Makaleler

FEYZİ ÇELİK – ORTADOĞU’DA İRANSIZ PLANLARIN AÇMAZLARI


Papa’nın Irak ve Irak Kürdistanı ziyareti Türkiye’de daha çok Irak Kürdistanı yönüyle ele alındı. Kürtlerin bir bölümü de bu şekilde düşündü. Kürdistan haritası ve bayraklı Papa hatıra pulunun basılması, Erdoğan karşıtı olduğunu söyleyen ulusalcı kesimler bu konuda Erdoğan’ı uyarmaya başladılar. Türk Dışişleri bakanlığı sert bir açıklama yapınca Irak Kürdistan Yönetimi geri adım atacağına yönelik açıklamalarda bulundu. Oysa gerçekte olan böyle değildir. Papa’nın ziyaretinden bazı Kürt kesimlerinin ‘Kürdistan devleti’ çıkaran yorumlarının bir doğruluk payı yoktur. Papa’nın Irak ziyareti Fars Şiası ile Arap Şiası arasındaki tercihin Irak sahası üzerinden Arap Şiasının İran yanlısı olmayan Şiası açısından yapılmasıdır. Bu bakımdan Papa’nın Irak ziyaretinden en çok rahatsız olan İran ve İran yanlısı Irak Şiilerdir. Ziyaret öncesinde Erbil ve Irak’ta ABD hedeflerine yönelik saldırıların Papa’nın ziyaretini engellemek amaçlı olabileceğini not etmekte fayda vardır. Papa’nın Irak Şii ruhani lideri Ayetullah Sistani’ye özel bir önem vermiş olmasından da İran’ın memnun olmadığını belirtmek gerekiyor. İran’ın hatıra pullar üzerinden tepki göstermesi bu bakımdan Türkiye’den farklı ve asıl verilmek istenen mesajı algıladığı yönündedir. Papa Francis, daha önceki Papalardan farklı olarak kendine özgü toplumcu görüşü olan birisidir. Bu ziyarete büyük politik beklentiler yüklenilmeden salt insani gerekçelerle de yapılmış olabilir.

Rusya, Türkiye ve Katar üçlüsünün yaptıkları ortak toplantıda “Suriye’de ayrılıkçılara geçit vermeyeceğiz” ana temalı toplantısına İran’ın katılmamış olması İran’ın Suriye’den uzak tutulması politikası ile ilgili olabilir. Suriye’nin yeniden Arap Birliğine geri dönüş bir bakıma İran’la ilişki kesilmesi şartına bağlı olabilir. Bu aynı zamanda İsrail’in de çıkarına olan bir durumdur. Özellikle Türkiye ile Mısır arasında hazırlığı yapılan deniz yetki anlaşması da bundan ayrı düşünülecek bir konu değildir. ABD yönetiminin Suudi Arabistan’a yönelik olumsuz adımları Suudi Arabistan’ın da Rusya-Türkiye-Katar üçlüsü etrafında oluşturulan yeni bir bloklaşmaya destek verme ihtimali olduğunu akla getirebilir. İran’ın desteği olmadan Esad’ın nasıl ayakta tutulabileceği hususu bu yeni bloklaşmanın en zayıf noktasıdır. Dolayısıyla İran’ın Suriye’de olmayışı daha büyük sorunlara neden olacaktır.

Türkiye’nin Suriye’deki Kürt kazanımlarını kendi çıkarı doğrultusunda yok etmesinin yolunu elde etmesi tehlikesini meydana getirebilir. Bu sorunlar Suriye ile sınırlı değildir. Afganistan’dan Yemen’e kadar İran-Şia özdeşliği her zaman göz önünde bulundurulduğunda İransız planların çatışmaların artışından başka bir işe yaramayacağı açıktır. Başta El Kaide ve IŞİD olmak üzere radikal İslamcılarla mücadeleyi toplumsallık kazandıran güçlerden birisi Kürtler, diğeri de İran’dır. Başka bir deyişle İran olmadan radikal Sünni gruplarla mücadelenin bir ayağı eksik olacaktır. Bu bakımdan Kürtlerin hem ABD ile ilişki kurması hem de ABD karşıtlığı temelinde olmayan İran’la iyi ilişkiler kurması bölgesel ilişkiler ve dengeler bakımından daha objektif bir yaklaşımdır.

Joe Biden’ın, “Geçici Ulusal Güvenlik Stratejik Kılavuzu” açıklamışıyla ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının Trump döneminden bir kısım temel farklılıkların olacağını gösteriyor. ABD, Şia’yı İran’ın etki alanından çıkarmaya çalışıyor. ABD Dışişleri Bakanlığının Yemen’de Suudi Arabistan’a desteklerini çekecekleri yönündeki açıklamasına da bu kapsamda bakmakta fayda vardır. Suriye’de İran destekli silahlı gruplara yapılan hava saldırısı da bu yeni politikadan ayrı değildir.

Corona virüsle birlikte görünür hale gelen ABD’nin başını çektiği küresel ekonomik krizin daha fazla derinleşeceğine dair bir çok işaretler var. Küresel kapitalizmin Çin’den öte gidebileceği yerinin olmayışı ABD-Çin rekabetini zorlaştırıyor. Trump’ın bu konudaki çabası başarılı olmadı. ABD ve Batı, Çin’i ekonomik olarak zorlamaktan çok insan hakları ve siyasi saiklerle sıkıştıracaktır. Bunda ne kadar başarılı olacağı da belirsizdir.

Dünyanın diğer bölümlerinde ne olursa olsun Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz çatışma/uzlaşma merkezi olmaya devam edecektir. Daha önceleri Yunanistan ve Türkiye Batı için bir bütünün parçası olarak görülüyordu. Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Avrupa ve Akdeniz’e açılması bu iki devlet üzerinden engelleniyordu. Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi, S-400 gibi sorunlar ABD’nin Türkiye’ye bakışını değiştirdi. Türkiye’nin Suriye’nin belirli bölgeleri işgal etmesi, Irak topraklarını kendi toprakları gibi kullanması, Libya’daki varlığı, Karabağ’da oynadığı rol ve bunlardan elde ettiği kazanımlar kendi içinde avantajları olduğu gibi dezavantajları da barındırmaktadır. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz de Türkiye’yi oldukça zorlamaktadır. Bu da Türkiye’yi ABD ve Batıya daha fazla muhtaç bırakmaktadır. Türkiye, Rusya ile de ilişkisini sürdürmek zorundadır. Bugünkü dengeler içerisinde başka bir alternatifi bulunmuyor. Kısa dönemde Türkiye’nin S-400’lerden vazgeçme ihtimali görülmediği gibi F-35 projesine dahil olması da mümkün değildir. Her iki sorun askıda bırakılacak gibi görünüyor. Öte yandan Türkiye’nin kendi savunmasını Rus sistemine göre kurması da mümkün değildir. Güçlü bir ekonomi ve farklı bir anlayış değişikliği gereklidir. ABD’nin bu konuda yapabileceği tek şey CATSA yaptırımlarını şu anki düzeyde bırakmasıdır. Yaptırımın düzeyini daha çok Ankara’nın bölgesel politikalarda ABD ile ne kadar uyumlu olacağına bağlı olarak şekillenecek gibi görünüyor.

Türkiye’nin S-400’leri bırakma karşılığında ABD’nin SDG/YPG ilişkisini sona erdirme pazarlığından bir sonucun çıkması da olası görülmüyor. Aslına bakılırsa Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde Jeo-politik önemi de eskisi gibi değildir. Rusya, Türkiye’ye rağmen Akdeniz’e inmiştir. ABD için Irak, Irak Kürdistanı ve Kuzey Suriye’nin stratejik önemi hayati duruma gelmiştir. ABD’nin geçici strateji belgesinde, “Orta Doğu’da terör ağlarını bozmak, İran’ın saldırganlığını caydırmak ve diğer önemli ABD menfaatlerini korumak için gerekli miktarda kuvvet bırakacağız.” şeklindeki belirleme yapılarak Ortadoğu’ya gerekli önem verilmeye devam edecektir.

ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgesinde Suudi Arabistan’a Yemen’de verdiği desteği çekmesi ve Veliaht Prens Selman Bin Muhammed’i Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutması Suudi Arabistan’ı başka arayışlara sevk edebilir. Suudi Arabistan’ın Mısır üzerindenki etkisi de göz önünde bulundurulduğunda ABD ile ilişkisi iyi olmayan Türkiye’ye Ortadoğu’da yeni bir alan açabilir. Bu süre zarfında Türkiye ile Mısır arasında deniz yetki anlaşması yönündeki çalışmalarda Suudi Arabistan etkisi görülürse şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye’nin İhvan desteğinin devam etmesi, Libya’daki son gelişmeler Erdoğan Türkiyesi ile Sisi Mısırı arasında iyi ilişkilerin oluşu önünde engel olarak duruyor. Mısır’ın bu iki temel noktada taviz vermesi mümkün görünmüyor. Türkiye’nin İhvan bağlantılarının Libya ve Suriye ile doğrudan ilgili olması nedeniyle, ancak bu konuda Türkiye’nin temel parametrelerini değiştirmemesi halinde Mısır-Türkiye ilişkileri normalleşebilir. Kaldı ki, Sisi’ye her zaman desteğini sunan Suudi Arabistan ile BAE için de İhvan kırmızı çizgi çizgidir. ABD’nin İhvana yakın olduğu bilinen Kaşıkçı cinayetinde Suudi Veliaht prensini ilişkili göstermesi, ABD’nin İhvan’a göz kırpması olarak anlaşılabilir mi? Ya da ABD, İhvan’ı göstererek Suudi Arabistan ve BAE’nin Rusya ile ilgili olası ilişkilerin önüne mi geçmek istiyor. Göreve geleli iki ay olmasına rağmen Biden’in hem Erdoğan’ı hem de Sisi’yi aramamış olması bu ikiliyi anlaşmaya zorlamak amaçlı olabilir mi?

Sonuç olarak, ABD’nin başında Biden olsa bile işlerin planlandığı gibi gitmeyeceği gün gibi ortadadır. Bu da daha fazla kan dökülmesi ve yoksulluğun hızından bir şey kaybetmeyeceğini gösteriyor. Kürt konusunda çözümü gündemine almayan bölge güçleri giderek daha fazla kırılgan olmaya devam edecektir.