Güncel HaberlerMakaleler

MELEK BORAK: ÇÖZÜME GİDERKEN DİLİM HALEN YASAKLI


Bugünlerde başka bir ülkede, İngiltere’de yeni bir hayatı inşa etmenin sancılarını yaşarken, bir taraftan da gözüm kulağım hâlâ ülkede. Aylardır bir çözüm süreci tartışılıyor. Biz Kürtler “Bu şekilde nasıl olacak?” desek de umudumuzu yitirmeden, nefesimizi tutup sürece zarar gelmesin diye olgunlukla yaklaşıyoruz. Ne de olsa 100 yıldır toplum tekçi kodlarla işleniyor ama halk olarak mücadele kültürümüz demokrasi ve barış üzerine kurulu. Bu nedenle olgunlukla ve büyüklükle yaklaşıyoruz.

 

TBMM Barış Komisyonu ve Yasaklı Dil Yakın zamanda Kürt sorununun çözümü için kurulan TBMM Barış Komisyonu’nda, 100 yıllık cumhuriyetin nerdeyse yarısı olan 50 yıla yakın geçen çatışmalı süreçte evlatlarını kaybetmiş, hatta birçoğunun hâlâ bir mezar taşı bile olmayan anneler söz almak istedi. Sorun tam da bu iken ve bu komisyon bu sorunun çözümü için toplanmışken, annelerin kendi dilleri olan Kürtçe ile konuşması engellendi. Bu anneler karşı tarafın anneleri gibi değil; yaşadıkları bütün acılara rağmen hep barış dediler ve hâlâ barış için mücadele ediyorlar. O annelerin yaş tutması bile yasaktı, çocuklarını sahiplenmeleri bile. Bu yüzden çoğu, yaşına başına bakılmaksızın cezaevleri yattı. Bugün, bu sorunun çözülmesi için kurulan komisyonda Kürtçe konuşulmasına hâlâ müsaade edilmiyor; sorun zaten bu.

 

Aklıma, ölümsüz sanatçı Ahmet Kaya’nın bir şarkısında geçen “bu ne yaman çelişki” sözü geldi. Evet, biz Kürtler, barış dilini biliyoruz ve kesinlikle sizin konuştuğunuz gibi değil. İşte TBMM Barış Komisyonu ve hâlâ resmi hiçbir mecrada konuşulamayan Kürtçe!

 

Tarihsel Perspektif

Kuşkusuz, bu kodlar öyle bir sosyolojik şekillenme yarattı ki, kuş dilinde konuşmak bile heyecan ve saygı yaratırken, Kürtçe konuşmak siyasi krize dönüşüyor. 21. yüzyılda bir dilin kriminal oluşunu anlatmaya çalışmak tam bir garabet! Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, kurucu lider kongrelere Kürt şehirlerinden başladı ve “Kürdistan” demekte hiçbir sakınca görmedi. İlk Meclis’e Kürt mebuslar ulusal kıyafetleriyle katıldı. Sonrası malum: 1924’te, sevgili Barış Ünlü hocanın tanımladığı “Türklük Sözleşmesi” inşa edildi. Bu sözleşmeye tabi olanlar ayrıcalıklı oldu ama bu sözleşmeye tabi olmayan Kürtler büyük bir sorun haline geldi. Cumhuriyet tarihinden bu yana inkâr ve imha politikaları, bugün adı “Kürt sorunu” olan devasa bir ülke meselesine dönüştü.

 

Bugün Kürtler Ortadoğu’da dikkate alınan bir güç hâline geldi. Eskiden “Kürt yoktur” diyen zihniyet, bugün Kürtlerin mücadelesi ile “Kürt vardır ama bizim gibi hakları yoktur” noktasına geldi. Konjonktür mü desek, ülkenin durumu mu desek, belki ikisi de yerinde; ama bugün artık bu çözümsüzlükle gidilmeyeceğini anlayan bir akıl var Türkiye’de! Evet, tam da 50 yıllık çatışmalı süreçte ne Kürtler Türkleri yendi ne de Türkler Kürtleri.

 

Devletin Güvenlikçi Politikaları ve Hukuk

 

Cumhuriyet boyunca devlet, Kürtlere karşı inkâr ve imha politikaları yürüttü. Sorunu hep güvenlikçi yöntemlerle çözmeye çalıştı. Tarikatlar, cemaatler, yasadışı örgütler ve kirli savaşın aygıtları bugün devletin hukuk sistemine yönelmiş zehirli oklara dönüştü. Artık sadece Kürtler değil, muhalifler de bu hukuksuzlukla karşı karşıya. Hatta bu çeteleşme iktidar içinde de çatışmalar yaratıyor. Hani Kürtlere karşı geliştirilen hukuksuzluk bugün hukuk sisteminde devasa gedikler açtı.

 

Unutmayalım ki hukuk varsa herkese vardır, ayırımsız. Ama tek bir kişi için işlemiyorsa, hukukun varlığından söz etmek mümkün değildir. Dün İstiklal Mahkemeleri, sonrasında DGM’ler, şimdi de tamamen siyasal bir yargı mekanizmasının varlığıdır. Artık devletin bütün damarlarını sarmış bir hastalık gibi.


Bugün: Kızımın Çocukluğu ve Kürt Olmak

 

Kızım geçen sene 13 yaşındayken İngiltere’de 52 milletten öğrencinin okuduğu uluslararası bir okula başladı. Tabi burda Türkiye’den de öğrenciler vardı. Çoğunlukla etnik olarak Türk bile olmayan, yani isimleri Muhammed, Ecrin, Maya, Mayra, Kayra olan, isimlerinin Türkçe bile olmadığını bilmeyen, sadece adı Kürtçe olan Roja’ya sürekli Kürt olduğu için ırkçılık yapıp zorbalayan çocuklardı.

Üstelik bu çocuklar, İngiltere gibi ırkçılığın olmadığı, birçok milletin yaşadığı bir okulda bile bunun suç olduğunu bilmiyorlardı. Hem de yabancı bir ülkede, bu ülkede ırkçılığa tahammül yokken. Gerçi benim kızım Türkiye’den alışkındı; orada da bu tarz saldırılara maruz kalıyordu.

 

Şimdi düşünüyorum, bu çocukların düşünceleri böyle bir zihniyetin ürünüydü ve bunlar bunun kendilerinde hak olduğunu sanıyorlardı. Hep aynı cümleler. Sosyal medyada unvanları akademisyen olanlardan duyduğumuz klişeler.

Oysa benim çocukluğum bu acılarla geçmişti ama ben kızımı nefretten uzak, barışçıl yetiştirdim; aslında bütün Kürt çocukları gibi, nefretten uzak. Kürtçe öğrendi, kimlik bilinci vardı; ama aynı zamanda bir dünya vatandaşıydı. Saygılı ve evrensel değerlerle büyüdü. Şimdi ise bu baskılarla inanılmaz derecede politik ve isyancı. Anlamıyor, algılayamıyor ve katlanamıyor.

 

Dün: Benim Çocukluğum

 

Ben 6,5 yaşımda Van’da okula başladığımda çok az Türkçe biliyordum. Elime alıp okuma yazma öğrenirken yazdığım harflerin arasında satır boşluğu vermiyormuşum; öğretmen de kontrol sırasında beni uyararak “sıra atla” dedi. Ben bunu anlayamamıştım; acaba oturduğum sıradan mı atlamamı istiyordu diye hayret etmiştim. Sonraları anlatırken hep gülsem de o yaşlarda çok zordu.

Bir gün okula aşı yapmak için bir grup sağlıkçı geldi. Sıra bana gelmişti, aşıdan önce bir hemşire muayene için ağzımı kocaman açıp “Aaaa” dememi istemişti. Sürekli “Ade, Ade” diyip duruyordu. Ben ne istediğini hiç anlamamıştım. “A demeyi bilmiyor musun?” deyip azarlamıştı ve muayene edememişti. Çok utanmıştım yine.

 

Vanın köylerinden birinden aramıza yeni bir öğrenci katılmıştı; öğretmen onu sınıfla tanıştırmak için tahtaya çıkardı. O zaman sınıf mevcudu 55 kişi kadardı. Çocuk, öğretmenin sorduklarına tek kelime cevap vermiyordu. Sağır dilsiz gibiydi. Yaşı biraz büyüktü, anlaşılan geç başlamıştı okula. Başını önünden kaldırmıyordu. Titriyordu. O hali hiç gözümün önünden gitmiyor. Aslında hepimiz biliyorduk çocuğun sorununu.

 

Öğretmen de sonunda çocuğun Türkçe bilmediğini anlamıştı ve bizlerden tercümanlık yapmamızı istemişti. Hiçbirimiz cesaret edememiştik. Hepimiz Kürtçe bilmiyoruz diye adeta yeminler ediyorduk. Oysa sınıfın %80’i Kürt’tü ve doğru düzgün Türkçe bilmiyorduk; geri kalanı tayinle gelen memur çocukları ya da Türkçe öğrenmiş, Kürtçe bilmeyen Kürt çocuklarıydı. İçimizden o gün sadece bir parmak kalkmıştı, tercümanlık için; o da polis çocuğu olduğunu bildiğimiz Murat’tı. Sadece o gün, sokaktan öğrendiği bozuk birkaç satır Kürtçe ile konuştu ve bizi şaşırttı.

 

Sadece biri cesaret edebildi: Murat. Polis çocuğuydu, babasının gücü sayesinde konuşabiliyordu. Babası Kürtçe yasağını uygularken Murat, sokaktaki Kürt çocuklardan öğrendiği birkaç bozuk Kürtçe cümleyi cesurca konuşuyordu. Bizler ise birbirimizi ele vermediğimizi sanıyorduk.

 

Murat’ın babasının o dönemlerde JİTEM diye nam salan ekipten olduğunu düşünüyorduk; çünkü biz özel harekâtçıları o isimle öğrenmiştik. Geceleri sık sık evlerimiz basılırdı, çok korkardık. Tabi JİTEM’in yasadışı olduğunu büyüyünce öğrenecektik. Beyaz ve mavi Torosları hatırlıyoruz; o travmalarla büyüyen bizler, ta o günlerden alaylı hukukçular olduk.

 

Murat cesurca “Öğretmenim, ben sorabilirim” dedi ve bozuk Kürtçesiyle çocuğa “Navê te çiye?” diye sordu. Bizler içten içe aksanına da gülmeyi ihmal etmedik. Biz çocuklar Kürtçe bildiğimiz halde inkâr ediyor, susuyorduk; yemin ediyorduk bilmediğimize dair. O zaman 7 yaşındaydım, şimdi 40 oldu. Encak sorunun kendisi hala olduğu yerde duruyor.


Sonuç ve Umut

Şimdi kızım 14 yaşında, ben hâlâ kendi çocukluğumun travmalarını hatırlıyorum. Oysa benim çocukluğum bu acılarla geçmişti ama ben kızımı nefretten uzak, barışçıl yetiştirdim. Bir nesil daha böyle gitmez, inşallah diyorum. Çünkü uzay çağında, bu ayıpla hangi ülke nasıl gelişir, kim nasıl mutlu olur? Her gün “And içtik, ne mutlu Türküm diyene” tek kelime anlamadan, ama hâlâ kimse mutlu değil. Hâlâ bizler resmi hiçbir yerde kendi dilimizi konuşamıyoruz. Şimdi nasıl olacak, bilmiyoruz.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir