31 Mart 2024’te yapılan Yerel Seçimlerde, merkezinde AKP ve MHP’nin olduğu Cumhur İttifakı’nın aldığı sonuç, AK Parti’yi ciddi bir iç muhasebeye tabi tutacak gibi görünüyor. AK Parti’nin kendi iç tartışması aynı zamanda ile MHP ile kurulan iktidar ilişkisinin geleceğini belirleyecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem seçim gecesinde AK Parti Genel Merkez binasında yaptığı balkon konuşmasında hem de AKP Merkez Yürütme Kurulu toplantısında seçim sonuçları üzerine yapmış olduğu değerlendirme, daha çok konuşulacaktır.
Altının çizilmesi gereken bazı noktalar:
Birincisi, Partinin ve iktidarın tüm yetkilerin tek başına cumhurbaşkanında olması nedeniyle başarı veya başarısızlık doğrudan Erdoğan’a ait olduğu anlayışı genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır. Bu nedenle AK Parti ile ilgili yönetim organlarının yapacağı öz eleştirilerin ve değerlendirmelerin ciddi bir öneminin olmadığını hemen herkesin bildiği bir gerçeği ifade ediyor. AK Parti’den hiçbir yönetici organının veya bakanın seçim yenilgisinden kendisini doğrudan sorumlu tutmaması, tek bir kişinin mutlak hâkimiyetiyle ilgilidir. Örneğin İstanbul’da İmamoğlu’na rakip Kurum olmayıp fiilen Erdoğan’dı.
İkincisi AK Parti, kolektif işleyen bir örgüt gibi görünse de sonuçta karar vericinin tek kişi olmasının getirdiği sorunlar tartışılmaya başlandı. Bu durum, bugün daha çok dolaylı olarak ama gelecekte olası başarısızlıklar çoğaldığında cumhurbaşkanının şahsi olarak çok daha fazla tartışma konusunu olacağını gösteriyor.
Üçüncüsü, Aday tercihlerinde ön yoklamalar yapılmasına ve AK Parti yerel yöneticilerinin görüşleri alınmış olmasına rağmen son kararın Cumhurbaşkanının çevresini saran ve örgütte gelmeyen saray merkezli dar bürokratik kadronun ciddi oranda etkide bulunmuş olması, seçim yenilgisinin önemli bir gerekçesi olarak ileri gösterilmektedir.
Dördüncüsü, Seçim yenilgisinden kimlerin sorumlu tutulacağı da bir başka konudur. AK Parti Genel Merkezinde görevli olan üst düzey yöneticilerine sorumluluk yükleyip bazı sorumların görevlerine son verilmesi, bazı bakanların affını istemesi gibi olasılıklar tartışılmaya başlandı. Ancak seçimlerin başarısızlığında önemli payları bulunan sorumsuz ve yetkisiz ama etkili olan Saray’daki dar bürokratik kadroya karşı cumhurbaşkanının nasıl bir tutum alacağı, AK Parti (Seçilmiş-Sivil) Genel Merkezi tarafından merak konusudur.
AK Parti (Sivil) Merkeziyle Saray Bürokrasisi arasında iktidar savaşı
AK Parti Genel Merkezi geçmiş yıllarda iktidardaki güç ilişkilerinde son derece etkindi. Cumhurbaşkanlık Sistemi ile gücün tek bir kişinin elinde toplanmasıyla önemli ölçüde edilgen hale geldi. Yeni sistemde ise daha çok Sarayda konumlanan ve giderek etkin hale gelen dar bürokratik bir güç devletin bütün stratejik kararlarını belirliyor. Bu nedenle AK Parti (Seçilmiş-Sivil) Genel Merkezi ile Sarayın Dar bürokrasisi arasında rekabet-çatışma yaşlanmaya başladı. Bu çatışmada kim galip gelirse, AK Parti’nin 2028 sürecinin rotasını belirleyecektir.
Cumhurbaşkanı tarafından birçoğu partili olan ama aynı zamanda bir kısmı da bürokraside gelen atadığı bir Bakanlar Kurulu var. Ancak Saray’da resmi Bakanlar Kuruluna karşı paralel kurumsal yapılar oluşturuldu. Örneğin Adalet Bakanlığına karşılık Cumhurbaşkanı Hukuk Daire Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığına karşılık Cumhurbaşkanı Dışişleri Daire Başkanlığı ya da Hazine ve Maliye Bakanlığına karşılık Cumhurbaşkanı Ekonomi Politikalar Başkanlığı gibi kurumsal yapılar bulunmaktadır. Özellikle cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra stratejik kararların bu kurumsal yapılar tarafından alındığı hatta alınan birçok kararlarda atanmış bakanların bilgilerinin olmadığı bilinmektedir. Bu kurumların bütünüyle bürokratlardan oluştuğu ve seçmene karşı herhangi bir siyasal sorumluluğunun olmadığı ve seçimlerde ortaya çıkan sonuçlarda kendilerini sorumlu görmedikleri de biliniyor.
31 Mart 2024 Yerel Seçim yenilgisinden sonra AK Parti Merkez Yürütme Kurulu başta olmak üzere birçok yönetici açıktan Saray bürokrasisine karşı tavır almaya başladı. Bunun en somut örneği Van Büyükşehir Belediye Başkanlığını Dem Parti adayı Abdullah Zeydan’ın %55 ile kazanmasına rağmen mazbatanın yüzde 27 oy alan AK Parti adayına verilmesi olayında görüldü.
AK Parti (Seçilmiş-Sivil) Merkezi Yönetimi, Van’da mazbatanın DEM Parti adayından alınıp AK Parti adayına verilmesini eleştirdi ve bu tarz bir girişimin AK Parti’ye karşı bir komplo olduğunu ifade etti. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve çok uzun yıllardan beri Erdoğan’ın en yakın yol arkadaşlarından biri olan Hayati Yazıcı’nın attığı ve sonradan sildiği twitti açıktan bir tartışma başlattı. Yazıcıoğlu, Yüksek Seçim Kurulu’nun, mazbatayı yeniden DEM Partisinin adayına vermesini olumlu bir gelişme olarak gördü. Bu açıklamanın yayınlanması da silinmesi de çok bilinçlidir. Açıklama yaparak hem AK Parti Genel Merkezinin tutumunu hem de bu provokasyonun AK Partiye karşı bir komplo olduğunu açıklamış oldu. Silerek de olayı önemsemedikleri mesajını vermiş oldu. Yani kamuoyuna yansıtıldığı gibi baskı gördüğü için silinmedi.
Saray Merkez Bürokrasinin adına konuşan Mehmet Uçum’un hem muhalefeti hem de AK Parti Merkez Yönetimini, ‘devlet bunları not alıyor’ diyerek aleni olarak tehdit etti. Bu tehdide karşı AK Partililerden ‘sert’ cevaplar geldi. Sorun tehditte cevap verilmesinden çok, AK Parti’nin Genel Merkeziyle Saray’ın Dar Bürokratik Yönetimi arasında ortaya çıkan çatışmadır.
Bu çatışmanın sonunda ortaya çıkabilecek sonuç, iktidardaki dengelerin yeniden şekillenmesini sağlayacaktır. Erdoğan’ın önümüzdeki süreçte, saray bürokrasinin etkinlik alanını sınırlayarak partinin sivil kanatları üzerinden hareket etme olasılığı pekâlâ mümkündür. Ancak bunun olabilmesi için iktidarın resmi ortağı durumunda olan MHP ile ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
AK Parti’nin Merkez Yönetiminin, MHP ile olan ilişkileri açıktan sorgulanmasını talep edeceğine dair çok sayıda veri ortaya çıktı. Önümüzdeki süreçte seçim yenilgisinin MHP ile kurulan iktidar ortaklığına dayandırılan vurgular çok daha fazla artacaktır.
Sarayın dar bürokratik kadrosu ise MHP arasındaki ilişki
AKP’nin sivil kanadına rağmen cumhurbaşkanının etrafını sarmalayan sarayın dar bürokratik kadrosu, MHP ile iktidar ilişkisinin devamından ısrar edeceğini söyleyebiliriz. Çünkü bu kadroda devlet aklının milliyetçi kanadını temsil eden önemli bir gücün olduğu ve bunların da ideolojik olarak MHP ile uyumlu olduğu anlaşılıyor. MHP’nin devletin stratejik kurumlarında örgütlenmesini sağlayan en önemli güç saray bürokrasisidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da AK Parti yöneticileri de bu gerçeği görüyorlar. Ancak ortaya çıkan zorunlu iktidar ortaklığı bu dengeyi bozamamaktadır.
Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesini sağlayan, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymayan Yargıtay 3.Ceza Dairesi Başkanının, Yargıtay Başkanlığına aday olması, Cumhuriyet İttifakı içerisindeki iktidar rekabetinin bir parçasıdır. Örneğin MHP Genel Başkanı devlet Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesine terörü destekleyen bir kurum olarak gösterip kapatılması önerisi ile Mehmet Uçum’un Anayasa Mahkemesine ilişkin söylediği sözlerin birbirini tamamlayan nitelikte olması bir tesadüfi değildir.
MHP, devletteki konumlanmayı Erdoğan üzerinden tamamlamak istiyor
AK Parti Merkezi, MHP ile ittifakın aşamalı bir şekilde sonlandırılması talebini çok da açık bir şekilde dile getirmeye başlarken tersine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 21.yüzyılın lideri olarak ilan etmesi, tabiri caizse Erdoğan’a yapışıp devlet içerisindeki kurumsal yapısını tamamlamasıyla ilişkilidir. Bu nedenle Bahçeli’nin Erdoğan’ı neredeyse Alparslan Türkeş’ten çok daha fazla önemsemesi ve hatta MHP’nin de doğal lideri olarak görmesi, devletin milliyetçi kanadının belirlediği bir politikanın sonucudur.
Yerel Seçim sonuçları MHP’de ciddi bir tartışma yaratmayacaktır. Çünkü MHP’nin stratejisi, kaç belediye kazanıldığı değil, devletin kurumlarını esastan kontrol etmedir. Bunun için taktiksel olarak ne kadar tavizin verildiği ya da gerilediği hatta oyunun düşmesinin bir önemi yok.
Önümüzdeki süreçte AK Parti Genel Merkezi ile Saraydaki dar Bürokrasisi arasında bir çatışma ve rekabet olma olasılığı küçümsenmemelidir. Hangi gücün etkinlik kazanacağını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihi belirleyici olacaktır. Eğer Erdoğan AKP Genel Merkezinin belirlediği eğilim yönünde bir karar verirse öncelikli olarak MHP ile ilişkileri aşamalı bir şekilde sonlandırabilir ve saray bürokrasisini edilgen kılabilir. Başta Kürtler olmak üzere demokratikleşme konusunda yeniden 2010’lu yılların sürecine dönebilir. Ekonomik durum, uluslararası bölgesel alanındaki gelişmeler, bu yönlü bir eğilimi nispeten zorunlu kılabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’nin seçim yenilgisinden gerekli dersi çıkartmazsa ve Saray Bürokrasisi üzerinden mevcut politikayı devam ettirmek isterse, doğal olarak MHP ile ilişkiler kesintisize devam edecektir. Bunun bir başka anlamı, savaşın boyutları artacak, çatışma alanı genişleyecek, muhalefete yönelik politik baskılar yoğunlaşacaktır. Bunun uluslararası ve bölgesel alandaki etkileri çok daha olumsuz olacaktır.
AK Parti’nin MHP ile ilişkilerin yönünü belirleyecek güncel üç başlık:
- Kimin Yargıtay Başkanı olacağı
- Kobani davasının kararı
- Sinan Ateş dosyası
Bu 3 örnek, AKP ile MHP ilişkilerinin geleceği konusunda bize bir ön fikir verecektir.