Türkiye toplumu bir taraftan yandaş azınlığın karun
misali zenginleşmesi, öte yandan derinleşen yoksulluk, halkı bir nana-ekmeğe
muhtaç hale getiren ekonomik kriz girdabında debeleniyor. Tüm bunların üstüne
devlet içerisindeki farklı kanatların güç-iktidar çatışması, bu darbeci
kanatların Türkiye halkının bu birikmiş öfkesini sosyal mühendislik temelinde
ve kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor. Dahası Kürt düşmanı, ırkçı toplumu
yaratma politikasının sonuçlarını görerek yaşıyoruz. Son bir haftada yaşanan
vahşet tablosunun ve önümüzdeki yakın zamanda daha da ağırlaşarak
yaşanacakların sorumlusu Türkiye hükümetiyle birlikte derin devleti veya derin
aklını oluşturan güç odaklarıdır.
Konya’da yedi kişilik bir ailenin sırf Kürt oldukları
için silahla taranmaları ardından evlerinin ateşe verilmesi ve ev halkı evin
içinde yaralı haldeyken yakılarak öldürülmeleri vahşeti, Manavgat’ta yangın
söndürmeye giden iki gencin linç edilip ölümden zor kurtulmaları, Marmaris’te
HDP binasının yakılması, bundan sonra yaşanacak barbarlıkların işaret
fişeğidir. Konya’daki vahşeti uygulayan canilerin “burada hiçbir Kürdü
bırakmayacağız” diye slogan atmaları polis ve devletin bu cani şebekelerin
arkasında durması, devlet içerisindeki güç çatışmasının topluma nasıl
yansıdığının göstermesi bakımından iki nedenle önemlidir.
Birincisi; artık Türkiye’nin
batısında yaşayan Kürtlerin hiçbir şekilde can ve mal güvenliği yoktur.
Kürtlere yönelik bu cani saldırılar tırmanacaktır. Türkiye’de Kürtlere yönelik
yapılan bu saldırılarla karanlık klik tarafından ülkede darbe zemini
oluşturulmaktadır. Nitekim ordunun darbeye hazırlandığı kulaktan kulağa fısıltı
haberi şeklinde yine dolaşıma girmiş durumdadır. Buda demektir ki yine Kürtler
katmerli bir biçimde ezilecektir. Dünyada akılsız başın cezasını maalesef ki
hep ayaklar çeker atasözünde olduğu gibi Kürt halkı bu günkü kafası karışık
siyasetinin hatalarının cezasını çekiyor. O nedenle Kürt halkı, Kürt siyasi
hareketinden can ve mal güvenliği de dahil çok fazla bir şey beklememelidir.
Kendisi bulunduğu her yerde bireysel ve aile güvenliği için harekete
geçmelidir. Türkiye’deki Kürtler ya görece güvenli oldukları Kürt illerine
dönüş kararı almalı ya da can, mal ve namuslarını bulundukları her yerde
korumak için örgütlenmeli ve ırkçı saldırı ve linç girişimlerine karşı kendi ferdi
ve kolektif tedbirlerini mahallelerinde ev ve işyerlerinde kendileri almalıdır.
Bütün bunları yaparlarken hukuk normları içerisinde kendi haklarını
savunmalıdırlar.
Şu an dünyanın yarısında orman yangınları yaşanıyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde hiç kimse, etnik gruba mensup olanları veya bir etnik
grupla tanınanları bu nedenle suçlamıyor. Türkiye’de Doğu ve Güney-Doğu’da
yaşanan hiçbir yangın veya doğal afet gündem dahi olmaz. Çoğu zaman söndürmek,
yaraları sarmak için hiçbir çalışma dahi yapılmazken batıda yangın çıkar çıkmaz,
‘PKK ve Yunanlılar yangın çıkardı’ diye haberler dolaşıma girer. Ortalıkta
Yunanlı olmayınca toplum devlet tarafından PKK bahanesiyle Kürtlere karşı
kışkırtılır. Batıda her yerde Kürt avı başlar. Bu dünde öyleydi, bugünde
öyle eğer caydırıcı ciddi tedbirler alınmazsa yarında böyle olacak.
Öyle ki Batıda yaşayan Kürtlerin ezici çoğunluğu. Can
havliyle “ormanı yakan isterse benim kardeşim olsun kınıyorum. O her kim
ise Allah belasını versin. Ormanları yakanlara lanet olsun” gibi sosyal
medya paylaşımlarında, twitt’lerinde ve hatta youtube yayınları yapan muhalif
Kürt gazeteciler bile korkudan kendilerini lanetleme yoluyla korumaya almaya
çalışıyorlar. Bu çok acı verici bir durum. Bir kaç gün önce biz de tatilde
Marmaris’te kaldığımız otelde yangın yaklaştığı için sabah saat beşte
uyandırıldık otel boşaltıldı ve Marmaris’i araçla terk ettik.
Çine ilçesinde köy kahvaltısı yaptığımız tesiste otel
müşterilerinin ve tesis sahibinin muhabbetinin konusu yangınlardı. Bu yaz
pandemi nedeniyle Marmaris’e İstanbul başta olmak üzere birkaç şehirden
olağanüstü sayıda villa yeri bakmaya gelen çok sayıda zenginler ve müteahhitler
olmuş. Öyle ki gelişler o kadar çok ki yol üzerindeki petrol ofislerinde
araçlara satılacak yakıt tükenmiş. Bu durum Türkiye’nin özellikle yangın çıkan
tüm turistik bölgeleri içinde geçerliymiş. O bölge esnafının dediği “gelip
yeri görüyorlar, beğeniyorlar. Sonra gizlice iki çakmak çakıp yangını çıkarıp
gidiyorlar. İki yıl sonra yanan yerlere villalar ve beş yıldızlı oteller
dikilmiş oluyor.”
Bunların arkasında Tapu kadastrosuyla, imara açılması
izniyle devlet ve iskan izni veren belediyeler olmazsa bu yapılabilirmiş.
Sonrada devlet elbirliğiyle rant için işlediği suçunu gariban Kürdün üzerine
atıp toplumun birikmiş öfkesini Kürde yönlendirip edip patlatıyor. Kürdün linç
edilmesi üzerine bir de toplum mühendisliği inşaa edip kah iktidarını
sürdürüyor, kah yeni iktidar devşirip kan tazeliyor.
HDP ve Kürt hareketi ise yaşananları bile anlamakta
yetersiz kalıyor. Kurulan tezgahın vahametini ve büyüklüğünü dahi anlamış değiller
ki bu kanlı tezgahı çökertme stratejisi geliştirebilsinler. Türkiye’de Kürt
meselesi askeri olarak yani mevcut gerillacılıkla çözülemez. Silahın bu şekilde
kullanılmasıyla, bırakalım sorunu çözmeyi bin kat daha ağırlaştırır. Türkiye’ye
her gelen cenaze haberi Kürde düşmanlık tohumlarını serpiyor, yeşertiyor ve
büyütüyor.
Türkiye’ye karşı son on yıldır silah kullanılması,
Kürtlere Rojava, Kuzey ve Güney’de çok büyük zarar verdi ve veriyor. Neden
çünkü bu gerillacılık bu teknoloji çağında halkı elde keleşle zaten koruyamıyor
ve özgürleştiremiyor. Hendeklerde bunu tüm dünya gördü. Yarattığı korkunç
tahribata rağmen birinci derece sorumlularca tek bir öz-eleştiri dahi
verilmedi. Türkiye’nin Kuzeyde teknolojiyi kullanarak karış karış alan tutma
alan koruma savaşı yürütmesi ve bunu kıracak bir strateji uygulanamaması,
Rojava’yı çok rahat işgali, Şengali vurması, medya savunma alanlarına girmesi,
Kandile dayanması. Tüm bunlar savaş stratejisinde ciddi bir analizi, eleştiri
öz-eleştiri yapmayı dayatıyor. Savaşa biraz dışarıdan, sıcak savaşın içinden
olmayan sakin, üstten, bir adım geri çekilerek ve objektif gerçekçi bir bakış açısı
ile bakmak gerekiyor ki sorunlar ve çözüm yolları ve yöntemleri bulunsun.
Türk-Kürt kardeşliği, ortak ulus, ortak vatan,
demokratik cumhuriyet gibi kavramlar da yeniden değerlendirilmeli. Madem
kardeşlik ortamı var ve demokratik ortak ulus kurulacaksa savaşa ne gerek var.
Bunlar ulusun kendi bünyesinde zaman içinde hallolacak teferruatlar değil mi? Bu
bakış acısı yoksa, bağımsız ve özgür bir ülke ve ulus talep ediliyorsa, ona
göre bir strateji belirlenir ve için savaşılır. Yeni bir strateji belirlenmeden
eskinin tekrarındaki ısrar etmek, kendi halkına en büyük zararı vermektir.
Eğer doğru bir strateji oluşturulur ve pratikte uygulanırsa,
politik ve toplumsal savaşı, çatışma yaratmadan ve bir damla dahi kan dökmeden
kazanmakta mümkündür. Bugün Türkiye’de bunun koşulları vardır. Yeter ki hem
sorunun esasını görelim hem de doğru politika oluşturarak yaşama geçirelim.