeyeceğiz” ifadelerini kullandı.
Suriye’de Sunni Müslüman Arap toplumunun lideri konumunda bulunan Suudi Arabistan da bölgesel rekabet nedeniyle Türkiye’nin Suriye’de dolayısıyla Ortadoğu da hâkim bir güç olmasını istemiyor. Suriye’de Kürt bölgesinde uygulanan çoğulcu, laik ve demokratik bir ademi merkeziyetçi yapı ve sistemi ABD-Batı ve bölgedeki tüm müttefikleri destekliyor. Türkiye içerdeki çözüm süreciyle Suriye’de demokratik ademi merkeziyetçi bir sisteme, istese de istemese de zorunlu olarak onay vermek durumunda veya engel olma konumundan çıkarak böylece Türk, Arap ve Kürt İttifakı’na öncülük etmek istiyor.
Îşte tamda Türkiye’nin içinde yürüyen bu çözüm sürecine destek. Türkiye’nin demokratikleşmesine, Kürtlerin özgürleşmesine, Suriye’de diktatör Esad devrilmişken yeni bir diktatörlüğün inşaası yerine demokratik ademi merkeziyetçi yeni bir Suriye’nin Kürtler, Araplar ve Türklerle birlikte inşasına çalışmak, Türkiye’nin iç barışı, birliği ve geleceğine destek demektir. Bunun karşısındaki kesimler. CHP, İYİ PARTİ, ZAFER PARTİSİ ve türevlerine hâkim olan tekçi, ulusalcı, ergene koncu, ırkçı ve kafatasçı anlayış, zihniyet ve yönetimlerin dili ve eylemleri. Türkiye de barış sürecini zehirleyen, sabote eden barış ve çözüm karşıtı, kışkırtıcı stratejilerle ve provokasyonlarla Türk ve Kürt halkını aldatıp kandırarak. Yalan, yanlış hile, entrika, komplo ve desiselerle birbirine karşı kırdırtmaya yöneliyor.
Türkiye’deki beyaz Türkler, devşirmeler, ipi dış güçlerin elinde olan kripto, sebatay’cı, kişi ve kurumlar. Türkiye’de ki etnik, dini ve mezhepsel farklılıkları bir zenginlik, eşit hak ve hukuka sahip birer Türkiye vatandaşı olarak değil. Bir kin, öfke, nefret ve düşmanlık aracı, sahte bir tehdit unsuru olarak görüp sayıyor ve lanse ederek, toplumu galeyana getirmek istiyorlar. Bu ırkçı kesim Kürtlere ve değerlerine karşı gâliz küfür ve hakaretlerde bulunuyor. Türk halkını Kürtlere, çözüm sürecine, barışa karşı gösteri, yürüyüş yapmaya ve Hükümete karşı sırf bu nedenle ayaklanmaya davet ediyorlar. Bu yolla toplumsal fay hatlarını tetikleyerek toplumsal patlamaya ve halklar arası boğazlaşmalara kadar götürecek düşmanlıkları geliştirmek, derinleştirmek istiyorlar. Bu şer yaklaşım ayrımsız tüm Türkiye halklarına düşmanlıktır.
Dağıstan Kur mık muhaciri Muzafferin oğlan Ümit Özdağ, dış mihraklı biri ve tam bir iç savaş kışkırtıcısı rolünde. Turan Çömez, tıpkı Ümit oğlanın çömezi ve o da muhacir. Musavvat Dervişoğlu da tıpkı bu usta çırak ikilisi gibi göçmen ve Türkiye halklarının özgürlük, eşitlik ve demokrasiye kavuşmasının düşmanı. CHP içindeki kripto Sebat aylar ile Türkiye halklarının özgür geleceğinin baş belası bu şeytan üçlemesi şifreli göçmenler birbirlerinin kader ortaklarıdırlar. Kadim Mezopotamyalı Kürt halkı ve bin yıldır kader ortaklığı yaptığı Türkmen ya da Türk halkı bu muhacirler karşısında Ensarlardır. Kürtlerin ve Türklerin kendi otantik ülke ve topraklarından başka gidecek bir vatanları yoktur.
Gerçek Türkler Türkmenler barış karşıtı ve savaş yanlısı değil. Oysa devşirmelerden oluşmuş ve damarlarında tek bir damla Türk kanı taşımayan Türkler savaş yanlısı ve barış karşıtıdırlar. Osmanlı Döneminde de bu devşirmelerden oluşan Yeniçeriler daha çok ulufe (para dağıtılması) için kazan kaldıranlar, Padişah devirip asanlar Osmanlı Sarayına rehin getirilmişlerden oluşuyordu. Savaşta ganimet olarak alınmış bu çocuklar. Sarayda iç oğlanları olarak kullanılmış, Yeniçeri Ocaklarında eğitilip yetiştirilmiş. Ordu ve Devlet yönetiminde de bu devşirmeler yer almışlardı.
Bu durum Cumhuriyet döneminde farklılaşsa da devşirmelerin devlette etkisi katmerleşerek arttı. İşte bunun sonucu Türk’ten daha çok Türk olan sahte Türklük akımı devlet bürokrasisi ve siyasetinde giderek yaygınlaştı. Bugün Türkiye’nin geleceğini karartacak uğursuz rolü oynamaya başladılar. Gün Türkiye’yi kendilerine beyaz Türkler diyen bu sahte Türkler, sahte Kemalistler, Atatürkçüler ve sahte milliyetçilerden kurtarma günü.
