Güncel HaberlerMakaleler

Dr. Mustafa PEKÖZ: AKP-MHP İKTİDARININ ERKEN/BASKIN SEÇİM OLASILIĞI


Türkiye bir seçim sürecine girdi ve AKP iktidarının zamanı daralıyor. Ekonomik krizin yarattığı sorunlar aşılmadığı takdirde seçimleri kaybetme olasılığının yüksek olduğunu hem cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Cumhur İttifakı biliyor ve sürecin olumsuz yönde ilerlediğini görüyorlar.

Erdoğan-Bahçeli merkezli AKP-MHP iktidarı, seçim yasasında yaptıkları değişiklikle seçimleri Haziran 2023 yılında yapılacağına dair algıyı hem muhalefete hem de kamuoyuna vermiş oldular. Ancak bunun mutlak olmadığı, Erdoğan’ın izlediği ekonomik politikanın yarattığı sarsıcı etkilerinin önümüzdeki süreçte çok daha derinden hissedileceği biliniyor. Ekonomik krizin toplumun farklı sosyal katmanlarını da ciddi düzeyde etkilemeye başladığı çok net olarak görülüyor. AKP-MHP iktidarı, her ne kadar seçim yasasında bir değişikliğe giderek seçimlerin zamanında yapılmasında ısrarcı olduğunu sıklıkla vurgulasa da ‘erken veya baskın bir seçimin olması da kimseye sürpriz gelmemelidir.  Birçok veri ‘Erken/Baskın Genel Seçimleri işaret ediyor.

Birincisi, Uluslar arası politikalarda bazı değişikliklere gitmeye başlaması

Ukrayna-Rusya savaşında kurduğu pozitif bir denge ile Türkiye’nin jeo-politik konumunu önemli olanda kullanılmaya başlandı. Bir dönem dünyanın önde gelen ülkeleri cumhurbaşkanı ile çok çok zorunlu olmadığı sürece dolaylı bir ilişki dahi kurmak istemezken, Ukrayna-Rusya savaşı ile BM Genel Sekreteri, ABD’nin ve AB Yöneticilerinin ve devlet başkanları Türkiye ile yakın temas kurmak zorunda kaldılar. Putin ile Zelenski arasında mekik dokumak ve her iki lideri İstanbul’da bir araya getirmek için çok önemli bir çaba sarf eden cumhurbaşkanı Erdoğan aynı zamanda Rusya’ya yönelik uygulanmaya konulan ambargoya katılmadı. Bununla hem ekonomik bir avantaja dönüştürmek hem de Rusya ile ilişkilerin sürekliliğine önem verdiğini belirtmek istiyor. Bunu da Rusya ile biz de konuşmazsak kim konuşacak teziyle savunuyor.

ABD-NATO-AB üçlüsü, bugünkü koşullarda içerisinde Türkiye’nin Rusya’ya ambargo uygulamamasını ve hatta ekonomik ilişkileri geliştirme faaliyetini görmezlikten geldikleri çok açıktır. Böylelikle NATO içerisinde ama NATO dışında kendisine özgü bir politika izlemeye çalıştığının mesajını özellikle iç kamuoyunda vermeye çalışıyor. Ancak bu denge politikasının süreklileşmesinin pek mümkün olmadığı ve bir süre sonra üçlü küresel gücün, Ankara’yı uyaracakları ve hatta uyarmaya başladıkları söylenebilir. Ankara, gelen uyarıları dikkate alarak Moskova’ya yönelik uyguladığı bazı yaptırımlar uygulamaya başladı.   Suriye’ye giden uçaklara hava sahasının kapatılması Moskova tarafından çok ciddi olumsuz bir karar olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Ukrayna sürecinden sonra Rusya, Türkiye’nin bu uygulamalarına çok sert bir cevap vereceği tahmin ediliyor. Bu nedenle Türkiye, Ukrayna-Rusya ilişkilerinde oluşan politik dengeyi, uluslar arası ilişkilerde Haziran 2023 yılına kadar sürdürmesi oldukça zor görünüyor. Bu nedenle en verimli bir zamana kadar bunu iç politikada kendi lehine kullanmayı hedefliyor.

Aynı şekilde küresel çapta ortaya çıkan enerji krizinin Türkiye üzerinden oluşturulacak ‘yeni’ enerji koridoru ile çözülmesine yönelik bir kısım tartışmalar yapılıyor. Türkiye’nin kısa vadede Irak Kürdistan Bölge Yönetimine ait doğal gaz ve petrolün Batı Avrupa’ya taşınmasının güdeme gelmesi, orta vadede İran enerji kaynaklarının yine Türkiye üzerinden mevcut boru hatlarıyla Avrupa’ya taşınması talebi giderek önem kazanması Ankara  tarafından bir avantaj olarak değerlendirilmek isteniyor. Böylelikle  oluşturulacak olan  yeni enerji koridoru Türkiye için önemli bir ekonomik kaynak olacaktır.

İkincisi, Bölgesel ilişkilerde başlattığı yeni süreç

 Doğa Akdeniz politikasında esastan vazgeçen Ankara, Arap dünyası ile diplomatik-politik ilişkileri tamir etmek istiyor. Bunun için geçmişte izlediği politikaları bütünüyle terk etmeye başladı. Önce Doğu Akdeniz’de enerji arama planını rafa kaldırdı. Sonra Mavi Vatan projesinden fiilen vazgeçti. Libya’ya askeri güç olarak müdahale politikası sessizce terk edildi.

Ortadoğu’da önce İsrail ile barıştı. Daha önce söylenen ‘katil ya da nazi benzetmeleri gibi büyük lafların tamamı unutuldu. İsrail cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret etmesi önemli bir gelişme olarak değerlendirildi. Türkiye’nin Filistin politikası da arka plana atıldı.

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin finansörü olarak görülen ve kamuoyunda ‘alçak-hair’ olarak ilan edilen Birleşik Arap Emirlikleriyle yeniden ‘barışmak için büyük bir çaba sarf edildi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) fiili lideri Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan, hiçbir şey olmamış gibi Saray’da ağırlandı. Al Nahyan, Türkiye için yaklaşık 15 milyar dolarlık bir fon ayırdıklarını açıkladı. Ancak BAE, birkaç yıl önce söylenenleri unutmadıkları ve buna uygun bir politika izleyecekleri biliniyor.

2 Ekim 2018 tarihinde İstanbul’un S.Arabistan Başkonsolosluğunda gazeteci Kaşıkçı öldürüldü ve cesedi canice asitli suda eritilerek yok edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı olarak buna büyük bir tepki gösterdi. Bu katliamın peşini bırakmayacaklarını açıkladı ve adeta hesap sorma yemini içti. İsim vermeden bu işin arkasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Salman olduğunu söyledi.   Bütün bu açıklamaları bir kenara bırakan AKP iktidarı, S.Arabistan ile yeniden barışmanın yolunu aradı.  Suudiler, önce Kaşıkçı dosyasının kapatılması ve belgelerin kendilerine iade edilmesi şartını ileri sürdü.  Adalet Bakanlığı dosyanın iadesine karar vermesinden hemen sonra Cumhurbaşkanı’nın S.Arabistan ziyareti kabul edildi. Katil dediği Selman’a ‘ mahcup bir şekilde sarıldı ama tersine Salman sadece hafifçe dokundu.  S.Arabistan’dan yaklaşık 20 milyar dolar talebinde bulunduğu iddia edildi. Suudi basanı ise Erdoğan’ın ziyaretinin kendileri tarafından tercih edilmediği, bizzat Ankara’nın ısrarı sonucu gerçekleştiğini belirtmeleri de dikkat çekicidir.

Ankara Arapların politik abisi olan Mısır ile yeniden barışmak ve   cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire’yi ziyareti  etmek istediği belirtiliyor. Sisi, Ankara ile barışmak için ‘Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerine son verme’ şartını ileri sürdü ve bu şart kabul edildi. Müslüman Kardeşler de yayınlarını başka bir ülkede yapmaya karar verdi.  

Önümüzdeki aylarda Esad rejimiyle diplomatik ilişkiler için görüşmelere başlanacağı belirtiliyor. Hatta Esad’ın ilan ettiği Genel Af’ın, Türkiye’nin talebi üzerine alındığı da iddia ediliyor. Türkiye’nin iç politikasında sürekli konuşulan ve AKP’nin ciddi oy kaybına yol açan Suriyeli göçmenlerin en azında belirli bir kesimini göndererek iç politikada yeni bir inisiyatif almak istediği anlaşılıyor. Bu nedenle bayramda Suriyeli göçmenlerin ülkelerine gidip-geri gidilmeleri fiilen yasaklandı. İçişleri Bakanlığı ‘giden geri dönemez’ dedi ve Suriyeliler bayramlaşmak için ülkelerine gitmediler.

 Yakın bir dönemde Esad yönetimiyle diplomatik-politik görüşmelere başlanacak ve ilk görüşmede Suriyelilerin bir kesiminin geri dönmesi için bir anlaşma yapılacak. Bu da yoğun bir şekilde  iç politikada  propaganda aracı olarak kullanılacak.

Ankara için Arap dünyasıyla barışmak ve yeniden diplomatik ilişki kurmak için süreç daralıyor ve bu nedenle adeta zamanla yarışıyor. Önümüzdeki birkaç ay içerisinde bütün Arap dünyasıyla ilişkilerini ‘eski’ haline getirmek için yoğun bir çaba gösterecek. Mesele sadece Arap dünyası ile barışmak değil bunun yaratacağı politik sonuçları pozitif olarak iç siyasette özellikle ekonomik alanda kullanmak istiyor. Ancak iktidarın fark etmediği şu; hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Üçüncüsü, Ekonomik göstergeleri düzeltmek

AKP-MHP iktidarının en önemli sorunu yapısal hale gelen ekonomik krizdir. Bugün ‘Türk Tipi’ denilen ekonomik politikanın başarılı olma şansı oldukça zayıf olduğuna dair çok sayıda veri bulunuyor. İktidarın alternatif politikaları geliştirme stratejisi de bulunmuyor.  Tek bir hedefe kilitlenmiş görünüyorlar; kısa erimli ve anlık bir kısım başarılarla bu süreci atlatmak ve toplumsal algıyı değiştirmek istiyor.

Bunun için üç aşamalı bir plan üzerinde çalışılıyor. Öncelikli olarak Birleşik Arap Emirlikleri’nden yaklaşık 15 milyar dolar, S.Arabistan’da ise yaklaşık 20 milyar dolar yani iki ülkeden 35 milyar dolar talep edildiği belirtiliyor. Bunun için iki ülke merkez bankalarıyla  swap anlaşmaları talebi iletildiği iddia edildi.  Para bulmanın bir başka yolu da Rus Oligarkların uluslar arası alanda bloke edilmiş milyar dolarlarının Türkiye’ye getirilmesi yönündeki bir kısım arayışlardır. Bu konuda Rusya ile görüşmelerin yapıldığı belirtiliyor. Diğeri ise yaz döneminde elde edilecek turizm gelirleridir. Rusya-Ukrayna savaşının ülke turizmini ciddi oranda etkileyeceği tahmin ediliyor. Buna rağmen ABD ve AB’nin ‘Rusya’ya yönelik uyguladığı ambargoyu’ hesaba katmadan Rusya’daki turist akışının süreklileştirilmesi için yoğun bir hazırlık var. Aynı şekilde körfez ülkelerinde turist akışının yeniden başlatılması için BAE ve S.Arabistan ile görüşüldüğü belirtiliyor. Yaz döneminde yaklaşık 25 milyar dolar gelir elde edileceği hesaplanıyor.  Eğer BAE ve S.Arabistan ile Swap anlaşmaları yapılır, Rus Oligarkların parası ülkeye getirilirse ve turizmde beklenilen gelir elde edilirse nümüzdeki Kasım ayına kadar geçici ekonomik bir rahatlama sağlanacak. 

Dördüncüsü ise muhalefetin etkisizleştirilmesi

İktidar özellikle muhalefeti etkisizleştirmek için özel bir strateji oluşturdu. Önce seçim yasasında yaptığı değişiklikle oy oranı az olan partilerin etkisini kırmaya ve 6’lı masada kriz yaratmaya çalıştı. 6’lı masayı oluşturan partiler ise tersine çok daha kenetlendi ortak politikalarını geliştirmeye yöneldiler.  Seçim yasasındaki değişiklik partilerin politik pozisyonunu etkilemedi.

AKP’nin muhalefet üzerindeki baskısı çok yönlü artıyor. Özellikle politik partileri tek tek hedef tahtasına oturttu.

DEVA Partisinin gelişmesini durdurmak için kurucu üyesi, eski bir özel kuvvetler personeli olan ve akademisyenlik yapan Metin GÜRCAN, casusluk iddiasıyla tutuklandı. Yakın zamanda duruşması başlanacak olan GÜRCAN üzerinden CASUSLUK iddiasıyla kamuoyu oluşturularak DEVA PARTİSİ’nin yarattığı pozitif etki kırılmaya isteniyor.  Böylelikle AKP’den giden oyların yeniden dönmesi sağlanmaya çalışılacak.

Bir başka saldırı hamlesi CHP’ye yönelik başlatıldı. Özellikle Cumhurbaşkanlığına aday potansiyeli olabilecek Ankara ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanları hedef tahtasına oturtuldu.  Son günlerde İBB’nin teröristleri işe aldığı iddiası kamuoyunda işlemeye başlandı. PKK ile ilişkili olduğu iddia edilen bir kişi gözaltına alındı ve tutuklandı.  Bu olay üzerinden İBB Başkanı İmamoğlu’nun açıktan tehdit edilmesi ve hatta görevinden alınmasına dair iddialar gündeme gelmeye başladı. Özellikle MHP, CHP Belediyelerin ‘teröristlerle birlikte hareket ettiği algısıyla toplumun farklı kesimlerini etkilemeye çalışıyor. Böylelikle CHP’nin geri adım atması ve içe kapanması sağlanmaya çalışılacak. Kılıçdaroğlu, iktidarın bu taktik politikasını gördüğü için iktidarla kavgaya tutuşacağını ve geri adım atmayacağını belirtti ve pozisyonunu açıkça belirledi.

AKP-MHP iktidarının stratejik hedeflerinden biri de HDP’nin kapatılmasıdır. Anayasa Mahkemesinde görülen kapatma davasının önümüzdeki birkaç ayda sonuçlandırılması sürpriz sayılmaz. HDP’nin kapatılarak erken/ani baskın bir seçimle Kürt seçmen kitlesini hedefsiz bırakmak istiyor.

Bu planın diğer bir hedefi Gezi sürecini sürekli gündem de tutmaktır. Gezi’ye belki gönülden gelen bir destek dışında somut bir katkısı olmayan Osman Kavala müebbet, 7 kişi de 18’er yıl ceza aldı. İktidar, Gezi üzerinden toplumsal gerilim politikasını devam ettirmeye ve seçmen kitlesini karşılıklı bir saflaşmaya iterek AKP’deki kopuşu durdurmaya çalışıyor. Bu gerilimi için söylemler çok daha sertleşecek ve ‘dangalaklar’ gibi hakaretlerin boyutu artarak devam ettirilecek. AKP yöneticileri bu tarz yöntemlerle tabanını sokakta aktifleştirerek çatışmalı bir ortamda ayakta tutmaya çalışacaktır.

Sonuç; İktidarın belirlediği strateji, uluslar arası ve bölgesel ilişkilerde pozitif bir denge yaratarak, ekonomide olumlu bir tablo oluşturarak ve iç politikada muhalefeti etkisizleştirerek erken/baskın seçime gitme planını uygulaması hiç kimseye sürpriz gelmemeli. Eğer bu süreçte belirlenen hamlelerde ciddi bir başarı elde edilirse Kasım 2022’de veya en geç 2023’te erken seçime gidebilirler. Bu plan üzerinde ciddi bir çalışma yapıldığı unutulmamalı ve muhalefet buna uygun yeni taktik hamleler veya planlar yapmalıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir