Güncel HaberlerMakaleler

ALİ CANDAN: TÜRKİYE NEYE HAZIRLANIYOR VE KÜRTLER NE YAPMALI?


Türkiye toplumu bir taraftan yandaş azınlığın karun misali zenginleşmesi, öte yandan derinleşen yoksulluk, halkı bir nana-ekmeğe muhtaç hale getiren ekonomik kriz girdabında debeleniyor. Tüm bunların üstüne devlet içerisindeki farklı kanatların güç-iktidar çatışması, bu darbeci kanatların Türkiye halkının bu birikmiş öfkesini sosyal mühendislik temelinde ve kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor. Dahası Kürt düşmanı, ırkçı toplumu yaratma politikasının sonuçlarını görerek yaşıyoruz. Son bir haftada yaşanan vahşet tablosunun ve önümüzdeki yakın zamanda daha da ağırlaşarak yaşanacakların sorumlusu Türkiye hükümetiyle birlikte derin devleti veya derin aklını oluşturan güç odaklarıdır.

 

Konya’da yedi kişilik bir ailenin sırf Kürt oldukları için silahla taranmaları ardından evlerinin ateşe verilmesi ve ev halkı evin içinde yaralı haldeyken yakılarak öldürülmeleri vahşeti, Manavgat’ta yangın söndürmeye giden iki gencin linç edilip ölümden zor kurtulmaları, Marmaris’te HDP binasının yakılması, bundan sonra yaşanacak barbarlıkların işaret fişeğidir. Konya’daki vahşeti uygulayan canilerin “burada hiçbir Kürdü bırakmayacağız” diye slogan atmaları polis ve devletin bu cani şebekelerin arkasında durması, devlet içerisindeki güç çatışmasının topluma nasıl yansıdığının göstermesi bakımından iki nedenle önemlidir.

 

Birincisi; artık Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtlerin hiçbir şekilde can ve mal güvenliği yoktur. Kürtlere yönelik bu cani saldırılar tırmanacaktır. Türkiye’de Kürtlere yönelik yapılan bu saldırılarla karanlık klik tarafından ülkede darbe zemini oluşturulmaktadır. Nitekim ordunun darbeye hazırlandığı kulaktan kulağa fısıltı haberi şeklinde yine dolaşıma girmiş durumdadır. Buda demektir ki yine Kürtler katmerli bir biçimde ezilecektir. Dünyada akılsız başın cezasını maalesef ki hep ayaklar çeker atasözünde olduğu gibi Kürt halkı bu günkü kafası karışık siyasetinin hatalarının cezasını çekiyor. O nedenle Kürt halkı, Kürt siyasi hareketinden can ve mal güvenliği de dahil çok fazla bir şey beklememelidir. Kendisi bulunduğu her yerde bireysel ve aile güvenliği için harekete geçmelidir. Türkiye’deki Kürtler ya görece güvenli oldukları Kürt illerine dönüş kararı almalı ya da can, mal ve namuslarını bulundukları her yerde korumak için örgütlenmeli ve ırkçı saldırı ve linç girişimlerine karşı kendi ferdi ve kolektif tedbirlerini mahallelerinde ev ve işyerlerinde kendileri almalıdır. Bütün bunları yaparlarken hukuk normları içerisinde kendi haklarını savunmalıdırlar.

 

Şu an dünyanın yarısında orman yangınları yaşanıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde hiç kimse, etnik gruba mensup olanları veya bir etnik grupla tanınanları bu nedenle suçlamıyor. Türkiye’de Doğu ve Güney-Doğu’da yaşanan hiçbir yangın veya doğal afet gündem dahi olmaz. Çoğu zaman söndürmek, yaraları sarmak için hiçbir çalışma dahi yapılmazken batıda yangın çıkar çıkmaz, ‘PKK ve Yunanlılar yangın çıkardı’ diye haberler dolaşıma girer. Ortalıkta Yunanlı olmayınca toplum devlet tarafından PKK bahanesiyle Kürtlere karşı kışkırtılır. Batıda her yerde   Kürt avı başlar. Bu dünde öyleydi, bugünde öyle eğer caydırıcı ciddi tedbirler alınmazsa yarında böyle olacak.

 

Öyle ki Batıda yaşayan Kürtlerin ezici çoğunluğu. Can havliyle “ormanı yakan isterse benim kardeşim olsun kınıyorum. O her kim ise Allah belasını versin. Ormanları yakanlara lanet olsun” gibi sosyal medya paylaşımlarında, twitt’lerinde ve hatta youtube yayınları yapan muhalif Kürt gazeteciler bile korkudan kendilerini lanetleme yoluyla korumaya almaya çalışıyorlar. Bu çok acı verici bir durum. Bir kaç gün önce biz de tatilde Marmaris’te kaldığımız otelde yangın yaklaştığı için sabah saat beşte uyandırıldık otel boşaltıldı ve Marmaris’i araçla terk ettik.

 

Çine ilçesinde köy kahvaltısı yaptığımız tesiste otel müşterilerinin ve tesis sahibinin muhabbetinin konusu yangınlardı. Bu yaz pandemi nedeniyle Marmaris’e İstanbul başta olmak üzere birkaç şehirden olağanüstü sayıda villa yeri bakmaya gelen çok sayıda zenginler ve müteahhitler olmuş. Öyle ki gelişler o kadar çok ki yol üzerindeki petrol ofislerinde araçlara satılacak yakıt tükenmiş. Bu durum Türkiye’nin özellikle yangın çıkan tüm turistik bölgeleri içinde geçerliymiş. O bölge esnafının dediği “gelip yeri görüyorlar, beğeniyorlar. Sonra gizlice iki çakmak çakıp yangını çıkarıp gidiyorlar. İki yıl sonra yanan yerlere villalar ve beş yıldızlı oteller dikilmiş oluyor.”

 

Bunların arkasında Tapu kadastrosuyla, imara açılması izniyle devlet ve iskan izni veren belediyeler olmazsa bu yapılabilirmiş. Sonrada devlet elbirliğiyle rant için işlediği suçunu gariban Kürdün üzerine atıp toplumun birikmiş öfkesini Kürde yönlendirip edip patlatıyor. Kürdün linç edilmesi üzerine bir de toplum mühendisliği inşaa edip kah iktidarını sürdürüyor, kah yeni iktidar devşirip kan tazeliyor.

 

HDP ve Kürt hareketi ise yaşananları bile anlamakta yetersiz kalıyor. Kurulan tezgahın vahametini ve büyüklüğünü dahi anlamış değiller ki bu kanlı tezgahı çökertme stratejisi geliştirebilsinler. Türkiye’de Kürt meselesi askeri olarak yani mevcut gerillacılıkla çözülemez. Silahın bu şekilde kullanılmasıyla, bırakalım sorunu çözmeyi bin kat daha ağırlaştırır. Türkiye’ye her gelen cenaze haberi Kürde düşmanlık tohumlarını serpiyor, yeşertiyor ve büyütüyor.

 

Türkiye’ye karşı son on yıldır silah kullanılması, Kürtlere Rojava, Kuzey ve Güney’de çok büyük zarar verdi ve veriyor. Neden çünkü bu gerillacılık bu teknoloji çağında halkı elde keleşle zaten koruyamıyor ve özgürleştiremiyor. Hendeklerde bunu tüm dünya gördü. Yarattığı korkunç tahribata rağmen birinci derece sorumlularca tek bir öz-eleştiri dahi verilmedi. Türkiye’nin Kuzeyde teknolojiyi kullanarak karış karış alan tutma alan koruma savaşı yürütmesi ve bunu kıracak bir strateji uygulanamaması, Rojava’yı çok rahat işgali, Şengali vurması, medya savunma alanlarına girmesi, Kandile dayanması. Tüm bunlar savaş stratejisinde ciddi bir analizi, eleştiri öz-eleştiri yapmayı dayatıyor. Savaşa biraz dışarıdan, sıcak savaşın içinden olmayan sakin, üstten, bir adım geri çekilerek ve objektif gerçekçi bir bakış açısı ile bakmak gerekiyor ki sorunlar ve çözüm yolları ve yöntemleri bulunsun.

 

Türk-Kürt kardeşliği, ortak ulus, ortak vatan, demokratik cumhuriyet gibi kavramlar da yeniden değerlendirilmeli. Madem kardeşlik ortamı var ve demokratik ortak ulus kurulacaksa savaşa ne gerek var. Bunlar ulusun kendi bünyesinde zaman içinde hallolacak teferruatlar değil mi? Bu bakış acısı yoksa, bağımsız ve özgür bir ülke ve ulus talep ediliyorsa, ona göre bir strateji belirlenir ve için savaşılır. Yeni bir strateji belirlenmeden eskinin tekrarındaki ısrar etmek, kendi halkına en büyük zararı vermektir.

 

Eğer doğru bir strateji oluşturulur ve pratikte uygulanırsa, politik ve toplumsal savaşı, çatışma yaratmadan ve bir damla dahi kan dökmeden kazanmakta mümkündür. Bugün Türkiye’de bunun koşulları vardır. Yeter ki hem sorunun esasını görelim hem de doğru politika oluşturarak yaşama geçirelim.