Güncel HaberlerMakaleler

Dr. Mustafa PEKÖZ:  DEPREM FELAKETİNİN SORUMLUSU KİM


6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen 7.7 ve 7.6 şiddetindeki iki deprem: son yüz yılın en büyük felaketi olarak tarihe geçti. 10 ilimizi kapsayan deprem felaketinin çok yönlü sonuçları olacağı açıktır. Sadece depremin olduğu iller değil tüm toplum hem gergin hem üzüntülü hem de öfkelidir.  Resmi kurumların yaptığı açıklamalar dikkate alındığında bu yazı yayınlandığında can kayıplarının 31 bini, yaralıların sayısı 120 bini geçmiş durumda. Ayrıca 6 500 bina yıkılmış durumda ama hane/daire sayısı olarak hesaplandığında 60 bini geçtiği söyleniyor. Depremin etki alanının 150 bin m2 olup ve yaklaşık 15 milyon nüfusu kapsıyor. Uluslararası basında yer alan bilgilere göre ölü sayısının 100 binin üzerinde olacağı tahmini belirtiliyor.

Türkiye’de Deprem Krolonojisi

Türkiye, deprem kuşağında bulunması nedeniyle sıklıkla şiddeti büyük depremlerle karşılaşılmaktadır. Son yüz yılın verileri dikkate alındığında deprem felaketlerinden hiçbir dersin çıkartılmadığı ve ciddiye alınabilir bir stratejinin oluşturulmadığı çok net olarak görülmektedir.

Tablo: 1900-2022 yılları arasında 100’ün üzerinde ölümle sonuçlanan depremler

 

Tarih

Zaman‡

Yer

Kayıplar

Büyüklük

29 Nisan 1903

TSİ 01:46

MalazgirtMuş

600

6.7 MS

9 Ağustos 1912

TSİ 03:29

MürefteTekirdağ

216

7.3 MS

4 Ekim 1914

TSİ 00:07

BurdurIsparta sınırı

300

6.9 MS

22 Ekim 1926

TSİ 21:59

TürkiyeErmenistan sınırı

355

6.0 Mw

7 Mayıs 1930

TSİ 00:34

Türkiyeİran sınırı

2514

7.6 Mw

1 Mayıs 1935

TSİ 12:24

KağızmanKars

200

6.2 Mw

19 Nisan 1938

TSİ 12:59

Kırşehir

160

6.6 MS

27 Aralık 1939

TSİ 01:57

Erzincan

33000

7.9 Mw

10 Eylül 1941

TSİ 23:53

ErcişVan

192

5.9 Mw

20 Aralık 1942

TSİ 16:03

ErbaaTokat

3000

7.0 MS

20 Haziran 1943

TSİ 17:32

Adapazarı

336

6.6 MS

27 Kasım 1943

TSİ 00:20

KastamonuÇankırı sınırı

4000

7.2 MS

1 Şubat 1944

TSİ 05:22

GeredeBolu

3959

7.2 MS

31 Mayıs 1946

TSİ 05:12

VartoMuş

839

5.9 Mw

17 Ağustos 1949

TSİ 20:44

KarlıovaBingöl

450

6.7 MS

18 Mart 1953

TSİ 21:06

YeniceÇanakkale

265

7.2 MS

19 Ağustos 1966

TSİ 14:22

VartoMuş

2.394

6.9 Mw

28 Mart 1970

TSİ 23:02

GedizKütahya

1086

7.2 Mw

22 Mayıs 1971

TSİ 16:44

Bingöl

878

6.8 Mw

6 Eylül 1975

TSİ 12:20

LiceDiyarbakır

2385

6.6 Mw

24 Kasım 1976

TSİ 14:22

MuradiyeVan

3840

7.5 Mw

30 Ekim 1983

TSİ 07:12

NarmanErzurum

1155

6.9 MS

13 Mart 1992

TSİ 19:08

Erzincan

653

6.8 MS

27 Haziran 1998

TSİ 16:55

CeyhanAdana

146

6.2 MS

17 Ağustos 1999

TSİ 03:02

GölcükKocaeli

17118

7.4 Mw

12 Kasım 1999

TSİ 18:57

Düzce

894

7.2 Mw

1 Mayıs 2003

TSİ 00:27

Bingöl

177

6.4 Mw

23 Ekim 2011

TSİ 13:41

TabanlıVan

604

7.2 Mw

30 Ekim 2020

TSİ 14:51

Ege Denizi

117

6.9 Mw 

 

1900-2020 tarihlerinde şiddeti 7,9- 5,4 arasında 114 deprem gerçekleşmiş ve 83 037 kişi yaşamını yetirmiş. Son 58 yıl içerisinde gerçekleşen depremlerden 58.202 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 122.096 kişi yaralanmış ve yaklaşık olarak 411.465 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüş.

27 Aralık 1939 Erzincan Depreminden 6 Şubat 2023 Maraş Depremine  

33 bin kişinin ölümüne yol açan Erzincan depremi 7.9 şiddetiyle bugüne kadarki en ağır felaketlerden biri olarak bilinir. 17 Ağustos 1999’de tarihe geçen Kocaeli/Gölcük depremi 7.4 şiddetinden olup resmi rakamlara 17118 kişi yaşamını yitirdi. Bu rakamın 60 bine yakın olduğu ve devlet tarafından özellikle gizlendiği iddiası sıklıkla gündeme geldi. 84 yıl sonra yani 6 Şubat 2023 tarihinde merkez üssü Maraş olan 7,7 ve 7,6 iki farklı depremde, bugün için ölüm sayısı 30 bini ve yaralı sayısı 120 bini aştı.  Deprem bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan, ‘göçük altında kurtarılmayı bekleyenlerin sayısını tahmini olarak 155 bin olduğunu’ belirtti. Bu da ölüm oranları bakımından bize bir tahmin veriyor.

İlginç olan şu: Erzincan Depremi üzerinden 84 yıl geçmiş ama manzara çok daha kötü. Bilimsel gelişmelerin, teknolojik ilerlemenin, ekonomik koşulların, toplumsal bilincin geliştiği bir dünyada yaşıyoruz. Erzincan depreminin yaşandığı koşullarla bugünkü koşullar arasında çok büyük bir fark olmasına rağmen daha büyük felaketler yaşanıyorsa bunun tek sorumlusu devleti yöneten güçtür.

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi üzerinden de 24 yıl geçti geçmesine rağmen manzara daha kötü. Gölcük depreminde, AKP iktidarının bugünkü yöneticileri, dönemin Ecevit hükümetini daha ilk günden beri eleştirirken bugün tersine hukuki ve idari tedbirlerle eleştiriler yasaklanmaya çalışılmaları başarısızlığın dışa vurumudur. Nasıl ki 17 Ağustos 1999 tarihindeki Gölcük depreminde felaketten dönemin Başbakan Ecevit’in koalisyon hükümeti sorumluysa, 6 Şubat 2023 deprem felaketinden AKP iktidarı sorumludur.

24 yıl önce, olabilecek depremlere karşı önceden önlem alınmamıştı ve haklı olarak çok ağır eleştiriler yapılıyordu. Bugün ise tersine yasaklanma, sorunları kamuoyuna taşımama, felaketin boyutunu gizleme çabası var. Peki neden? Çünkü 24 yıldır iktidarda olan AKP, stratejik çözümler üretme becerisini göstermedi.

Bütün kamusal görevlendirmelerde iş gücü bakımından ‘niteliksiz’ atamaların yapıldığı sıklıkla eleştiri konusu oldu. Bunun en somut örneği Afetlere Müdahale Genel Müdürlüğünün Başkanlığına inşaat ve jeoloji uzmanı bir bilim insanı atanmasın gerekirken, bu alanı hiç bilmeyen, ilgisi olmayan Ankara İlahiyat Mezunu, Diyanet İşler Başkanlığı Yardımcılığını yapmış ve halen kadrosu Diyanette olan İsmail Palakoğlu’nun atanmış olması iktidarın meseleye bakış açısını ortaya koyuyor.

Deprem öldürmez kar hırsı öldürür

İnsanların iradesi dışında olan bu tür doğa olaylarının sarsıcı etkileri, iktidarların izlediği politikalarla doğrudan ilişkilidir.  Nükleer denemeler, savaşlar, doğanın ekolojik dengesinin bozulması gibi doğrudan devletlerin kontrolünde gerçekleşen eylemlerin depremleri tetiklediği ve çok daha ciddi sarsıcı sonuçlara yol açtığı artık biliniyor.  

Özellikle deprem kuşağında olan ülkelerin belirlediği deprem politikası aynı zamanda depremlerin yaratacağı zararların minimum düzeye indirilmesinde belki de en önemli ve belirleyici faktördür.  Bu nedenle bilinçli toplumların izledikleri bilimin ve aklın ön planda olduğu doğru politikalar sayesinde deprem öldürmez.  Devletlerin çıkarları, savaşlar, daha fazla kar elde etme hırsı, rant yaratmak için çarpık kentleşme gibi faktörler depremin felakete dönüşmesine neden olmaktadır. Türkiye’nin her yerini kontrolsüzce bir ve adeta bir ağ gibi saran inşaatlar rant kapısı haline gelmiş bulunuyor. Küçük bir azınlığın kar hırsı, niteliksiz binaların mantar gibi çoğalmasına neden oluyor. İktidarın büyüme politikası inşaat olup bu da açıktan bir çöküşü getirdi.  Yani ‘deprem öldürmez devletin yanlış politikaları öldürür.’  

Uluslararası Yansıma

Uluslararası alanda çok aktif bir destek geldi, gelmeye devam ediyor. Özellikle kurtarma ekiplerinin gelmesiyle süreç olumlu yönde hızlandı. Enkazlar altında birçok insanın kurtarılmasında önemli bir katkıları oldu.

Depremin sarsıcı etkileri iç politik ve toplumsal dinamiklerin yaptığı bir değerlendirme olmayıp aynı zamanda uluslararası kamuoyunda da nedeni ve sonuçları çok açık olarak tartışılıyor. Depremin sarsıcı etkilerinin Türkiye’yi çok yönlü bir krize sürüklediği ifade ediliyor. Öncelikli olarak şu tespit yapılıyor; Türkiye toplumu yapısal sorunlara alışıyor ve doğallaştırıyor ancak seçimler öncesinde böylesi bir felaketin yaşanması ve iktidarın bu süreci yönetememesi Erdoğan’ın iktidarda kalmasını zorlaştıracaktır. Erdoğan’ın  zayıf bir olasılık olarak iktidarda kalsa dahi artık Türkiye’nin eskisi gibi  olmayacağı vurgulanıyor. Dikkat çeken bir başka durumda uluslararası yardımların nakit dolarak yapılmamasıdır. Yani Türkiye’ye nakit para ödenmeyecek. Verilecek yardım paraları esasen pratik projeler üzerinde olacak. Bu  durum aslında küresel güvensizliğin bir başka yansıması olarak değerlendirebiliriz. 

İktidarın OHAL İlanı: Politik Çıkar Elde Etme

İktidarın üç ay süreyle Olağanüstü Hal ilan etmesi, seçimleri etkileyecek bir süreç olarak görülüyor. Bu zaman diliminin nasıl kullanılacağı önümüzdeki dönemde dikkat çekilen önemli bir nokta. Deprem felaketi, hiç şüphesiz ki Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve politik dengelerini sarsmasının ötesinde yeniden şekillendirmesini ciddi oranda tetikleyecek gibi görünüyor. 

Deprem, Millet İttifakındaki dengeleri etkiler: Bu sürecin Millet İttifakının iç dengelerini ciddi oranda etkileyeceğine dair bir kısım soru işaretleri oluşmaya başladı.  Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte önemli bir inisiyatif ortaya koyması son derece önemlidir. CHP, başta İstanbul, Ankara, İzmir Büyük Şehir Belediyeleri başta olmak üzere elinde bulundurduğu 11 Büyük Şehir Belediyesiyle iktidardan önce müdahale etmeye başlaması toplumu önemli oranda etkiledi denebilir. Böylelikle iktidardan önce inisiyatif alarak süreci bir bakıma yönlendirdi.

Özellikle Halk TV, Tele1, KRT gibi medya kuruluşlarının desteğiyle etkisini ciddi oranda hissettirdi. Nispeten DEVA Partisi’nin bir hareketliliğinden bahsetmemiz mümkün. İYİ Parti’nin oldukça pasif kalması, Akşener’in Erdoğan’ı araması ve sürece pek müdahil olmaması, devletin etki alanını gösteriyor. Gelecek, Saadet ve Demokrat Partilerinin ciddi ve etkili şekilde sahada olmamaları, önümüzdeki bir-iki ay içerisinde toplumsal denklemin nasıl değişebileceği konusunda bir ön fikir veriyor. Kılıçdaroğlu bu durumu gördüğü veya hissettiği için iktidarın depreme müdahalesindeki başarısızlığını çok üst boyutta kullanarak saflaşmayı netleştirdi. Kılıçdaroğlu, CHP’nin veya ‘Millet İttifakı’nın artık tek adayıdır. Erdoğan’ın karşısına çıkacak aday netleşti denebilir. Bunun dışında yeni bir aday tartışması olacağını sanmıyorum.

Cumhur İttifakı kendi krizini idari tedbirlerle aşmak istiyor: Cumhur İttifakı deprem felaketindeki başarısızlığın seçim sonuçlarına yansıyacağını net olarak görüyor. Bu nedenle üç ay süreyle Olağan Üstü Hal ilan edilmesi, çok planlanmış bir stratejidir. Birkaç gün önce, Erdoğan, Bahçeli ile yaptığı görüşmede depremin sarsıcı etkililerinin iktidar lehine çevrilmesi konusunda ortak bir karar aldıkları anlaşılıyor.

OHAL kararı alınmasının seçim sürecine doğrudan bir müdahale amacına dayandığı özellikle uluslararası alanda da tartışılıyor. Bu süreç, Aralık 1978 yılında Maraş’taki katliamın hemen ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmesine benziyor. Sıkıyönetim kararı aslında 12 Eylül 1980 darbesinin ilk önemli adımıydı. Ancak bugünkü politik-toplumsal atmosfer ve dengeler dikkate alındığında darbe koşullarının olmadığını söyleyebiliriz. Darbe tartışmasının politik bir karşılığı yoktur ve gündeme alınacak bir durum değildir.

Bugün de OHAL’in deprem felaketinin özellikle Kürt ve Alevi nüfusunun yoğun olduğu 10 ili kapsayacak şekilde uygulanması, doğrudan seçim sürecine bir müdahaledir. Erdoğan’ın OHAL kararının alındığını kamuoyuna açıklarken açıktan tehdit içerikli sözleri, sıradan bir çıkış olmadığı açıktır. Mesele seçimin ertelenmesinden çok daha karmaşık ve derindir. OHAL ile seçim faaliyetlerinin kısıtlanması veya yasaklanmasının özellikle HDP’ye yöneliktir. OHAL süresinin Mayıs’ın ilk haftasına kadar devam etmesi Kürt bölgelerinde seçimin işlevsizleştirilmesi anlamına geliyor. Yani bu kararının merkezinde öncelikli olarak HDP bulunuyor. 

10 ildeki fiili durum aynı zamanda AKP’nin aleyhine de olabilecek sonuçlar doğurabilir. Diyarbakır dışında söz konusu illerin önemli bir kesiminde AKP’nin oy oranı % 60’a yakın olduğu dikkate alındığında kendileri için de bir çelişki oluşturacaktır. AKP’nin bu durumu he kadar hesapladığı bilinmez ama deprem felaketinin Cumhur İttifakına ciddi düzeyde oy kaybettireceği  anlaşılıyor.

Önümüzdeki süreçte özellikle medyaya yönelik baskıların artacağına dair çok sayıda veri bulunuyor. Medya kanallarının tehdit edilmesi, sosyal medya alanlarının yasaklanması kararı özellikle OHAL kapsamında çok daha kapsamlı bir şekilde uygulanması yüksek bir olasılıktır.

Cumhur İttifakının seçimi ertelemesi kararı özellikle İYİ Partiye bağlıdır. Erteleme için Anayasa değişikliği gerektirir. Meral Akşener’in ‘seçimler Mayıs’a yetişmez 18 Haziran’da yapılsın’ önerisini gündeme getirmesi tesadüf olmayıp iktidara bir uzlaşı mesajıdır. Eğer AKP-İYİ Parti anlaşması olursa seçimin sonbahara ertelenmesi sürpriz olmaz.

Deprem felaketi nedeniyle Erdoğan-Akşener arasında başlayan telefon görüşmeleri, Diyarbakır’da Kılıçdaroğlu-Pervin Buldan arasındaki ‘ayak üstü’ görüşme, depremin politik ilişkilerde yarattığı etki bakımından bir fikir edinebiliriz.

Partiler arasında bir uzlaşı olmasa dahi, Cumhur İttifakı’nın ya da Cumhurbaşkanının anayasayı yok yasayarak seçimi erteleyeceğini düşünmüyorum. Bunun için bir savaş kararı alması gerekir. Rojava’ya yönelik böyle bir hamle yapar mı? Yapılsa da savaş olarak değerlendirilmiyor. Yunanistan ile böylesi bir çatışma alanı ortadan kalktı. Kurtarıcı olarak ülkemizde bulunuyorlar. Ermenistan ile kapılar 36 yıl sonra ilk kez yardım tırları için açıldı.

Deprem nedeniyle Olağanüstü Hal ilan etmek bir zorunluluk mu? Yoksa iktidarın başarısızlığının bir sonucu mu? İktidar deprem sürecini iyi yönetmiş olsaydı OHAL ilan eder miydi? Bu deprem iktidarın bütün politik ve toplumsal kredisini bitirdi.  

Kısaca; ‘Deprem öldürmez’ diyoruz. Peki, kim öldürür. İzlenen yanlış politikalar ve zamanında gerekli önlemi almayan, öngörü sahibi olmayan yöneticiler. Kim bunlar: Önce devlet sonra toplum. 7,6 şiddetinde bir depremde on binlerce insan yaşamını yitiriyorsa bundan herkesin/hepimizin bir parça sorumluluğu var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir