Cesur olmanın kendi içinde bir dehası, gücü ve büyüsü vardır. “İnsan ilişkilerinin birkaç değişmez kuralından biri, bir otorite altında ezilenler kadar ezenlerin de yabancılaşması ve insanlıktan çıkmasıdır.
Böyle bir ilişkide ezilen insan pasifleşir, bir eşyaya dönüşürken karşısındaki megomanlaşır, kendini tanrı zanneder. İlki bir insan müsveddesine dönüşürken, ona bunu yapan da bir Tanrı müsveddesine dönüşür” der Thomas Szasz.
Türkiye’de ki tüm sorunların kaynağı olan ayrımsız topyekûn siyaset kurumu, toplumun duru görüşünü, ahlakını kirletiyor. Umudunu ve inancını tüketiyor. Büyük bir karamsarlık ve gelecek kaygısı yayıyor, tüm bireyleri adeta eritiyor ve hiçleştiriyor. Siyasetin bilincimizi bulandırmasına, inancımızı, ahlakımızı ve umudumuzu tüketmesine asla ama asla izin vermemeliyiz. Dünyada da toplum ve insanlık için temel tehlike konulafı tartışılıyor. Dünya ve insanlık için temel tehlike yapay zeka, bilgisayar, Al yani Robotlar değildir. Bir zamanlar Francis Fukuyama da Tarihin Sonu Ve Son İnsan hikayeleri anlatıyordu. Tüm bu iddialı tartışmalar hikayeden ibarettir. İnsanlık en az 470 bin yaşında olduğu bilinen en eski sedir mobilyası ve en azından bir o kadar yıl daha yaşayacaktır. İnsanlık açısından temel tehlike etik-moral değerlerdir. Kendi kendini tüketecek bir körlüğe, barbarlığa çakılıp kalmak. Bilinç ve aydınlanma sıçraması yaşayarak uygarlık yolunda hızla ilerleyememektir. Dini terim ve literatürle sırât-ı müstakim yani dosdoğru bir yolda yürüyüp doğrudan ayrılmamak için her an bilinç seviyemizi yükselterek sorunlara öfkeyle, tepkiyle değil, pozitif, makul, mantıklı ve bilimsel temele dayanan akılcı çözümler geliştirebilmeliyiz. Bu konuda sıkça ahlakçı felsefeye baş vurarak ilerleyebiliriz.
Evet doğrudur, evrene, dünyaya ve yaşadığımız haksızlıklara karşı öfkelenmeyi seçebiliriz. Fakat mantıklı düşününce, öfkenin bize hiçbir faydası yoktur. Öfkelenmek yerine çözüme odaklanmalı, çözüme yoğunlaşmalı ve ruhumuzun derinliklerine dalmalıyız ve iki tür davranışı ayırt edebilmeliyiz. Bunlar elimizde olanlar ve olmayanlardır. Bu özellik bütün Stoacıların değer verdiği bir özelliktir. Eğer erdemli bir kişiliğimiz ve ayırt edebilme kapasitemiz varsa, o zaman özgür olabiliriz. Çünkü bu durumda refah ve mutluluğumuz artık dışarıdaki olaylardan etkilenmemektedir. Kontrol edemeyeceğimiz olaylar çok sayıdadır. Kontrol edemeyeceğimiz olaylara değil, kontrol edebileceğimiz şeylere konsantre olmalıyız. Kontrol edemeyeceğimiz şeylerden biri insanların davranışları, özellikle ruh halleri ve hisleridir. Kontrol edebileceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz şeyleri ayırt edebilmek ve zihnimizi rahatlatmak için kendimize makul sebepler bulmak çok önemlidir. Epiktetos herkesin uzun konuşmalar olarak da bildiği, gerçekleri olduğu gibi görebileceğimiz monologlar çalışmamız gerektiğini savunmaktadır. Bunun üzerine düşünmek ve çalışmak önemlidir.
Bu hakikatler ışığında aktüel siyaseti analiz edersek, Siyaset; yürünülen yol demektir. Yoldan kasıt; doğru bir istikamet belirlemek, sırât-ı müstakim üzere yürümek demektir. Güncel politikada siyaset; sorunlar karşısında doğru temelde çözüm gücü olabilme sanatıdır. Bu da dos doğru bir hatta ilerlemeyi gerektirir. Öyle ki bu siyasi hat, siyasi çizgi, halkı ve toplumu ekonomik, sosyal, siyasal, etnik, inanç temelli tehlikelerden ve Gordion düğümüne dönüşen içinden çıkılmaz hale gelen asırlık sorunlardan kurtarabiliyorsa yolu doğrudur. Bu tanımda siyaset kurumu ve siyasetçilerin akl-i selim davranmasını, kendilerine rağmen yani benliklerini aşarak sorunları bireysel değil, toplumsal temelde ele alıp çözmeyi becermelerini dayatıyor. Eğer ki, siyasetçiler mevcut sorunları çözemiyorlarsa, siyaseti bırakmalılar.
Siyaset toplumu görünür görünmez tehlikelerden koruyup kollamak, çağdaş medeniyet doğrultusunda ilerletmek ve toplumun refah ve mutluluk seviyesini yükseltmek, toplumun huzur ve güven içerisinde yaşamasını sağlayıp toplumun uygarlık ve bilinç seviyesini büyütüp, geliştirerek geleceğe taşımak için vardır. Halkı ricat ettirmek, yüz yıl geriye götürmek, bir nana/ekmeğe muhtaç etmek, evini yakmak, ocağını söndürmek için değil. Halkın kazanılması başarılamaz, halkın temel talepleri geliştirilip korunamaz ve halkın hayati çıkarları heba edilirse o noktada dünyanın her yerindeki siyasetçiler istifa eder. Ortadoğu coğrafyasında yani bizde ise, siyaset kurumu ayrımsız Kürt, Türk, Arap veya Fars olsun hiç fark etmez, hiç bir siyasetçi hangi kademede, makam ve mevkide olursa olsun her nedense istifa denen bir müessesenin varlığını bile bilmezler. Tutturdukları yolun yol olmadığını kabul etmez ve yarattıkları yıkım ve ardıllarında bıraktıkları enkazı görmek istemezler. Bu gün bırakalım iktidarı, Ana Muhalefet Partisi CHP’nin başındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu tamda böyledir.
Türkiye’de ki Kürt siyasi hareketi de değişim diye hiç bir siyasi ağırlığı olmayan kadroları vitrine doldurup sürece denk olmayan reel siyasete aykırı ve ters bir yaklaşım sergiliyor. Nihayetinde ülkedeki sağcı, solcu, milliyetçiler dâhil tüm siyasi parti ve siyasetçilerin ezici çoğunluğu, kendi doğrularını değişmez birer ahit, ayet ve doğma olarak görüp ele almakta ve pratik politikada uygulamaktadırlar. Siyaset kurumunun bu donuk ve değişmez ayet ve ahitleri. Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sunnisi ve azınlıklarıyla herkese kaybettiriyor. Bu durum hiç bir faydası olmayan nafile namazları misali boş ve anlamsız siyasette ısrar bu ülkeye yüz yıldır patinaj yaptırıyor. Hep aynı konuları konuşmak yazmak artık usandırıyor.
Oysa başta Kürt sorunu, Alevi sorunu, ekonomik sorunlar olmak üzere tüm toplumsal sorunlara yepyeni, yaratıcı, zamana, zemine ve koşullara uygun söz, karar ve pratik politik çözümler geliştirilmesi ve cesur adımlar atılmak suretiyle sorunların çözülmesi gerekiyor. Cesaretin, cesur olmanın kendi içinde bir dehası, gücü ve büyüsü vardır.
Korkuyla siyaset üretenler, kendi yaratıkları korkunun esiri olurlar. En nihayetinde de gerçeklikten koparlar. Gerçek anlamda siyaset cesurların işidir. Gerçekler cesurdur, vurucudur, yakıcıdır ve aydınlatıcıdır. Gerçeklerin açığa çıkma gibi bir huyu vardır. Er veya geç gerçekler açığa çıkar ve hükmünü icra ederler. O nedenle korkunun ecele faydası yok denir. Korku başa beladır. Korkak siyasetçilerde halkların başına beladır. Bu yüzden halk cesur siyasetçiyi sever ve baş tacı eder.
Değişmeyen, değişime karşı direnen korkak siyasetçiler er geç mutlaka aşılır. Türkiye siyaseti, Kürt-Türk muhalefeti bu haliyle taş kesilmiş bir halde orta yerde durmakta, adeta halkın böğrüne bir yumruk gibi inmiş durumdadır. Öyle ki, Türkiye muhalefetinin varlığı karşıtının ömrünü uzatma gerekçesine dönüşmüş durumda ve maalesef bunu bile göremeyecek bir acizlik içindedirler.
“Hiç bir sorun onu yaratan bilinç seviyesi ile çözülemez” der Einstein. Sorunların çözümü için yüksek bir bilinç seviyesi, anlama, idrak kapasitesi, uygulama gücü ve cesareti gerekiyor. Bu donanıma sahip olmadan hiç bir sorunu çözmek mümkün değildir. Aksine yeni sorunların kaynağı olunmaktan da kurtulunamaz.