ABD’nin 20 yıl önce girdiği Afganistan’dan çekilmesinden sonra Rojava’da çekileceğine ve bunun genel bir politika olarak benimsediğine dair çok sayıda yorum ve analiz yapıldı.
Hiçbir küresel güç tek başına veya müttefikleriyle girdiği bir bölgede sonsuza kadar kalmaz/kalamaz. Küresel bir çağda işgallerin artık bir önemi olmadığı gibi özellikle bölgelerin işgal edilerek kendi topraklarına katması gibi bir süreç artık tarihe karıştı. Bu nedenle küresel güçlerin süreklilik arz eden işgaller yerine dönemsel askeri operasyonlara yöneldiklerini söyleyebiliriz.
21.yüzyılda küresel askeri operasyonların soyso-politik bir istikrar sağlamadığını tersine bölgesel kaoslara yol atçını ve istikrarsızlığı derinleştirdiğini Afganistan, Irak, Libya ve Suriye örneklerinde görüldü.
ABD ve Müttefikleri Afganistan’ı işgal ederek Taliban yönetimine son verdi
11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide’nin yaptığı iddia edilen New York’taki ikiz kulelerin vurulmasından sonra ABD’nin müttefikleriyle Afganistan’ı işgal etti ve Başkent Kabil’i kontrol eden Taliban’ı askeri güç kullanarak iktidardan uzaklaştırdı. Dahası Taliban ve yakın müttefiki El Kaide, Kabil merkezine terk ederek Afganistan dağlarına çekildiler.
ABD merkezli NATO ve diğer müttefikleri 20 yıl kaldıkları Afganistan’da en modern silahların kullanıldığı ve on binlerce askerin katıldığı güçle Taliban ile savaştılar. Yeni bir hükümet kurdular. Bir bakıma yeni bir devlet inşa etmeye çalıştılar. Bugünkü politik gerçekliğe bakıldığında beklenen başarıyı gösteremedikleri söylenebilir. 2001 iktidarı bırakmak zorunda kalan Taliban’ın yeniden güç olarak politik sahnede yerini almasındaki temel faktör Afganistan’da halen güçlü bir toplumsal temelinin var olmasıdır.
ABD, El Kaide’ye savaş ilan ederek Afganistan’ın işgalini gerekçelendirdi. Binlerce askeri mühimmat taşıdı ve 1,5 trilyon dolar harcadı. 20 yıllık savaş sürecinde 2500 ABD’li olmak toplam 3700 asker yaşamını yetirdi. Taliban ve El Kaide’nin kayıpları 55 bin, ölen sivil sayısı ise yaklaşık 61 bin olduğu belirtiliyor. ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesi de çekilmesi de bölge halkları için jeo-politik çıkarlarına dayanmaktadır.
ABD, Suriye’yi askeri olarak işgal etmeyi planlamadı.
ABD, Afganistan ve Irak savaşının stratejik müdahale gücü oldu ancak Libya ve Suriye’de savaşına doğrudan tarafı olmadı. Birincisinde iktidar güçlerinin tasfiyesinde doğrudan rol aldı, ikincisinde ise dolaylı destek verdi. ABD, Ortadoğu stratejisi için Saddam rejimi gibi bazı iktidar güçlerinin tasfiye edilmesi gerektiğini ilke olarak benimsedi. Aynı şekilde Esad rejiminin de değişmesi gerektiğini sıklıkla gündeme getirdi ve ekonomik ve politik yaptırımlar uygulayarak izole etmeye çalıştı. Ancak doğrudan Suriye’yi işgal ederek Esad devirme ve Şam’ı ele geçirme planı olmadı. Bölgedeki ABD-Rusya denkleminin bundan önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
Bu bakımdan ilk yıllarda Suriye’de önemli bölgeleri kontrol etmeye başlayan El Nusra, IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere askeri operasyonlar yapmasıyla Şam rejimini değiştirmek için askeri güç kullanması birbirinden farklı iki durumdur.
Obama Yönetimi Neden ABD’nin Kürtleri Destekleme Kararı
ABD’nin Suriye’de Kürtlerle birlikte çalışma kararı almış olması sıradan insanı bir karar olmadığı tersine ABD’nin 2030 yıllara kadar uygulamak istediği stratejiyle doğrudan ilişkilidir. Dönemin Obama yönetiminin Kobani’de IŞİD’e karşı sonuna kadar direnme başarısı gösteren PYD militanlarının desteklenmesine ve IŞİD’e karşı operasyonlara karar vermesine yol açan neden, Kürtlerin bölgenin sosyolojik dinamiklerinden biri olmaları ve aynı zamanda önemli bir savaş gücü potansiyeli taşımasıdır.
Bölgenin belki de büyük askeri gücüne sahip ve IŞİD ile gireceği bir savaşta başarı elde etme olasılığı oldukça yüksek olan Ankara’nın bütün ısrarlarına rağmen birlikte hareket etmemiş olması, ABD’nin uygulamak istediği bölgesel stratejide Ankara’ya önemli bir rol vermek istememesiydi. Obama yönetiminin IŞİD başta olmak üzere Suriye’deki silahlı radikal İslamcı örgütlerle savaşan ve bölgenin dinamik gücü olan Kürtleri tercih etmesi ABD’ye önemli avantajlar sağlayacaktı. Bu nedenle önce PYD daha sonra SDG ile ortak hareket etme kararı almış olması, ABD’nin Suriye’de varlığını çok daha meşrulaştırdı denebilir.
ABD’nin Kuzey Doğu Suriye’de tahmin edildiği gibi ciddi bir askeri gücü bulunmuyor
IŞİD’ni önemli düzeyde tasfiye edilmesi esasen SDG güçlerinin bir başarısıdır. ABD, hiç şüphesiz askeri olarak önemli destekler verdi. Ancak doğrudan savaşın içinde yer almadı. Suriye’de IŞİD ile savaşta Menbiç gibi bir eylem dışında hiçbir ABD askeri yaşamını yetirmedi. Afganistan ve Irak ile kıyaslandığında ABD’nin Suriye’de ciddiye alınabilecek bir varlığından da bahsedemeyiz. Örneğin ABD merkezli 33 ülkeye ait 33 bin asker Afganistan’ı işgal etti. Bugün Kuzey-Doğu Suriye’de bulunan ABD askerlerinin sayısı binin altında olup sembollüktür. Sadece ABD’nin Afganistan’daki harcamaları 1,5 trilyon doların üzerinde ama 2021 yılı bütçesinde Kuzey-Doğu Suriye’ye ayrılan miktar 600 milyon dolar. ABD, Kuzey Doğu Suriye’de bulundurduğu sembolik askeri güçle özellikle Ankara, Tahran ve Şam’a ‘özerk yönetimi desteklemeye devam ettiği mesajını veriyor.
Afganistan’da çekilen ABD, bugünkü koşullarda Kuzey Doğu Suriye’de kalacak
Biden yönetimi, Kuzey Doğu Suriye’deki ‘Özerk Bölgeyi’ desteklemekte kararlıdır. Trump döneminde bölgeyi terk etmeyen ABD’nin Biden yönetiminde daha aktif olabileceğini söylemek yanlış olmaz. ABD’nin bölgesel politikasının şekillendiren ve Kürtlerin desteklenmesi konusunda Obama yönetimini ikna eden o dönemin ikinci derecedeki ekipten yer alan Savunma Bakanı L. Austin, Dışişleri Bakanı A. Bilinken, CİA Başkanı W. Burns ve Kuzey Afrika-Ortadoğu temsilcisi B. McGurk bugün ABD’nin birinci derece yönetiminde yer alan ekibi oluşturuyor. Ayrıca Afganistan’dan çıkışı komuta eden “Merkezi Komutanlık” sorumlusu Orgeneral Kenneth McKenzie, geçen Temmuz ayı sonunda Kuzey Suriye’ye giderek SDG Komutanı Mazlum Kobani (Abdi)ile görüşmesi oldukça dikkatçidir. McKenzie’nin doğrudan Rojava’ya gelip yetkililerle görüşmesi ABD’nin Kuzey-Doğu Suriye’den çekilmeyeceğine dair verilen bir garanti olarak görüldü. Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu’dan sorumlu Bakan Yardımcısı Vekili Joey Hood’un da özerk bölgeye gelerek DSG yöneticileriyle görüşmesi, ABD’nin bölgede kalmaya devam edeceğine dair Biden yönetiminin kararının yeniden teyit edilmesidir.
ABD Kuzey Doğu Suriye’de Hangi Koşullarda Çekilir
Biden yönetiminin ABD’nin belirlediği Suriye dahası Kuzey-Doğu Suriye politikasıyla Irak ve İran politikası arasında doğrudan bir bağ var.
Birincisi, Biden yönetimi, İran ile bugünkü bölgesel dengelere uyarlanmış ‘nükleer anlaşmayı’ revize etmek istiyor. İran’da cumhurbaşkanı seçilen muhafazakar İbrahim Reisi yönetiminin yeni bir anlaşmaya olay vermeyecekleri açıklaması ABD ile sorunların devam edeceğine dair bir mesaj olarak algılanabilir.
İkincisi, Irak’ta hem Arap-Kürt, hem de Şii-Sünni dengesinin korunamaması ve bu nedenle Bağdat merkezli hükümetlerin politik istikrarı sağlayamamaları, İran’ın artan politik etki gücü, Radikal İslamcı örgütlerin tasfiye edilememiş olması, ABD için sorun olmaya devam ediyor. ABD’nin Irak’taki askeri güçlerinin önemli bir kısmını Kürt Bölge Yönetiminin bulunduğu alanlara çekmesi ve burada kalıcı olmaya devam edeceğini göstermenin çok ötesinde önümüzdeki birkaç yıl içinde Federal Kürt Bölge Yönetiminden ‘Bağımsız’ devlete yönelik bazı adımların atılması hızla gündeme gelebilir.
Üçüncüsü, ABD-Rusya denkleminde üzerinde anlaşılan nadir konularında biri Suriye’nin geleceğine yönelik belirlenen politikalardır. Her iki devlet, 2022 yılı içerisinde Suriye’deki sorunların BM Güvenlik Konseyi’nin gözetiminde çözüme kavuşturulması kararında uzlaştılar. Önümüzdeki süreçte BM Sekreterinin gözetiminde Suriye’deki politik dengeleri ve geleceğini şekillendiren yeni bir anayasada özellikle Kürtlerin mevcut statüsünün netleştirilmesi kabul edilmiş durumda. Kuzey Doğu Suriye’nin bugünkü yapısının Federal veya Özerk yapı biçiminde olacağı bütünüyle görüşmelere ve güç ilişkilerine bağlı olacaktır.
Sonuç: ABD’nin Kuzey Doğu Suriye’de çekilmesi, bu bölgenin statüsünün politik yasal güvenceye bağlanmasıyla bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Önümüzdeki süreçte ABD, bölgede çekilecektir. Bu açık ancak bu çekilme Afganistan’daki gibi olmayacak, bir bakıma politik görüşmelerin kararlara bağlanması ve anayasal güvenceyi sağlayarak gerçekleşecektir.
Bir noktanın altını tekrardan çizmek gerekirse; ABD’de bölgesel çıkarlarına göre kendi stratejisine uygun bir politika oluşturdu. Eğer Kürtlerin bu politik sürecin dışında kalmak isterse veya özellikle farklı Kürt politik güçleri arasında çatışmalar devam ederse, ortak bir irade birliği sağlanmazsa ABD desteğini çekebilir ve yeni ittifak arayışlarına yönelebilir.