Güncel HaberlerMakaleler

MUSTAFA PEKÖZ: ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR KONUŞMASINDAKİ MESAJLAR


Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2,5 yıllık bir aradan sonra Diyarbakır’a gitti ve yeniden bir kısım mesajlar verdi. Diyarbakır’a gitmenin sıradan bir il ziyareti olmadığı biliniyor. Verilen bir kısım mesajlar, bugünü değil önümüzdeki politik gelişmelerin yönüne belirlemeye yönelik olduğu da çok açıktır. Sorun sadece Kürt seçmenine vermiş olduğu anlık bir gönül alma değil, iktidarın geleceğiyle doğrudan ilişkilidir.   AKP’nin toplumsal dinamiklerini kaybetmeye başladığı ve özellikle Kürt seçmen kitlesinde belirgin bir kopuşun yaşandığı artık gizlenemiyor. Bu nedenle AKP’nin MHP ile kurduğu ortaklık, iktidarı korumaya yetmediği görülüyor.

HDP’nin Kürt seçmen kitlesi içerisindeki gücünü bir yana bırakırsak, DEVA ve Gelecek Partisi, AKP’ye oy veren özellikle Kürt seçmen kitlesi içerisinde önemli bir taban oluşturmaya başladı. AKP kendi iç krizini öncelikli olarak Kürt seçmen kitlesini kaybetmeye başlayarak fiilen yaşıyor. Erdoğan, bunu görüyor zorunlu ve kaçınılmaz olarak Kürtlere yönelik eski söylemlerini yeniden tekrarlayarak dolaylı mesajlar vermeye başladı. Yani gelecekteki iktidarını korumanın tek yolu hem hızla kopmaya başlayan Kürt seçmen kitlesini yeniden kazanmak hem de HDP seçmen kitlesine pozitif mesajlar vermekten geçtiğinin farkındadır. HDP’ye ve AKP’ye oy veren Kürt seçmen kitlesinin ortak özelliği ise MHP ile aralarına açık bir mesafe koymaları ve oy verme eğilimlerinin çok çok düşük olmasıdır. Bu durum en çok AKP’yi zorluyor.

Cumhurbaşkanı Kürt sorunu stratejik değil dönemsel koşullara göre değerlendirdi.

2005: “Türkiye’de bir Kürt sorunu var. Bu benim sorunumdur. Bu sorunu çözmek için baldıran zehri içtim.” 

15 Mart 2015: Şimdi bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok.”

20 Mart 2015:  28 Şubat 2015 tarihinde kamuoyuna açıklanan ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ için  “Böyle bir şeyden benim haberim yok Bu olaya da ben olumlu bakmıyorum.”

11 Ağustos 2015: “Biz çözüm sürecini terörü şımartma süreci olarak düşünmedik. Çözüm süreci şu anda buzdolabındadır.”

8 Ekim 2015: “Ben çözüm süreci kaldırılmıştır demedim, şu aşamada buzdolabına konulmuştur dedim. İşler yoluna giderse, süreç yeniden gündeme gelir.”

29 Mayıs 2016: “Bu ülkede Kürt sorunu yok, terör sorunu var” demiş.

Cumhurbaşkanının bu değerlendirmelerine bakıldığında devlet içerisindeki güç ilişkilerine,  göre kurduğu gizli ve açık ittifaklara göre Kürt sorununu ele aldığını görüyoruz. Dönemsel ilişkilere göre birlikte hareket ettiği veya edeceği güçlerin politik tercihlerine göre kendisini konumlandırıyor. Bu nedenle Kürt sorunun çözümsüzlüğünün merkezinde esasen iktidarın anlık/taktiksel çıkarları bulunuyor. Tek stratejisi iktidarda kalmak ve politik gücünü koruyabilmektir. Öreğin ‘Çözüm Süreci’ döneminde, bugün Erdoğan’ın en aktif savunucusu olan Bahçeli ile ‘milliyetçilik’ kavramı nedeniyle birbirlerine söyledikleri biliniyor.

Uluslararası Çözüm Süreci

Çözüm süreci çok başlı yürütüldü. Önce OSLO görüşmeleri olarak bilinen ve uluslararası güçlerin de devrede olduğu dönem son derece önemliydi. İngiltere, İsveç, AB ve ABD’nin bilgisiyle yürütülen süreç doğrudan PKK-Devlet Heyetleri tarafından yürütülüyordu. Bir bakıma uluslararası güçlerin hakemliğinde heyetler arasında yapılan görüşmelerde ortak protokoller ve kararlar alınıyordu. Öcalan da dolaylı olarak sürece dahil edilmişti. Ancak OSLO sürecinde birlikte onaylanan protokollerin devlet heyeti tarafından hiçbir şekilde yaşama geçirilmedi. Devlet heyeti, uluslararası güçlerin devreden çıkartılarak yüz yüze birlikte bu sorunun çözümünü önerdi. Ne yazık ki bu öneri PKK heyeti tarafından da kabul gördü. Brüksel-Hewler üzerinden yeni bir görüşme süreci başlatıldı ve uluslararası kurumları fiilen devreden çıkartıldı. Kürt hareketi, uluslararası kurumların devrede olduğu ve çözümün de uluslararasılaştığı süreci ne yazık ki yönetemedi. Sürece müdahil olan ve hakem rolü üstlenen uluslararası kurumlar, kendilerinin bilgisi ve onayı dışında yürütülen ve gizlenen görüşmelerin başlatılmasının yanlışlığına dikkat çektiler ve tehlikeli sonuçlar doğuracağına dair   uyarılar yaptılar.

‘Yerli’ Çözüm Süreci

Devlet ile Kürt hareketi arasında başlayan yerli ‘Çözüm Süreci’ toplumda büyük bir beklenti yarattı. İktidar/MİT-İmralı/Kandil/HDP denkleminde yürütülen çalışmalar giderek alenileştirildi. Bu sürecin merkezinde olan Abdullah Öcalan, süreci olgunlaştırmak ve somut adımlar atmak için devlet heyetiyle yaptığı görüşmeleri HDP Heyeti üzerinden Kandil’e aktarmalarını sağladı. Öyle ki Öcalan’ın çağrısı üzerine Kandil’deki PKK yönetimi 34 kişiyi sürece destek sunmak için Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye gönderdi.

Süreç tartışmalı ve provokasyonlar içerisinde yürütülerek sonuçta her iki tarafın üzerinde anlaştığı ‘Dolmabahçe Protokolü’ ile kamuoyuna açıklandı. AKP’li heyette Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Âlâ yer almıştı. HDP Heyetinde ise Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Bayülgen’den oluşuyordu.

AKP-HDP heyeti tarafından açıklanan protokolün içeriği doğrudan Kürtlerin toplumsal-politik taleplerinden çok Türkiye’nin genel demokratik sorunlarını kapsayan bir yol haritasıydı. Kürt sorunun politik çözümünün belki de ilk adımı olarak değerlendirilebilecek bir protokoldü.

Dolmabahçe masasını kim devirdi?

Kamuoyunda özellikle iktidar çevreleri tarafından yoğun bir psikolojik propaganda ile ‘Çözüm Sürecini’ Kürt hareketi tarafından bitirildiği iddiası sürekli gündem de tutuldu. AKP-HDP heyeti tarafından açıklanan ‘Dolmabahçe Protokolü’ için Başbakan Davutoğlu adına açıklama yapan Yalçın Akdoğan şunları belirtmişti: “Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. HDP heyeti dün İmralı’ya giderek görüşme gerçekleştirdi. Biz de Sayın Başbakanımızın başkanlığında çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ele almıştık. Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz.”

Toplumun önemi bir kesimi tarafından olumlu bir adım olarak görülen ‘Dolmabahçe Protokolü’nü kabul etmediğini ve kendisinin bilgisi dışında atılan bir adım olduğunu iddia ederek reddetti.  Böylelikle devletin içindeki güç dengelerinde yeni ittifak arayışına yönelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Dolmabahçe Protokol Masasını’ devirdi. Yani cumhurbaşkanının ‘süreci başlatan biziz ama bitiren taraf olmadık’ iddiası gerçekçi değil.

Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da kime nasıl bir mesaj verdi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’da şunları söyledi; Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız.Bu mesajın birincisi adresi MHP’dir. Erdoğan, Bahçeli’ye ‘benim Kürt seçmenin oyuna zorunlu olarak ihtiyacım var. Kürtlerin oyunu almadan seçimi kazanmam mümkün değil.’ MHP’nin oyu %6-9 arasında, HDP’nin oyu ise % 11-14 arasında değişiyor. Kamuoyu araştırmalarından AKP’ye oy veren Kürt seçmen kitlesinden %6-8 oranında bir kopuş var. Bunun çok daha fazla artacağı görülüyor. Bu nedenle MHP ile kurulan ittifak AKP’nin iktidarı korumasına yetmeyeceği ve özellikle Kürt seçmen kitlesinin oyu olmadan cumhurbaşkanlığının kazanılmasının mümkün olmadığını görüyor. Bu nedenle Bahçeli’ye ‘2005’te ne demişsek dünde yarında aynı yerde olacağız’ açıklamasına karşı sessiz kalması uyarısını yaptı.  Mesajın ikincisi adresi HDP’dir. Erdoğan çok açık bir şekilde HDP’nin bugüne değin izlediği politikalar nedeniyle hedef aldı ve suçladı. Böylelikle eğer olası bir süreç başlarsa HDP’nin izlediği bu politikayla sürecin dışında kalması gerektiği uyarısını yapıyor.   Dahası HDP’nin iktidara muhalif olan politikalarını değiştirmesini ve AKP ile açık bir ilişkiye yönelmesi için adım atması gerektiğini belirtiyor.

Diyarbakır açıklamasının politik arka planı var mı?

Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamanın arka planı var. Sürece ilişkin bir kısım görüşmelerin yapıldığına dair birçok tahmini bilgiden bahsetmek mümkün. Burada iki noktaya dikkat çekelim. Birincisi PKK Yöneticilerinden Murat Karayılan’ın yaptığı bir açıklamada şunu söyledi: ‘Erdoğan tarafından bazı dostlarımız aracılığıyla bize, Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakma önerisi geldi.’ Bu açıklama son derece önemlidir. Öncelikli olarak Erdoğan/AKP ile ilişkisi olabilecek ama Kandil’in ‘DOSTU’ olan kim olabilir?

 Irak Kürt Bölge Yönetimiyle ile PKK arasındaki sorunlara bakıldığında Mesut Barzani ve hükümetten biri olma olasılığı zor görünüyor. Bugünkü politik dengeler içerisinde Türkiye’de her iki taraftan kabul gören ve bilgi gönderilebilecek kadar güvenilebilen birileri olabilir mi?  Bu durum tamamen reddedilmez ama zayıf bir olasılık. Peki, bölgede yeni bir politik strateji oluşturmayı hedefleyen ABD, Mazlum Kobani üzerinden Erdoğan’ın bu önerisini Kandil’e ya da Karayılan’a iletmiş olabilir mi? Ya da geçmişten beri Kandil ile iletişim halinde olan Hakan Fidan olabilir mi? Bu olasılıkların hepsi mümkün. Bunları bir yana bırakırsak iki tarafın güvendiği kişinin kim olduğunu bilemeyiz ama  böyle bir ilişki ağının kurulduğu anlaşılıyor.

 İkincisi ise Erdoğan’ın Diyarbakır’a gitmeden kısa bir süre önce MİT Başkanı Hakan Fidan’ın İmralı’ya giderek Öcalan ile -hatta iki kez- görüşmesi olasılığının dahası iddiasının konuşulmaya başlanmasıdır.  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘biz 2005 yılında ne demişsek bugün de aynı noktadayız’ açıklamasının İmralı ile yapılan görüşmelerle ilişkili olması da sürpriz sayılmamalıdır. Böylelikle Erdoğan’ın MİT üzerinden sorunu doğrudan muhataplarıyla konuşarak ilerlemek istediği söylenebilir.

Özet: Geçmiş deneylerden yola çıkarak sorunu çözmek veya olgunlaştırmak amacıyla ilk aşamada ‘dar’ alanda bir kısım görüşmelerin yapılması mümkün. Ancak, sorunun toplumsallığı ve politik boyutları dikkate alındığında sorunun çözüm merkezinin netleştirilmesi ve kamuoyuna açıklanması gerekir. Bu nedenle HDP tarafından da açıklandığı gibi ‘sorunun çözümü ve karşılıklı güvenin yeniden tesisi’ için AKP iktidarı, ‘Dolmabahçe Protokolü’nü esas alarak ilk adımı atabilir.

MHP’nin belirlediği strateji ekseninde Kürtlerin tasfiye politikasından vazgeçilmesi, Gergerlioğlu’nun serbest bırakılması gibi HDP’nin kapatılması davasının reddedilmesi, Kobani davasının kapatılması, Demirtaş’ın ve belediye başkanlarının serbest bırakılarak görevlerinin iade edilmesi gibi somut denetlenebilir adımlar atılarak güven yenilenmesi sağlanabilir. Sürecin HDP’nin dışında yürütülmesinin bir sakıncası yok. Ancak sorunun parlamentoya taşınması ve politik-toplumsal talepler ekseninde Anayasal düzeyde tartışılarak somut bir planlanmaya bağlanması ve ortak bir protokolün hazırlanması durumunda HDP’ye çok önemli bir rol düşüyor ve hiçbir şekilde sürecin dışında kalmamalıdır.

AKP gerçekten yeni formatta bir çözüm süreci başlatır mı? Geçmişten farklı olarak böyle bir politik stratejiyi başlatma kararlılığını gösterir mi? Evet demek zor ama politik rekabet ve güç ilişkileri çerçevesinde olasılık olarak reddedilemez. Ayrıca HDP merkezli Kürtlerle ittifak kurmaktan korkan ‘Millet İttifakı’ da ne yapacağına karar vermelidir. Kürtler olmadan kimse denklemi değiştiremez. Merkez güç Kürtlerdir. Kim sorunu doğru bir politikayla çözmek ister ve Kürtlerin politik temsilcileriyle koşulsuz masaya oturursa, Kürtler onlarla görüşür. Bunun AKP ya da CHP olması fark etmez. Önemli olan çözüm konusundaki politik irade ve samimiyettir.

HDP’nin AKP ile görüşme olasılığına karşı çıkanlar şunu diyorlar: ‘Mesele sadece Kürt sorunu değil Türkiye’nin demokratikleşmesidir.’ Onların da anlamadığı şu: Bu topraklarda Kürt ve Alevlerin talepleri bütünüyle karşılanmadan demokratikleşme olmaz. Demokratik değerlerin egemen olması bu iki sorunun çözümüyle doğrudan ilişkilidir. 

Kim çözmek istiyorsa, anayasal programını çok açık olarak ortaya koysun. Örneğin ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemini’ savunanlar, Kürtlerin politik-toplumsal taleplerini nasıl ele alınıyor? Bilen var mı? Yok.

Bu nedenle Kürt politik temsilcilerin kiminle görüşüp görüşmeyeceği üzerine fikir jimnastiği yapmaktan bir sakınca yok ama somut planlama ve önerilerin de ortaya koymadan Kürt politik temsilcilerini eleştirmenin bir mantığı da yok.

 

MUSTAFA PEKÖZ: ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR KONUŞMASINDAKİ MESAJLAR” üzerine bir yorum

  1. Devleti yönetenlet yani hükmeden, hükümetler
    ne zaman laik olur,Dini argumandan vaz geçer,işlerine geldiği gibi ırkcı davranışlarından vaz gecerlerse.Oy için degil vatana hizmet eden ahlakta olurlarsa bu ülkede ne kürt, ne alevi sorunu yaşanmaz bunun içinde dışarıda eğitim almış emperyalizmin kölesi olmuşları devletten, basından temizliyemediğimiz sürece ( içimizdeki dönmeler dahil) ne kürt sorunu biter, nede din sorunu bittirtirler, sizlerde hep
    Aynı plağı çalar durusunuz.Her bir sözcükten yazı yazar durursunuz..
    O yüzden GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü anlamayanlar ve uygulamayanlar hep göz yaşı, hep acılar içinde kalır onun, bunun eline bakar kurtar bizi
    Amerika, Avrupa diye diye modern köle olma yolunda yaşar giderler..
    Tüm yük siz gazetecilerin net ve doğru gazetecilik yapmakta geçer,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir