Makaleler

Dr. Mustafa PEKÖZ – GARE OPERASYONUN ARKA PLANI


Türkiye’de iç politik krize yol açan ve önümüzdeki dönemde sistem içerisindeki iç çatışmayı derinleştirebilecek olan en önemli olay hiç şüphesiz ki ordu birliklerinin büyük bir iddia ile gerçekleştirdikleri ancak  kamuoyuna açıklanan hedeflerin hiç birinin gerçekleşmediği ‘Gare’ askeri operasyonudur. PKK’nin elinde bulunan 12 askeri ve polisin kurtarılması iddiasıyla yapılan operasyonun cumhurbaşkanının deyimiyle ‘başarısızlıkla’ sonuçlandı. Tek birinin dahi sağ olarak kurtarılmadığı/tamamının öldüğü söz konusu operasyonun çok yönlü ve soğukkanlılıkla analiz edilmesi oldukça önemlidir.

İktidar, başarısız olan bu operasyonun sorumluluğunu üstünden atmak için açık bir gerilim politikası oluşturmaya, HDP başta olmak üzere sisteme açık muhalif olan politik güçleri etkisizleştirmeye çalışıyor. Sorumluğun politik olarak üstlenilmesinin getireceği sonuçlar tahmin edilenden çok daha ağır olacağını bilen cumhurbaşkanı, muhalefeti hedef tahtasına koyarak süreci yönetmeye çalışıyor.

Operasyonun hedefi neydi?

Belki de cevabı aranması gereken en önemli soru bu? Operasyonun gerçek amacı PKK’nin elinde bulunan askerilerin/polislerin kurtarılması mıydı? Bazı PKK liderlerinin bölgeye geldiğine dair istihbarat bilgi üzerine yapılan bir askeri harekât mıydı? Yoksa Şengal’e yönelik bir operasyonun için bir ön hazırlık mıydı?

Birincisi, dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde rehine kurtarma operasyonu önceden gazete manşetlerinde yer almaz. İstihbarat birimlerinin açık ve kesin bilgileri üzerinde askeri birimler operasyonu gerçekleştirir. Her operasyonun yüzde yüz başarılı olacağı ya da bütün rehinelerin mutlaka kurtarılması gerektiğine dair bir kural olmaz. Gare operasyonun medyada çok önceden yer almış olması, kimi bilgilerin dolaylı paylaşılmaya başlanmış olması, Gare operasyonunun esas hedefinin PKK’nin elinde bulunan asker ve polislerin olmadığını gösteriyor. 

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Suskunluğu

Burada ilginç olan en önemli hususlardan biri de şudur: Eğer gerçekten bu operasyon askerlerin kurtarılması amacıyla yapılmış ise istihbarat bilgilerinin MİT tarafından alınmış olması ve askeri birimlere aktarılmış olması gerekirdi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tek kelime konuşmaması ve kamuoyunu bilgilendiren bir açıklama yapmaması da bir tesadüf değildir. PKK liderleriyle yakın ilişkileri olmuş, yüz yüze görüşmüş ve PKK’nin askeri ve politik gücü hakkında somut bir fikre sahip olan Fidan’ın böyle bir operasyonun başarısız kalacağına dair operasyona karar veren politik ve askeri güçleri uyarmamış mıdır? Ya da elindeki istihbarati bilgilerle böyle bir operasyona onay vererek başarısızlığın esas sorumlusu olabilir mi? Fidan’ın kamuoyunu bilgilendirmesi gerekir.

İkincisi, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Bahoz Erdal gibi PKK’nin üst düzey yöneticilerinin bölgeye geldikleri istihbarat bilgisi üzerine Gare bölgesine kapsamlı bir operasyon yapıldığına dair bir başka iddianın varlığıdır. Yani Gare bölgesine gelen PKK liderlerinin sağ veya ölü ele geçirilmesine yönelik operasyon kararı alındığı belirtiliyor. 

Türkiye’nin bölgede askeri olarak ciddi bir hava üstünlüğü olduğu dikkate alındığında PKK liderlerinin Kandil’den yaklaşık 150 km uzaklıkta olan Gare bölgesine gelmeleri pek mümkün görünmüyor. Askeri çatışmaların yoğunluklu olarak yaşandığı ve hava operasyonları konusunda Türkiye’nin belirgin bir üstünlük sağladığı bir ortamda birden fazla PKK üst düzey yöneticisinin Gare gibi riskli bir alana gelmeleri pek mantıklı görünmüyor. Ayrıca Türkiye’nin bölgedeki istihbarat ağının genişliği dikkate alındığında, böylesi bir bilgi gelmiş olsa dahi ciddiyetliğini hesaba katmış olması gerekirdi Eğer bilgi doğruysa ve PKK liderleri bu bölgeye gelmişse 40 uçağın aynı anda havalanarak özel birliklerin katıldığı bir operasyon başlatılmışsa ve iddia edilen isimlerden birinin yakalanmamış ve ölmemiş olması yine büyük bir gürültüyle başlatılan operasyonun başarısız olduğu anlamına gelir. Ancak gerçek olan şu; Gare de ne kalabalık bir PKK yönetici grubu vardı ne de devlet bu amaçla bir operasyon başlattı.  PKK’nin ana karargah merkezinin olduğu iddia edilen bölgeyi kontrol etmenin psikolojik etki yaratabilir ama operasyonun stratejik hamlesi bunun olduğunu düşünmüyorum.

Üçüncüsü, Gare’ye bu düzeyde askeri güç yığmanın esas hedefi Şengal’e yönelik kapsamlı bir operasyonun psikolojik ön hazırlığıydı. Gare’nin karada kontrol altına alınması ve daha sonra Türkiye sınırına yaklaşık 100 km olan Şengal’e yönelik uçaklarla kapsamlı bir askeri operasyon yapılmasıydı. Dikkat edilirse Savunma Bakanı Hulusi Akar, Bağdat’ı ve Erbil’i ziyaret etti. Gündemde ise PKK’nin Şengal’daki askeri varlığının tasfiyesi için olası bir askeri operasyon için izin almaktı. Hulusi Akar’ın ziyaretinden sonra ABD’nin bölgedeki Başkonsolosu Irak Kürdistan Bölge Yönetimini ziyaret etti. ABD’nin böylesi bir operasyona karşı olduğu hem Bağdat’a hem de Erbil’e diplomatik kanallarla iletildi. ABD’nin tavrından sonra ne Bağdat’tan ne de Erbil’den böyle bir operasyona onay çıkmadı. Hulusi Akar’ın Almanya’ya yaptığı ziyaretin arka planında Türkiye’nin Şengal operasyonuna onay vermesi talebi vardı. Ancak Almanya şahsında AB’den de böyle bir onay çıkmadı.

ABD, Şengal’e yönelik bir operasyona karşıdır

Türkiye’nin uluslar arası ve bölgesel ilişkilerde Şengal operasyonu için bir destek alamadı.   ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasına yönelik ciddi eleştirilerde bulunduğu biliniyor.  Türkiye, Gare bölgesine dahası Şengal’a yakın olan bölgelere iki binin üzerinde askeri birlik yığarken, ABD ise tersine Rojava ve Irak Kürt Bölge yönetimi arasındaki bölgelere askeri güç göndermeye başlaması ve hatta Türkiye’nin sıfır noktasına yeni üstler kurmaya başlaması bir bakıma Ankara’nın Şengal’e yönelik olası bir operasyonuna karşı bir ciddi uyarı olarak algılandı. Uluslar arası koalisyon gücüne bağlı askeri uçakların  Rojava ve Irak Kürt Bölge Yönetimi üzerinde sürekli uçarak keşif yapmaları doğrudan Ankara’ya yönelik bir mesaj olarak değerlendirildi.

Gare’ye önemli bir askeri güç yığmış olan Ankara, ABD’nin yeni dönem Ortadoğu politikası karşısında daha dikkatli olmak zorunda olduğunun farkındadır. Bu nedenle çok ciddi hazırlıklara rağmen Şengal’e yönelik hava operasyonunu iptal edilmek zorunda kalındı. Bölgeye koşullandırdığı gücü, PKK’nin askeri varlığına yönelik bir askeri harekata dönüştürdü ve bunun üzerinden yeni bir zafer yaratılmak istendi.

İktidar iç politik ilişkilerde önemli oranda yıpranmış görünüyor ve toplumsal desteğini hızla kaybediyor. Bu nedenle iç politikada kendisine yeni bir alan açmak için PKK’nin elinde bulunan askerlerin bir operasyonla Türkiye’ye getirilmesi özellikle iktidar için ciddi bir politik üstünlük sağlayacaktı. Ancak beklenilen olmadı ve cumhurbaşkanının Çarşamba’ya açıklayacağı ‘müjde’  tersine yine kendisinin deyimiyle ‘başarısız’ bir operasyona dönüştü. Önümüzdeki dönemde iktidarı çok daha düzeyde sarsacak politik gelişmelerin yaşanacağı açıktır.

Operasyon’da dikkat çekilmesi gereken bir kısım faktörler

  • ABD’nin yaptığı açıklamada; ‘eğer PKK tarafından öldürülmüşlerse şiddetle kınıyoruz.’ ABD Dış işleri Bakanlığı sözcüsünün yapmış olduğu bu açıklama sadece Ankara’ya yönelik bir tepkinin dışa vurumu olarak algılanamaz. İktidar, Washington’un bu açıklamasına politik ve diplomatik olarak çok ciddi tepki gösterdi. Ancak burada ince bir mesaj olduğu açıktır: ABD’nin bölgede güçlü bir istihbarat ağı olduğu biliniyor. Elindeki bilgilerde 13 kişinin PKK tarafından öldürülmediğin ima ederek bir başka mesaj vermek mi istedi? Bunu önümüzdeki süreçte çok daha net olarak öğrenebiliriz.
  • PKK, bugüne kadar tutukladığı kişilerden kimseyi öldürmemiş. Örneğin İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin vermiş olduğu bilgilere göre “1990 ile 2012 yılları arasında 110 farklı eylemde 67’si polis, 32’si korucu, 145’i devlet memuru, 15’si siyasetçi, 38’i turist, 2’si gazeteci ve 36’sı sivil toplam 335 kişi alıkonuldu. Bu kişilerin tamamı Meclis, uluslararası insan hakları kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının araya girmesiyle serbest bırakıldı.” Bu verilerin tamamı devlet kayıtlarında bulunuyor. Bugüne kadar toplam 335 kişiyi alıkoyan ve hiç birini öldürmeden bir kısım kurumların devreye girmesiyle serbest bırakan PKK’nin 2012 yılından bu yana alıkoyduğu 12 kişiyi neden öldürsün? Histerik reflekslerle cevap vermek yerine mantıklı ve bilinçli yanıtlar aramaya çalışmak bizi daha doğru sonuçlara götürür.
  • PKK’nin 13( 1 kişi Irak vatandaşı) kişinin ölümüne yol açan operasyondaki sorumluluğunu da açıklaması gerekir. Bu insanlar yaklaşık 6 yıldır tutuluyorlar. 6 yıl içerisinde bunlara ilişkin hiçbir açıklama yapılmadı. Neyle suçlandıklarına dair her hangi bir açıklama yok. Sivil Toplum Örgütleri ve İnsan Hakları kurumları devreye girdiği halde bırakılmadıkları belirtiliyor. Buna ilişkin bir açıklamanın yapılması gerekir. Ayrıca bu insanların 6 yıl tutulmasının nedeni, görüşmeler için bir ‘pazarlık olarak kullanmak’ olduğu belirtiliyor. Böyle mi bilemiyoruz. Bugüne kadar hangi gerekçeyle serbest bırakılmadıklarının açıklanması da PKK’ye aittir. Ancak uluslar arası hukuk normları, değerleri ve insan hakları hukuku bakımından da eleştirilmesi gereken bir durum. Bu insanların can güvenliğinin korunması sorumluluğu doğal olarak onları alıkoyanlara aittir.

Halen PKK’nin alıkoyduğu iki MİT elamanın sağ kurtarılması için yeni girişimler olacak mı?

  • PKK’nin elinde olan MİT’in iki üst düzey yöneticisinin öldürülen 13 kişinin içerisinde olmadığı anlaşıldı. Yani bu iki kişi halen PKK’nin elinde bulunuyor. Bu iki kişi Gare’deki mağarada bulunuyorlar mıydı yoksa başka yerlerde mi tutuluyorlardı? Devlet, 6 aydır bu operasyon üzerinde hazırlık yapmışsa, MİT için son derece önemli olan bu iki kişinin nerede oldukları konusunda somut bir bilgileri olması gerekirdi. Eğer bu iki kişi Gare’deki mağaralarda bulunuyorlardıysa, PKK bu iki kişiyi, çok önceden ve her yönüyle planlanmış bir operasyon içerisinde alıp götürmüşse askeri harekatın ciddiyetliği bakımından bize bir fikir verebilir. Bu iki kişinin önümüzdeki süreçte yapacakları açıklamalar da operasyonun boyutları ve içeriği bakımından önemli ipuçları da verebilir.
  • Devlet, MİT’in üst düzey iki yöneticisinin sağ olarak getirtilmesi için ne gibi bir plan yapacak. Bu tür operasyonlarla rehine kurtarmanın başarılı olmayacağı artık çok net anlaşıldığına göre çatışmaya girmeden, kimse ölmeden başka yöntemlerin denenmesi bir zorunluluktur. Devletin bütün kurumlarının bildiği bir gerçek var: Kandil üzerinde tek etkili olacak kişi Öcalan’dır. Devlet Öcalan ile sayısız defa görüştü. Bugüne kadar 13 rehinenin gündeme getirilmemiş olması da çok ilginç bir durumdur. Öcalan ile yapılacak görüşmenin birçok sorunun çözümünde anahtar olduğunu örnekleriyle görüldü. Öcalan ile görüşmenin sorunların askeri ve politik çözümünde rol oynayacaksa bundan korkmamak gerek. Örneğin İsrail’in Hizbullah ve Hamas ilişkisi dikkatle incelenmelidir. İsrail için Hizbullah ve Hamas en tehlikeli ‘terörist’ örgütlerdir. Ancak İsrail her iki örgütle doğrudan görüşmeler yapabiliyor. Hatta bir askerin cenazesini almak için 1200 kişiyi serbest bırakan protokoller yapabiliyor.  Kolombiya, Güney Afrika, Yemen, Filipinler gibi bir çok ülkede sayısız örnekleri bulunuyor. Ayrıca yaşamını yetiren asker ailelerin bir çok defa siyasal partilerini ziyaret ettikleri, hükümet teklileriyle görüştükleri kamuoyuna yansıdı. İktidarın 6 yıldır hiçbir adım atmamasının gerekçesini kamuoyuna açıklaması gerekir.
  • Bu başarısız operasyon, HDP şahsında Kürtlere karşı tam psikolojik savaş aracı haline getirilmeye başlandı. Bir bakıma operasyonun başarısızlığını HDP’ye yükleyerek politik tasfiyesinin bir aracı haline getirmek isteyen iktidar, önümüzdeki süreçte Kürt toplumuna yönelik saldırıları arttıracak. HDP’nin Kandil üzerinde hiç bir etkisinin olmadığını en iyi bilen devletin kendisidir. Tersine PKK’nin de HDP’yi yönteme ve talimat verme gibi bir çabası olmadığını da istihbarat raporlarında öğrenmek mümkündür.  Bugüne kadar soyut suçlamalar dışında bu tür iddiaları destekleyecek tek bir delil yani kanıt ortaya konulamadı.
  • HDP’nin hedef tahtasına oturtulmak istenmesi ve politik etki alanın etkisizleştirilmesi planı sanıldığından çok daha derin ve kapsamlıdır. ABD’nin yeni dönem Ortadoğu stratejisinin kodları doğru okunduğunda meselenin politik arka planı çok daha iyi anlaşılır. Suriye’de oluşmaya başlayan ‘özerk yada federal bölge’ devlet yapısı, Türkiye’de sarsıcı yansımaları olacağı açıktır. Ankara, önümüzdeki dönemde Kürt meselesini yeni politik formatta başlatılmasını kaçınılmaz olarak gündemine alacaktır. Devlet, sorunun barışçıl çözümünde inisiyatif alacak olan HDP’nin denklemin dışında tutmaya çalışıyor. Başarısız operasyonu da bu amaçla çok daha yoğun olarak kullanmaya çalışacaktır. Ancak bu tarz politik yönelimler uluslar arası ilişkilerde beklenilen etkiyi yaratmayacaktır.
  • Devlet, hendekler sürecinden elde ettiği askeri başarıyı, politik ve psikolojik üstünlüğe dönüştürmeyi başardı. PKK, politik inisiyatif kaybına uğradı, toplumsal dinamiğini korumakla birlikte harekete geçirmede önemli bir gerileme yaşadı. Gare askeri harekatı ise tersine devletin uzun süre elde tuttuğu psikolojik üstünlüğe önemli bir darbe vurdu. İç politik çatışmaya dönüşen bu süreç, Kürt hareketinin yeniden politik inisiyatif almasını sağlayabilir.
  • Bölgesel ilişkilerde çatışmaların değil, politik-diplomatik çözümlerin ön plana çıkacağı bir süreç yaşanacaktır. Politik-psikolojik üstünlük, çatışmaların derinleştirilmesinden çok yeni dönemin ruhuna uygun barışçıl çözüm sürecinin başlatılması için kullanılması başarının önemli bir halkasını oluşturacaktır.  
  • Gare operasyonunun bölgesel yansımaları düşündüğümüzden çok daha ciddi sonuçlara yol açacaktır. Önemli olan süreci doğru okumak, gerçekçi ve sonuç alıcı politikalarla sürece müdahale etmektir. Bütün bu çatışmalı sürece rağmen çözüm politik-diplomatik ilişkiler üzerinden gelişecektir. Ortaya çıkan olanakların doğru değerlendirilmesi son derece önemli ve gereklidir. Kim süreci doğru okursa onlar inisiyatifi ele alır.

Sonuç: Gerekçeler ne olursa olsun, burada önemli olan insan yaşamının korunmasıdır. Hangi gerekçeyle olursa olsun silahsız 13 insanın yaşamını yetirmesi hiçbir gerekçe gösterilmeden kınanması gereken bir durumdur. Ancak esas sorun çok fazla gürültü çıkarmak yerine meselenin özünü araştırmak, kimin sorumluluğu varsa kamuoyuna açık ve doğru bilgileri vermektir.

NOT: Bu yazı 19 Şubat 2021 tarihinde yazıldı. Sitenin açılması nedeniyle bugün yayına girdi.