Güçlü insanlar zorluklarla sınanır ve her zorluktan sonra kendi küllerinden yeniden doğarlar. Sev, sevme veya dost, düşman herkesin kabul ve teslim ettiği bir gerçek var: Selahattin Demirtaş’ın tüm hataları ve sevaplarıyla beş yıllık zindan direniş pratiği, Demirtaş’ın tek kişilik bir muhalefet partisi haline dönüştüğü ve gücüne güç kattığı gerçeğidir. Şu bir gerçek ki, Demirtaş’ı Edirne cezaevindeki hücresinden Türkiye siyasi yelpazesinin tümünün gündemi haline getiriyor. Bu yönüyle Demirtaş, her geçen gün kendisini aşıyor, geliştiriyor. Bu durum Demirtaş’tan bağımsız olarak ve belki de Demirtaş’ı zorlayan bir biçimde kendisine çok ağır bir misyon ve yük bindiriyor.
Demirtaş’ın karşıtları ve siyasi rakipleri de Demirtaş’ın kendileri için her feçen gün giderek büyüyen bir tehlike haline geldiği gerçeğini görüyorlar. Bu nedenle bir an önce Demirtaş’ı kendi kontrollerine almak. Kontrole alamayacaklarsa siyaseten tasfiye etmek. Buda mümkün değilse bir şekilde susturmak. Bu amaçla Demirtaş’a “hayatını bile kaybedeceği” mesajlı ciddi tehditte bulunuyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek” diyerek bu durumdan bahsetti.
Hemen ardından geçen yerel seçimlerde özel izinle İmralı’ya gidip Öcalan’dan mektup getiren Ali Kemal Özcan’ın “Bu saatten sonra Demirtaş’ın canını ancak Öcalan kurtarabilir” şeklinde Demirtaş’ı açıkça tehdit eden sözler saffetti. Bu durum sürecin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Demirtaş adeta dört bir yandan çepeçevre kuşatılmış bir durumdadır. Demirtaş, hücre arkadaşının geçenlerde tahliye olmasının ardından Edirne cezaevindeki hücresinde tek başına bulunuyor.
Soru şu Demirtaş; kendi hayatının tehdit edildiği bu zorlu süreçten daha güçlü bir biçimde nasıl çıkacak. Ya da bunu başarabilecek mi? Bu gibi soruların cevabı Türkiye siyasetinin ve Kürt siyasi hareketinin yakın geleceğini ciddi bir biçimde olumlu veya olumsuz tarzda etkileyecektir. Mesele bu ciddiyetle, bu bilinçle ele alınırsa bu soruların bir kaç olasılıklı cevabı bulunduğunu belirtmek gerekir.
Birincisi, Demirtaş; basında yer alan olası yeni bir İmralı merkezli “çözüm süreci girişimini” bir daha “bağrımıza taş basarak gidip CHP’ye oy vereceğiz” diye İmralı ve Hükümet tarafından çabalarının baltalanması olarak algılanması açıklamasında bulunmayacak. Bu Demirtaş’ın en son açıklamasından çok net anlaşılmaktadır. Demirtaş, Kürt sorununun çözüm sürecine destek vereceğini ve bu sürecin muhatabının Parlamento ve HDP olduğunu, İmralı ile de görüşülmesi gerektiğini söyleyerek yeniden Kürt sorununu çözüm denklemine dahil olmak için adım attı.
İkincisi, Demirtaş, ‘Millet İttifakı’ için yaptığı tüm pozitif açıklamalar, attığı tüm olumlu adımlar ve yerel seçimlerde verdiği tüm kayıtsız şartsız desteklere rağmen ‘Millet İttifakı’ tarafından hiç bir şekilde sahiplenilmedi, kendisine ve partisi HDP’ye yönelik Millet İttifakı cephesinden tek bir kurumsal adım atılmadı. Bunun yarattığı yalnızlaşma, tek başına kalma gerçeği, Demirtaş’ı Erdoğan’ın başlattığı iddia edilen İmralı eksenli “yeni bir diyalog ve çözüm sürecini” realist bir biçimde destekleme durumuna getirdi. Bu gerçek Türkiye de ne kadar kifayetsiz muhteris bir muhalefetin olduğunu gösterdi.
Üçüncüsü, bu güne kadar tüm saldırı, kuşatma ve tehditlere rağmen Demirtaş, doğru bildiği düşüncelerini ve tavrını değiştirmeyerek hareket etti. Türkiye’nin demokratikleşmesi için muhalefetin tüm geriliklerine ve Kürt sorununa tıpkı MHP gibi ret ve inkar temelinde yaklaşmasına rağmen muhalefet partileriyle birlikte hareket etti. Türkiye’de muhalefetin kazanması için stratejik birlik ve doğru taktik önerilerde bulundu. Pratikte üzerine düşen hemen her şeyi yaptı. Yerel seçimlerde muhalefete kazandırdı. Muhalefet ise söylemde değil ama pratikte yeterli denebilecek ve topluma cesaret verecek adımları atmadı. Muhalefetin korkusu bumerang gibi dönüp dolaşıp muhalefeti vurdu.
Şimdi Demirtaş birinci seçeneği devam ettirir ve sürdürürse cezaevinden çıkar. Gücüne güç katar. Muhalefet cephesinden belki tepki alır. İkinci seçenek ise Demirtaş çıkıp “bu muhalefeti ben tüm çabalarıma rağmen birleştiremedim. Artık boşa zaman tüketmeyeceğim” diye bir açıklama yayınlasa yine cezaevinden çıkabilir.
Üçüncü seçenekte Erdoğan ve İmralı eksenli “diyalog ve çözüm sürecine” karşı çıkışta ısrar etmektir ki bu neredeyse sıfır olasılıklı bir ihtimaldir. Çünkü ne iktidar, ne de İmralı masada aldıkları kararın Demirtaş tarafında bir defa daha bozulmasını sindirebilir. Bunu hem Demirtaş hem de HDP ve Kürt muhalefet hareketi de çok iyi biliyor. Kaldı ki Demirtaş’ın kendisi de Kürt Sorununun Çözümünü istemektedir. O halde kim Kürt sorununu çözeceğim diye muhataplarıyla görüşüyorsa Selahattin Demirtaş’ın da onlarla görüşmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Son aktüel fenomen ise; Türkiye’nin müzik kraliçesi Sezen Aksu’nun beş yıl önce yayınlanan şarkı sözlerinden zorlama bir tarzda “Adem babamız, Havva validemize hakaret” unsuru yaratma bunu dini temelde kullanarak gündem saptırma girişimi. Bu girişimin Bahçeli tarafından “serçe misin kuş musun” diye sürdürülmesi. Buna karşın Sezen Aksu’nun çok haklı, çok zeki, çok cesur ve dimdik bir şekilde önce kısa öz açıklamayla cevap vermesi. Cuma namazında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Adem babamız ve Havva Validemize dil uzatan terbiyesizin dilini keseriz” diye çok sert bir dille sürdürmesi üzerine. Sezen Aksu
“Konu ben değilim
Konu memleket..
Ben avım sen avcı
Vur bakalım….
Sen beni sezemezsin
Dilimi ezemezsin
Nereye baksam acı
Nereye baksam acı
Kim yolcu kim hancı
Dur bakalım…
Beni öldüremezsin
Sesim, sazım, sözüm var benim
Ben derken ben herkesim”
diyen yeni yazdığı bir şarkı sözlerinin de içinde yer aldığı içeriği 19.yy Fransız Dreyfus olayıyla denk bir cevap verdi. Ana muhalefet partisi ve muhalefet yine bir Sezen Aksu kadar cesur olamadı. Türkiye’nin kraliçesinin yüreği kadar bir yüreğe sahip olamadığını gösterdi. Kürt siyasetinin, HDP’nin bu gerçeği unutmaması ona göre yol haritası belirlemesi gerekir.