Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı askeri operasyon uluslar arası ilişkilerde beklenilenin ötesinde önemli tartışmalara yol açtı. Her ülke jeo-politik çıkarlarında meydana gelen değişikliklere göre yeniden pozisyon almaya başladı.
Rusya’nın Ukrayna askeri saldırısının NATO’daki yansıması
Moskova’nın askeri hamleleri Avrupa dünyasında yarattığı sarsıcı etkiler NATO’nun jeo-politik ve askeri stratejisinin yeniden tanımlanması gündeme geldi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupa Birliği ile Rusya arasında oluşan fiili denge bozuldu. NATO’ya dahil olmayan ve Sovyetler Birliği’nden bu yana ‘tarafsız’ ya da ‘stratejik’ denge politikasına göre hareket eden İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin politikalarında radikal değişiklikler gündeme geldi. Bunun en somutlaşmış hali bu iki ülkenin NATO’ya üyelik başvurusu yapmış olmalarıdır.
NATO’nun Finlandiya ve İsveç’i üyeliğe kabul edilmeleri, askeri savunma stratejisinin yeniden tanımlanmasını ve askeri gücünün de bu duruma göre yeniden konumlandırılması anlamına geleceği açıktır. Bu nedenle Brüksel’deki NATO bürokrasisi hangi koşullarda olursa olsun bu iki ülkenin NATO üyeliğine alınmasında ısrarlı olduğu gibi ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeler de bu süreci en kısa sürede tamamlamak istiyorlar. Rusya ile en uzun kara sınırına sahip olan Finlandiya ile birlikte İsveç. Norveç, Lentoya, Estonya, Lituanya yani İskandinavya bölgesinin tamamı NATO’nun stratejik askeri gücünün konuşlandırılacağı bir alan haline gelecektir. Bu rekabetin arka planında kutuplarda okyanus derinliklerinde tespit edilen enerji rezervlerinin olduğunu da hatırlatmaktan yarar var. Bu nedenle NATO ile Rusya arasındaki küresel çatışma merkezinin bölgesel alanı değişmeye başladı .
NATO Savunma stratejisi bakımından Ankara’nın azalmaya başlayan jeo-politik konumu
NATO’nun askeri savunma stratejisinde Türkiye’nin önemli bir yeri vardı. Türkiye’nin Sovyetler Birliğiyle kara sınır komşusu olması son derece önemliydi. Bu nedenle Türkiye’nin hemen her yerinde kurulan ve NATO’ya bağlı olan kara, hava ve deniz askeri üsleri, Rusya’ya karşı bir bakıma Batı’yı koruma işlevi koruyordu. Türkiye esasen önleyici savaş gücü olarak NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahipti. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile uluslar arası jeo-politik ilişkiler değişmeye başladı. İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinden Karadeniz’in jeo-stratejik pozisyonu nedeniyle Türkiye’yi halen önemli kılmasına rağmen, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Gürcistan ve Ermenistan bağımsız devletlere dönüşmeleri Rusya’ya olan kara sınırının ortadan kalkması, ‘KÜRECİK’ üssü hariç İncirlik dahil olmak üzere askeri üslerin önemli oranda işlevsizleşmesi, bir çoğunun aşamalı olarak Polonya ve Romanya’ya taşınması, Ankara’nın NATO bakımından rolünün giderek zayıfladığı söylenebilir.
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğinin bloke edilmesi
Özellikle Finlandiya’nın NATO’ya dahil olması, güvenlik stratejisinin yeniden tanımlanacağı açıktır. Ankara, bu durumun farkındadır. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğinin bloke edilmesi çabasının bir yönü; Türkiye’nin stratejik konumunun zayıflaması kaygısının artması ve bir bakıma kendisini pazarlama olanağının ortada kalkmasını söylemek yanlış olmayacaktır. Ankara, bu iki ülkenin NATO üyeliğini hiçbir şekilde engelleyemez. Böyle bir askeri ve politik gücü bulunmuyor. Bunu hem Ankara hem de Brüksel biliyor.
Ankara’nın, iki ülkenin NATO üyeliğini geciktirmeye çalışmasının bir başka nedeni; iç politikada bir avantaj yaratma çabasıdır. Bunun için uluslar arası diplomatik kuralları da aşarak bu iki ülkenin iç politikalarına müdahalede bulunarak, AKP iktidarının ne kadar güçlü ve kararlı olduğu mesajını vermek istiyorlar. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’yi kontrol eden Demokratik Suriye Güçlerinin ‘terörist’ ilan edilmesi talebini gündeme getirilmesi tamamen iç politikaya yönelik bir çıkıştır. Peki, Ankara’nın, Demokratik Suriye Güçlerini ‘terörist’ ilan edilme talebi kabul görür mü? Ne NATO ne de Finlandiya ve İsveç tarafından böyle bir talep kabul görmez.
Ankara’nın Kuzey-Doğu Suriye’ye olası askeri operasyonu
Ankara’nın iki ülkenin NATO üyeliğine onay için Demokratik Suriye Güçlerinin kontrolünde olan Kuzey-Doğu Suriye bölgesine yönelik olası bir operasyona izin verilmesi talebi gündeme geldi. Tıpkı Trump döneminde olduğu gibi belirli bir alanın kontrolü için ABD’nin onay vermesi karşılığında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay verileceği mesajı NATO merkezi Brüksel’e iletildi.
Genelkurmay Başkanlığının operasyon için bütün hazırlığı yaptığı, hatta 4 bölgeye giriş planlarının hazırlandığı iddiası özellikle iktidarın medyasında ayrıntılı olarak anlatılıyor. Yapılan yorumlara göre Menbiç, Kobani, Qamışlı ve Tall Rıfat bölgelerinin 30 km derinliğindeki bölgenin kontrol altına alınacakmış. Öncelikle ‘askeri operasyon planının’ canlı yayın gibi masa başında açıklanması ne kadar ciddi yaklaşıldığının bir göstergesi olanak değerlendirebiliriz.
Birincisi, Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye ile yakından ilgilenemeyeceği ve Türkiye’ye sessiz kalacağı yani fiilen operasyonu kabulleneceği iddiası var. Bu iddia, Rusya’nın Suriye stratejisiyle hiçbir şekilde uyumlu değildir. Suriye, Rusya’nın Ortadoğu ve Akdeniz stratejisi için asla vazgeçilmez bir ülkedir. Bunun Ukrayna savaşıyla kıyaslanması hiçbir şekilde doğru değildir.
İkincisi, ABD’nin de Ankara’nın Kuzey-Doğu Suriye bölgesine girişini kabullenmesi, böylelikle bölgesel stratejisinden vazgeçmesi pek mantıklı görünmüyor. İki ülkenin NATO üyeliğin onaylanması karşılığında Suriye’de kontrol ettiği bölgeleri Ankara’ya bırakılması, ABD’nin stratejik hedeflerini ve planları alt üst eder. Özellikle Biden yönetiminin Erdoğan iktidarıyla arasına açık bir mesafe koyduğu, ABD bütçesinden Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik ambargonun kaldırıldığı, bazı küresel şirketlerin bölgeye yatırım yapma kararı aldığı bir dönemde, böyle bir operasyonun bölgesel istikrarsızlığı derinleştireceği çok açıktır. ABD Dışişleri Bakanlığının ve Pentagon’un yaptığı diplomatik açıklamalar, Ankara’ya verilen bir mesaj olarak değerlendirildi. ABD yönetimi ile yakın bir ilişki kuramayan AKP-MHP iktidarının, bütün uyarılara rağmen böyle bir operasyona girişmesinin politik karşılığı düşünülenden daha ağır olması kimseye sürpriz gelmez.
Üçüncüsü, Ankara’nın Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik çok kapsamlı bir operasyona yönelmesi olasılık olarak reddedilmez ancak oldukça zor görünüyor. ABD’nin ve Rusya’nın kontrol ettikleri bölgelerde ‘uçuşa yasaklı bölge’ kararını almaları, DSG’ye verilen silahların kullanılmasına onay verilmesi, Ankara’nın karadan yürüteceği askeri operasyonun ciddi sorunlarla karşılaşacağı açıktır. Ankara’nın olası bir askeri operasyonunun hedefi daha çok Tall Rıfat bölgesi olması yüksek bir ihtimaldir. Bu bölgenin Afrin-İdlib-El Bab arasında bir alan olması ve ABD’nin askeri kontrolünün dışında kalması nedeniyle operasyon olasılığını arttırıyor.
Dördüncüsü, Türkiye’nin askeri operasyonunun hedefinde Kobani ve Menbiç olması ayrıca dikkat çekicidir. Kobani esasen IŞİD’in ilk stratejik yenilgisinin aldığı ve uluslararası alanda sembolleşen bir bölgedir. Bu nedenle uluslar arası alanda Kobaniye verilen destek en üst düzeye çıkmıştı. Kobani’nin bu defa Türkiye’nin asker güçleri tarafından bir operasyona maruz kalması durumunda uluslararası tepki sadece Ankara’ya değil aynı zamanda AB ve ABD’ye yansıyacaktır. Menbiç’in IŞİD’in elinden alınmasında ABD önemli bir rol oynadı. Hatta bir çok ABD askerileri yaşamlarını yetirdi. Bu nedenle Menbiç yeniden Türkiye’nin desteklediği İslamcı örgütlere tesliminin askeri ve politik mantığı görünmüyor.
Beşincisi, Bugün ABD’nin kontrolünde fiilen ‘Özerk’ olan ve politik-toplumsal istikrarı korunan bir bölge var. ABD’nin kendi stratejisi bakımından önemsediği bu alanın yeniden istikrarsızlaşması ve Türkiye’nin askeri olarak kontrol edeceği bir bölgeye dönüştürülmesinin yaratacağı sorunlar tahmin edilenden çok daha istikrarsızlığa yol açacaktır. Böylelikle güvenli ve istikrarlı olan bölge bütünüyle güvensiz ve istikrarsız bir alana dönüşmesi kaçınılmazdır.
AKP-MHP iktidarı neden böyle bir operasyona ihtiyaç duyuyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün çabasına rağmen iktidarın kontrolünü aşamalı olarak kaybettiği görülüyor. Ekonomik krizin toplumun alt dinamiklerinde çok ciddi olarak etkiliyor. Açıklanan verilere göre açlık sınırının yaklaşık 6 bin TL, yoksulluk sınırının ise yaklaşık 19 bin TL olduğu bir ülkede yaşıyoruz. AKP iktidarının iç politikadaki güç kaybı kesintisizce devam ediyor. Politik gündemi belirleyemiyor. Toplumsal baskının arttırılması ve iktidarını koruyabilmesi için Seçim Yasası dahil çok sayıda yasayı değiştiriyor. İktidarın HDP’yi kapatması için Anayasa Mahkemesi üzerinde oluşturulan baskı, Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezasının Yargıtay tarafından onaylanması, İstanbul ve Ankara’da CHP’li Yerel Yönetimlere yönelik başlatılan operasyonlar, ekonomik göstergelerin gelecek bakımından hiçbir olumlu mesaj içermemesi, AKP’nin iktidarını yönetemez noktaya doğru geldiğini gösteren birkaç işaretten biridir.
İç politikada başarısız kalan AKP, uluslararası ve bölgesel ilişkiler içerisinde belirlenen stratejilerinin önemli bir kısmı çöktü. Kamuoyu araştırmaları iktidarın kaybedileceğini gösteriyor. Bu nedenle toplumu etkileyecek yeni bir plana ihtiyaç duyan AKP iktidarının tek bir şansı kaldı: Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon yaparak toplumun milliyetçi duygularını yeniden harekete geçirmektir. Bu şekilde 6’lı masa merkezli muhalefeti de ‘zorunlu’ olarak yanına almasını sağlayarak en azında bir süre etkisiz kılmak istiyor
Sonuç: AKP-MHP iktidarını kurtarmak için belki de son şans olarak gördüğü Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik olası bir operasyonu yapması, sanıldığı gibi iktidara seçim kazandırmaz tersine kaybettirir. Ülkede ekonomik krizin artık yaşamın her yanını kontrol ettiği ve uluslar arası desteğin en zayıf olduğu/olacağı bir ortamda askeri operasyon ekonomik ve politik çöküşü hızlandıracaktır. İktidarı korumak için yapılan böylesi bir hamle iktidarın çok daha erken kaybedilmesine zemin hazırlayacaktır. Bilinmesi gereken şu; Kuzey-Doğu Suriye’ye olası bir askeri operasyonu sadece AKP iktidarı kaybetmez Türkiye de kaybeder. Bu nedenle Türkiye toplumunun çıkarlarını, muhalefet korkmadan, politik cesaretini toplayarak böylesi bir operasyona karşı çıkmalıdır.