Güncel HaberlerMakaleler

FEYZİ ÇELİK: ÖZGÜR ÖZEL VE ERDOĞAN’IN “YUMUŞAMA” MANEVRASI


Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek “enflasyonun indirilmesi için yerel halkı inandırmak gerekiyor” sözü bir itiraf olmakla birlikte “yerel halk” deyişiyle hem toplumla yabancılaştığını hem de halka sömürge muamelesi yapmaya başladığını görüyoruz. “Ben ekonomistim, faiz sebep enflasyon sonuç” diyen Erdoğan’ın yaptığı tahribata gözünü kapatıyor. Aslında Erdoğan’ın bu politikası hala devam ediyor. Ancak geçen ay % 50 olan MB Politika faizi hala TÜİK’in resmi enflasyonunun 20 puan altında. Farkın 40-50 olduğu dönemlerin olduğu dikkate alınırsa Erdoğan’ın hala dediğini uygulamaya devam ediyor. Asıl ikna edilmesi gereken halk değildir. İkna edilmesi gereken Erdoğan’ın kendisidir. Gerek siyasi gerekse siyasi gerçeklere göre Erdoğan iktidarının varlık nedenleri 2015 yılında ortadan kalkmıştı. Erdoğan siyasi darbe ile çoğunluğu kaybettiği Haziran 2015’i iptal etti. Ağır bir bedel ödeterek ülkede güvenlik algısı üzerinden yeniden seçime giderek çoğunluğunu yeniden kazandı. Bunda Erdoğan’a alternatif olacak muhalefetin kararsızlığı ve kendi içindeki parçalılığı eklenince Erdoğan’ın iktidarı devam etti.

31 Mart seçimlerinde Erdoğan çoğunluğu kaybetmekle kalmadı ikinci parti konumuna düştü. Başlangıçta öz eleştirel bir tutuma girer gibi göründüyse de daha sonra halkın tercihini hiçe sayarak “Tek bir iktidar vardır o da CB ve CB kabinesidir. Yerel iktidar olmaz. Biz bitti demeden bitmez” seçimleri kazanan muhalefeti tehdit etti. Cumhur ittifakı için çanlar çalmaya başlıyor. Oyu yüzde beşin altına düşen Bahçeli’nin son olarak Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’i “yerel halk” üzerinden bütün yaşananların sorumlusu ilan etti. Bahçeli DEM’den sonra Erdoğan’ı dışarıda bırakarak daha çok AKP’yi eleştirmeye başlamış gibi görünüyor. Dikkat edilirse CHP’ye yönelik eleştirilerini daha az yapıyor. Hedefine DEM’i koyarak CHP’ye kendisine uygun rol biçmeye çalışıyor.

31 Mart seçim sonuçlarından hareketle “Türkiye siyasetinde bir değişim olabilir mi” sorusu oldukça çok soruluyor. Seçimin hemen sonrasında AKP içinde MHP’nin politik dayatma ve devlet içinde kadrolaşmasına karşı bir rahatsızlık olduğu anlaşılıyor. Bu anlaşmazlık Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararında kendisini gösterdi. MHP  İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafında görülürken AKP içindeki bazı kesimlerin Anayasa Mahkemesinden yana tutum takındıkları göründü. Yargıtay Başkanlık başkanın bir türlü seçilmeyişinde de AKP-MHP rekabeti etkili olmuş olabilir. Kobani Davasında karar tefhiminin ikinci kez ertelenmesinin perde arkasında bu rekabetin izleri bulunmaktadır.

AKP-MHP ortaklığında zaman zaman anlaşmazlık olduysa da Erdoğan ve Bahçeli’nin müdahaleleriyle bu anlaşmazlık hep uyuşma ve anlaşma ile sonuçlandı. Buna rağmen her iki partinin tabanı ve alt kademe yöneticileri arasında anlaşmazlıklar devam etti. Özellikle İyi Partinin Millet ittifakından ayrılarak Cumhur ittifakına yanaşması MHP içinde “Erdoğan bizi bırakıp başka ortaklar mı arıyor” endişesine neden oldu. MHP’nin Mersin ve Manisa dışındaki Büyükşehirlerin dışında seçimlere AKP’yi desteklemesi ve MHP’nin AKP ile ittifak kurduğu yerlerde MHP’nin kaybetmiş olması ister istemez Erdoğan-Bahçeli ikilisinin tavanda ayakta tutmaya çalıştığı MHP ve AKP tabanındaki rahatsızlıkları gün yüzüne çıkardı. Yani 31 Mart seçimlerinde Cumhur ittifakı fiilen dağıldı. Bu sıradan bir dağılma da değildi.

CHP, resmi ittifak kurmadan tek başına birinci parti oldu. Asıl sarsıntının nedenleri buradadır. Bunun devam etmesi halinde 2028’i beklemeden erken seçim gündeme gelebilir. CHP beklendiği gibi gösterdiği başarı mutlaklaştırmadı. Erken seçim çağrısında bulunmadı. Bunun yerine Erdoğan’la diyalog yolunu açma arayışına girdi. Meclis resepsiyonunda Erdoğan ile Özgür Özel arasındaki çay davetinden sonra önümüzdeki günlerde ikili arasında görüşme olacak. Bu görüşme Bahçeli nezdinde rahatsızlığa neden olmuş olabilir. Bir yandan da Bahçeli’nin ne şekilde AKP’ye engel olacağı da belirsizdir. MHP’den kopmuş Erdoğan’a destek verebilecek Saadet, Deva, Gelecek ve İyi Partinin oluşu Bahçeli’nin elini zayıflatıyor. Yine Sinan Ateş dosyası da Bahçeli ve yakın kadrolarına karşı rafta bekletiliyor. Öyle sanıldığı gibi Bahçeli, 2002’de Ecevit hükümetini düşürebilecek güce sahip değildir. Çünkü o dönemde Parlamenter sistem vardı. Güvenoyu ile hükümet düşürülebiliyordu. CB Sisteminden sonra CB Seçimi ancak Meclisin 3/5’inin kararı ile yenilenebiliyor. CB Seçiminin yenilenmesi halinde Meclis seçimleri de yenilenmek zorundadır. Henüz bir yılını doldurmamış vekillerin buna istekli olacaklarını düşünmüyorum. Erdoğan’ın iktidara gelişi seçimli olsa da yüzde 34 oyla meclisin yüzde 67’sine sahip oluşu iktidarın gelişinin arka planında sessiz bir darbenin olduğunu gösteriyor. İktidarını kaybettiği 2015’te yaşananlar ile Davutoğlu’nu istifaya zorlamasının arka planında da darbe belirtileri aşikardır. Giderek kendi iktidar yapısını güçlendiren Erdoğan 31 Mart 2024’teki yenilgiyi kabul etmemiştir. Biz bitti demeden bitmez diyerek halkın tercihini tanımayacağını ilan etmiştir. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun Özel’in Erdoğan’la görüşmesine dair söylemiş olduğu “Erdoğan’la müzakere edilmez, mücadele edilir” sözü çok doğru bir sözdür. Lider olduğu dönemde pratiği ile bu söze sadık kalmamış olması bu sözün yanlış olduğu anlamına gelmez. 

Erdoğan’ın birden bire yumuşamadan söz etmesinin arka planının iyi okunması gerekiyor. Büyük ihtimalle DEM Parti ile ilişkiler ve İmamoğlu/Özel ilişkileri üzerinden CHP içinde bir kavga çıkarma planı tasarlanmış olabilir. Göstermelik olarak Can Atalay, Osman Kavala ve Hapisteki yaşlı generaller tahliye edilebilir. Yine 1 Mayısta görüldüğü gibi CHP’nin sokak hareketinden uzak tutma planı da olabilir. 

CHP içindeki milliyetçi devletçi klikler buna katkı sunmaktan geri durmayacaklardır. Özel’in tersine “hem müzakere hem de mücadele eden” Erdoğan’dır. O mücadeleden vazgeçmeyeceğini 1 Mayıs’ta göstermekle kalmadı hiçbir 1 Mayısta görülmemiş bir şekilde gösteri hakkını kullanan onlarca işçi hakkında tutuklama kararı verildi. Bunlar Erdoğan’ın bir yandan tıpkı 2015 yılında Kılıçdaroğlu ile yapılan istikşafi görüşmelerdeki oyalamaya dönüşecektir. Yine Erdoğan’ın mülakata devam edeceği de anlaşılıyor. Bu da atamalarda partizanlığa devam edeceğini gösteriyor. Erdoğan’ın defterinde istişare olmadığı gibi müzakere de olmaz. Boş koltuk üzerinden kendisini birinci gelen partinin üzerine koymuştur. Ne yazık ki Özel de buna uymuştur. Özel’in Erdoğan’la görüşmeye giderken yanında götürdüğü kendi döneminde Diplomatlık yapan Namık Tan’a dikkat etmekte fayda vardır. Böyle biri ile görüşmeye gitmek Erdoğan’ın talebi olabilir. Erdoğan kendisiyle yapmış olduğu görüşmesine kendi yaptığının tersine siyasi kimliği ağır basan birinin görüşmeye gelmesinin yolunu kapatmıştır. Oysa kendisi AKP Genel Başkan yardımcısını görüşmeye almıştır. Özel bu konuda oyuna gelmiş olabilir. Görüşme veya müzakere elbette olacaktır. Özel’in “birinci partiyiz görüşmeden korkmamalıyız” gerekçesi de yerindedir. Ancak Erdoğan’ın belirlediği yer ve koşullarda yapılan görüşme iktidar gölgesi altında olduğu için eşitler arasında yapılan bir görüşmeden uzak kalmaktadır. Bunu şundan da anlıyoruz: görüşme AKP içinde hiçbir tartışmaya mahal bırakmazken CHP içinde tartışmaya neden oluyor. Bu da CHP içinde görüşmeye değil de görüşmenin şekli ve içeriği ile Erdoğan’ın istekleri doğrultusunda yapılmasına yönelik eleştirilerin olduğunu göstermektedir. Yine Özel’in Erdoğan’la görüşmesinden bir gün sonrasında DEM’in Özel’i ziyaretinde nelerin konuşulduğu bilinmemekle birlikte bu görüşmede neler konuşulduğunun kamuoyunun aydınlanmasında ihtiyaç bulunuyor. Bu ziyaretin Özel’in Erdoğan’ı ziyaretinden bir gün sonra olmasında Erdoğan üzerinden DEM’e bir mesaj mı iletildi sorularının sorulmasına neden oluyor. Tam bu arada Özel, MHP’yi ziyaret etti. Bu ziyaretin AKP’nin bilgisi dışında olduğu düşünülemez. 

AKP-MHP kavgası siyasi alandan çok yargı üzerinden yürütülüyor. Sinan Ateş cinayetinin sanki siyasi bir yönü yokmuş gibi iddianame düzenleniyor. Suikastın MHP’yle bağlantısı yokmuş gibi görünse de hukuki düzen günübirlik işleyen bir süreç değildir. Adalet Bakanlığının bir memuru gibi hareket eden savcılar istediklerini iddianameye dâhil edebilir istediklerini dâhil etmeyebilirler. Suikastta adı geçen MHP’nin üst düzey yöneticileri için takipsizlik kararı verilmediğine göre gizlilik içinde soruşturmaya devam edildiği imkân dâhilindedir. Bahçeli’nin “kimin elinde ne bilgi varsa ortaya koymalı” çıkışı yargının bu tutumuna meydan okumadır. Hemen sonrasında Bahçeli’nin Özel’le görüşmesinden farklı anlamlar çıkabilir. Bir zamanlar AKP’ye karşı birlikte hareket eden MHP siyaset arenasında yeni bir manevra peşinde olabilir. Yargı üzerinden kaynayan kazan büyük bir basınç oluşturmuştur. Bu basıncın olası bir patlamaya neden olması kaçınılmazdır.

AKP’nin adeta sözcüsü gibi hareket Abdülkadir Selvi’nin dile getirdiği Gezi Dosyasına karşı 1 Mayısta demokratik gösteri hakkını kullanan işçilerden 38’i hakkında tutuklama kararı verilmesi olası açılıma karşı MHP cenahından verilen bir cevap olarak yorumlanabilir. Eğer bu tutuklamalar konusunda yapılacak itiraz sonucunda verilecek karar her iki cenahın kendi açılarından tutumlarını belirleyecektir.

Erdoğan’ın kendi iktidarının sürdürmesi dışarıdan gelecek ekonomik desteklere bağlıdır. Girdiği süreç ve Şimşek’in ağırlığını koymasıyla birlikte Erdoğan’ın eskisi gibi esip gürlemesini zorlaştırıyor. Bahçeli de elindeki imkânlarla bunu durdurma gücüne sahip değildir. “Yerel halk” tabiri nedeniyle Şimşek’e sarf ettiği sözlerle ilgili olarak sonradan Şimşek’i kastetmediğini söylemesi onun gücünün sınırlı olduğunu gösteriyor. DEM Kaynaklarından edinilen bilgilere göre geçen haftaki görüşmesinde Anayasa sürecine katkı isteyen Numan Kurtulmuş’a DEM Partililer, “Kapatılma söylemleri ve kayyım tartışmaları yürütülürken, nasıl bir yeni anayasa yapacağız?” diye sormuş, Kurtulmuş’un buna cevabı “doğru diyorsunuz” şeklinde olmuş.

AKP İktidarı boyunca Anayasa konusu hep gündeme geldi. AKP başlangıçta demokratik bir anayasa gerekliliğini gündeme getirdiyse de yapılan değişikliklerin tümü kendi iktidar alanını güçlendirmekten öte ileri gitmedi. Sivil toplum etkisiz hale gelmekle kalmadı sivillikle alakası olmayan kendi yandaş gruplarını devletle entegre etti. Türkiye’nin duayen Anayasa Hukukçusu İbrahim Kaboğlu, “önce demokrasi, bu ortamda Anayasa yapılamaz” demişti. Ve şunu eklemişti. “Bilgi, yol ve hedef temizliği olmadan yeni Anayasa olmaz” 8 yıl önce söylenen bu sözler hâlâ geçerlidir. Hatta aktör ve yöntem temizliği de gerekiyor. Daha doğrusu AKP/MHP’den yeni demokratik Anayasa yapmasını beklemek imkânsızdır. Onun için varsa yoksa kendi iktidarını süreklileştirmektir.

CHP’den beklenen, her şeyden önce yeni oluşan toplumsal siyasi tablonun gerçekliği doğrultusunda hareket etmektir. Buradan sözü şuna getirmek istiyorum. CHP Liderinin “yumuşama” adına İktidar partileriyle görüşmeye başlaması. Özel bunu her ne kadar “CHP birinci oldu, görüşmekten korkumuz olmamalı” diyorsa da Özel’in yeni konumlanan siyasi tablonun gereği ilk olarak yapması gereken kendisine destek sunan toplumsal kesimlerle ilişkilerini güçlendirmesidir. 1 Mayısa dair açıklaması bu konuda topluma yönelik açılımlarından biri olmasına rağmen Taksim için geri adım atarak alandan çekilmesi doğru olmamıştır. 1 Mayıstaki geri çekilme demokratik hakkını kullanmak isteyen 38 işçinin tutuklanması ile sonuçlanmıştır. Daha öncekiler gibi Özel de “iktidarın sandıkla değil de belirli kliklerin eliyle değişeceği” algısını devam ettirmiştir. Bu tutumun Özel veya CHP’ye iktidar kapısı açıp açmayacağı belirsiz olmakla birlikte sandık meşrutiyetini kaybeden Erdoğan’a yeni bir meşruiyet alanı kazandıracağını da akıldan çıkarmamak gerekiyor. En etkili aktörün yargı olduğu anlaşılıyor.

Yargı mekanizmasının başında da Erdoğan’ı da aşacak şekilde daha çok Bahçeli ile paralel görüşlere sahip olan Mehmet Uçum bulunuyor. Söylemini anti Batı süslemeler eşliğinde dile getiren Uçum’un bazı sol ulusalcılara hitap ettiği unutulmamalıdır. Onun gibi düşünenler Erdoğan’ı bir kişi olmaktan öte belirli bir klik/çetenin kurumu olarak görüyor. Bu da kendileri için beka sorunu olarak görülüyor. Toplumsal desteğini kaybetse de Erdoğan’ın ayakta kalması gerektiği konusunda telkinlerde bulunuyor. Hatırlanacak olursa 2019 seçimlerinden sonra oluşmuş, Erdoğan başlangıçta sonuçları kabul eder tarzda konuşmuş ise de Uçum’un temsil ettiği klik ona “dik durması” gerektiğini söylemiş, YSK aracılığıyla İstanbul seçimi iptal edilmiş, Kılıçdaroğlu Ankara’da linçle karşı karşıya kalmıştı. Uçum gibiler bu örneği Erdoğan’ın önüne koymaktan çekinmezler. 2023 kazanılmasını 2019’da yaptıklarına bağlayarak benzer bir şekilde hareket edilerek Erdoğan’a  “2028 ancak bu şekilde kazanılır” görüşleri kendisine kabul edilmeye çalışılmaktadır. Uçum’un şimdiden olası “Sivil itaatsizlik” benzeri tepkileri “darbeye kalkışma” olarak nitelemesi iktidarın sertleşeceğini işaret etmektedir. Olası protesto ve tepkileri Gezi Dosyası üzerinden oluşturulan içtihatla toplumun en basit tepkisine karşı bir koz olarak kullanmayı tercih edecektir. Eğer muhalefet bu manevra karşısında birlikteliğini oluşturup asgari müştereklerde bir araya gelme iradesini gösterirse Erdoğan adına oluşturulmak istenilen düzende gedik açılabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir