AnalizGüncel Haberler

KÜRESAM ANALİZ- ORTADOĞU’NUN KRİZ MERKEZİ: İSRAİL


İsrail mahkemesinin Kudüs’ün bir mahallesinden oturan Filistinlilerin bölgede tahliyesine karar vermesinden sonra kriz Filistin-İsrail çatışması yeniden şiddetlendi. İçinde çocuklarında olduğu onlarca insan yaşamını yetirdi. Saldırılar halen devam ediyor. Saldırılarda HAMAS’ın çok sayıda üst düzey komutanı yaşamını yetirdi. Ancak sorunun oldukça derin ve kapsamlı olduğunu biliyoruz. İsrail’de güvenlik her şeyin üstündedir. İsrail’e yönelik en küçük bir saldırıya en ağır şiddetle cevap vermeyi bir askeri strateji olarak benimsenmiştir. Bugünkü saldırılar da aynı mantık içerisinde yapılıyor.

İsrail Devletinin Kuruluşu

Yahudilerin geçmiş tarihsel ve toplumsal yaşamları çok daha derin ve karmaşıktır. Bu bakımdan İsraillerin bugünkü durumunu kavramının yolu İsrail devletinin kuruluş sürecini bilmekten geçer.  İsrail kelimesi daha çok ulusal, Yahudilik ise daha çok dinsel bir kavram olarak kullanılır.  Ancak İsrailliler özellikle Yahudi kavramını ulusal bir terim olarak ön plana çıkartmaya önem verirler. Bu tercih çok bilinçli bir politika olup ulusal ve dinsel olguyu bütünleştirme amacına dayanmaktadır.

Yüz yılardır değişik bölgelerde sürgün olarak yaşayan Yahudiler, ikinci dünya savaşından sonra devlet arayışına yöneldiler, Hitler Faşizmi tarafından milyonlarca Yahudi’nin gaz odalarında katledilmesiyle uluslararası alanda, Yahudilerin devletleşmesi arayışlarına nesnel bir zemin hazırladı denebilir. Ancak Yahudilerin devletleşme arayışları 1820’li yıllara dayanır. Dünyanın değişik bölgelerinden faaliyet yürüten Yahudi kuruluşları, devletleşmek için yoğun bir lobi faaliyeti yürüttüler. Özellikle İngiltere’de, Amerika’da nispeten Fransa’da ve Rusya’da etkili oldular denebilir. Dönemsel olarak dünya kapitalist sisteminin merkezi olan Londra’da İsrail devletinin kurulmasının alt yapısı oluşturuldu. Örneğin Londra hükümeti 1848 yılında yayınladığı bir genelgeyle bugünkü Filistin topraklarında bulunan konsolosluklarını Yahudilere bıraktığını ilan etti. İngiltere’nin bu kararı, İsrail devletinin temellerinin atılması anlamına geliyordu.

Uluslararası Yahudi lobisi, İngiltere’nin desteğinden sonra Rusya’ya yöneldi ve amacı daha çok tarımla uğraşan Yahudilerin bugünkü İsrail’e getirilmesini sağlamaktı.  1870’de Çarlık Rusya’sı ile yapılan görüşmeler sonucu, Rusya’daki Yahudilerin bir kısmı Avrupa’ya göç etti, Bir kısmı da Filistin’e getirttirilerek tarımsal yerleşim merkezlerinin kurulmasında önemli bir rol üstlendiler.1870-96 yılları arasında İsrail’de kurulan on yedi tarım kolonisi aynı zamanda İsrail devletinin ilk temellerinin atılması olarak tarihe geçti.

İngiltere, Ortadoğu’nun gelecekte artacak olan rolünü çok iyi gördü ve buna uygun politikalar geliştirdi. Londra hükümeti. Yahudilerin Ortadoğu’da bir güç olmasını sağlayan bir kısım politik kararlar alarak uygulamaya koydu.  I. Dünya Savaşından hemen sonra, Kasım 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour‘un önerisiyle  Balfour Deklarasyonu  Milletler Cemiyeti’nin gündemine alındı ve 1920 yılında, Filistin üzerindeki İngiliz mandası tanındı. Bunun bir başka anlamı, İngiltere’nin himayesinde Yahudilerin siyasal haklarının uluslararası güvenceye alınmasıydı.

Filistin toprakları üzerinde sadece tarımsal koloniler kurmakla kalmayan Yahudiler, aynı zamanda Sion’a bağlı Askeri Yahudi Teşkilatını kurdular. Filistin topraklarında çok yönlü şiddet eylemlerine başvuruldu ve  Filistinlilere yönelik saldırılarda ciddi artışlar oldu. Buna paralel olarak Kudüs Müftsü de, Almanya’yı ziyaret ederek, Alman faşistleriyle Yahudilere karşı ortak hareket etme kararı aldı.  İngiltere-Yahudi ittifakına karşı fiilen Almanya-İslam ittifakı oluştu.

İkinci Dünya savaşından sonra Kasım 1947 yılında Birleşmiş Milletler, Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi ve Kudüs’e de BM denetiminde uluslararası bir bölge statüsü verildi. Yahudiler için ilk uluslararası resmi karar olarak tarihe geçti ve Yahudi kuruluşları tarafından kabul gördü. Ancak, bu karar Araplar tarafından reddedildi ve İsrail-Filistin Savaşı başladı.

14 Mayıs 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından İsrail Devleti ilan edildi ve tanındı. BM kararını kabul etmeyen, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak, bir gün sonra İsrail’e karşı savaş kararı aldılar. Daha sonra, BM gözetiminde, İsrail ile söz konusu beş Arap devleti arasında yapılan anlaşma sonucu; sahil şeridi, Celile ve tüm Necef İsrail’e, Yehuda ve Samiriye (Batı Şeria) Ürdün’e, Gazze Mısır yönetimine ve Kudüs‘ün ise Eski Şehir’in de dahil olduğu doğu kısmı Ürdün’e, batısı da İsrail’e bırakıldı. Bir başka ifadeyle, Filistin esasen İsrail, Mısır ve Ürdün tarafından işgal edilerek paylaşıldı.

Haziran 1967’de başlayan ve tarihe ‘Altı Gün Savaşı’ olarak geçen üçüncü Arap-İsrail savaşı İsrail ile komşuları   MısırÜrdün ve Suriye arasında başladı. Savaş Arap ittifakı olarak görüldüğünden IrakSuudi ArabistanSudanTunusFas ve Cezayir de asker ve silah yardımı yaptılar. Ancak Araplar bu savaşta yenildi. İsrail, savaşın sonunda Mısır’dan Sina Yarımadası‘nı, Suriye’den Golan Tepeleri‘ni ve Filistin’in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştı. Savaş sonrasında Sina Yarımadası’ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştı. Bugün halen Filistin topraklarının çok önemli bir kısmı İsrail’in denetiminde olmakla birlikte, Ürdün devletinin üzerinde kurulduğu topraklar da esasen Filistin topraklarıdır. Böylelikle söz konusu savaş Filistin topraklarının özgürleştirilmesi için olmayıp, tersine topraklarının İsrail, Ürdün ve Mısır tarafından ilhak edilmesine gerekçe oluşturulmasıydı.

İsrail’in Jeopolitik Geleceği

İsrail kuruluşundan beri sadece Ortadoğu’da değil aynı zamanda uluslararası ilişkilerde etkin bir devlet olarak ön plana çıkar. Küresel güç ilişkilerini belirlemede önemli oranda etkili olan İsrail’in başta Amerika, İngiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkelerle ilişkileri son derece gelişkindir. Dünya’ya hesap vermeyen, belki de hesap sorma hakkını kendisinden gören İsrail, bölgesel politik krizlerin merkezinde durmayı bir tercih haline getirmiş bulunuyor.

İsrail Devleti, Orta Doğu‘da Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği noktalardan biri olması nedeniyle stratejik bir önemi bulunuyor. Coğrafik olarak Asya kıtasına dahil olmakla birlikte, Ortadoğu devletleriyle yaşadığı sorunlar nedeniyle jeopolitik olarak Avrupa kıtası içerisinde görülür. İsrail’in Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneyinde ise Mısır ve Kızıldeniz ile çevrilidir. İsrail’in Akdeniz ve Kızıldeniz bölgesini kontrol etmesi hem askeri hem de jeostratejik bakımdan son derece önemlidir.

Önemli bir kısmını işgal ettiği ve bu nedenle halen tartışmalı olan İsrail toprakları, 470 km uzunluğunda ve genişliği yaklaşık olarak 135 km’dir. İşgal ettiği bölgeler dâhil olmak üzere yüzölçümü 27.817 km²’dir.  Yaklaşık 8,5 milyon nüfusu olan İsrail’in %75’i Yahudi, %20’si  Arap ve %5 diğer etnik gruplardan oluşuyor. Yahudi nüfusunun %73’ü İsrail doğumludur, %18,4’ü Avrupa ve Amerika’dan ve %8,6’lık kısım da Asya ve Ortadoğu bölgesinden gelen Yahudilerden oluşuyor.  Bugün dünya genelinde yaklaşık olarak 18 milyon Yahudi bulunuyor ve bunların ancak %44’ü bugünkü İsrail’de yaşıyor.

İsrail’de  İbranice ve Arapça  resmi diller olarak kullanılır. Eğitim hayatının 15 yıl olduğu İsrail’de Araplar için ana dilde eğitim hakkı anayasal güvenceye alınmıştır. İslam dinin öğretilmesi ve Arapça eğitiminin yapılması nedeniyle, Arap kökenli öğrenciler, Arap okullarına gitmeyi tercih etmektedirler. 

İsrail’e gelen gönüllü Yahudi göçmenlerinde Rusya ve Fransa ön plana çıkmaktadır. 1990-1994 yılları arasında 1 milyondan fazla dili Rusça olan Yahudi, İsrail’e göç etti. 2004 yılında kadar yaklaşık olarak 700 bin Yahudi, Fransa’dan İsrail’e göç etti. Bu nedenle Rusça ve Fransızca resmi dil olmamakla günlük yaşamda en çok kullanılan diller arasındadır. Ayrıca İngilizce hem okullarda hem de günlük yaşamda çok yaygın olarak kullanılmaktadır.

İsrail’in Ekonomik ve Askeri Durumu

İsrail’in 2019 yılındaki GSYİH 363,4 milyar dolar olup kişi başına düşen milli gelir ise yaklaşık olarak 42,3 bin dolardır.  İsrail, ileri teknoloji üretiminde dünyanın önden gelen birkaç ülkesinden birisidir.  Örneğin Intel, IBM, Motorola, Google gibi usular üstü tekellerin İsrail’de Ar-Ge gibi araştırma ve geliştirme merkezleri bulunuyor. Özellikle askeri teknolojilerde son derece gelişmiş olup silah satışlarında dünyanın önden gelen devletlerinden biridir. Ayrıca tarım, sanayi, ilaç, elmas işlemeciliği ve turizme alanında önemli bir ekonomik güçtür. Küreselleşmenin tarımsal ayağını oluşturan ve teknolojiye dayanan tahıl tohum üretim pazarını elinde tutan İsrail, bir dünya tekelidir.

Ülkenin nüfus yoğunluğuna göre silahlanma düzeyi dikkate alındığında, İsrail’in askeri saldırganlığı çok daha net anlaşılır bir durumdur. Toplam asker sayısı 168.000, zırhlı araçlar sayısı 9.800, savaş uçakları 400, helikopter 180, savaş gemileri sayısı 32’dir.[1] İsrail’in asker sayısı yedeklerle birlikte her an 500 bine ulaşmaktadır. Silahlı güç oranı ile ülke nüfusu ve yüzölçümü karşılaştırıldığında, yüksek düzeyde silahlanan askerileştirilmiş bir toplum yaratılmaya çalışıldığı çok daha net olarak görülmektedir.  İsrail’in elinde 120 adet nükleer silah olduğu iddia ediliyor. “İsrail’in elinde 500 km. menzilli Jerico 1, 1500-3000 km. menzilli Jerico 2 ve 1300 km. menzilli Jerico 3 füzeleri olduğu bilinmektedir. Jerico 3’ün menzilinin 4800 km ulaştığı ve buna ek olarak uydu fırlatmaya uygun 7500 km menzilli ve 250 kg taşıma kapasiteli SHAVİT nükleer füzeler bulunmaktadır.”[2]  Askerileşen  bir devlet yapısının oluşturulması ve güvenliğinin silahlanmaya göre şekillendirilmesi, İsrail’in güvenlik stratejisinin en önemli yanını oluşturmaktadır. 

Üç Simavi Din İçin Mescid-i Aksa

İsrail’in Başkenti olarak dünyaya ilan ettiği ve çatışma merkezi haline gelen Kudüs; üç semavi din için de kutsaldır. Kudüs, Yahudiler kadar Müslümanlar ve Hıristiyanlar için oldukça önemlidir. Batı Duvarı, Tapınak Dağı, Mescid-i Aksa Cami ve Kutsal Mezar Kilisesi İsrail’deki Müslüman ve Hıristiyan kesimler için de kutsal sayılan yerlerdir. Bu bakımdan üç semavi dini için manevi ve dinsel bir özelliğe sahip olan Kudüs üzerinde İsrail’in tek taraflı hak iddia etmesi hem bölge genelinde hem de İsrail içerisinde politik ve toplumsal çatışmalara yol açmaktadır. İsrail’in Birleşmiş Milletlerin kararlarına rağmen nüfus yerleştirme planıyla kontrol altına aldığı ve başkent olarak ilan ettiği Kudüs’ün bugünkü nüfus 800 bin civarındadır.

Bölgesel Devletler Filistin Sorunun Çözümünü İstemiyor

İsrail-Arap anlaşmazlığının merkezine oturan Filistin sorununun çözümünü hiçbir bölgesel güç istemiyor. Filistin sorunu, Arap sokaklarında toplumsal dinamikleri kullanmanın bir aracı haline getirilmiş durumda. Özellikle bölgesel ilişkilerde İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi öncelikli olarak ön plana çıkartılır. Ürdün denen yapay devletin tamamen Filistin’in işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulduğu, toprakların bir kısmının Mısır sınırları içerisinde bulunduğu için Arap dünyasında hiçbir şekilde stratejik bir çözüm istenmez. Filistin sorunun bölgesel bir boyut taşımasının nedeni, topraklarının İsrail, Mısır, Ürdün tarafından işgal edilmiş olmasıdır. Bu üç devlet arasında, Filistin sorununu nedeniyle esasen stratejik bir ittifak bulunuyor. Bu nedenle İsrail-Mısır, Ürdün-İsrail arasındaki anlaşmaların politik arka planı üçünün de işgalci güç olmasıdır. S. Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin Filistin politikası esasen, kendi iç toplumsal dinamiklerini korumaya yöneliktir. Böylelikle Arap halklarının Filistin topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesine karşı duyduğu öfke, iç politikada bir istikrar aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bunun en somut örneklerinden biri Hafız Esad’ın izlemiş olduğu politikaydı. Filistin meselesi, Suriye’nin son derece kırılgan olan iç politik dengelerinde bir istikrar sağladı. İlginçtir 1975 yılında başlayan ve 1982 yılında Lübnan’ın işgaliyle tamamlanan İsrail saldırısında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Beyrut’ta İsrail ordusu tarafından kuşatılmasına, Arap dünyasından çok ciddi karşı bir askeri tepki gelmedi. FKÖ’nün Lübnan’da kuşatılması esasen, FKÖ’nün askeri tasfiyesini sağlayan ve politik olarak doğrudan uzlaşıcı bir çizgiye oturmasına sağlayan stratejik bir hamleydi.  

İsrail, Mısır ve Ürdün’ün kendisiyle aynı kaderi paylaştığının bilincindedir. Körfez ülkelerinin de Filistin sorunun politik çözümünden yana olmadığı biliniyor. Bu nedenle İsrail, Ortadoğu’da askeri ve toplumsal bir kaosun süreklileşmiş olmasını bölgesel politikalarında önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Filistin topraklarına yönelik süreklileşen saldırılar, Arap devletlerinde çok ciddi bir tepki gelmemiş olması, İsrail ile aynı stratejik çıkarlara sahip olmalarıdır.

Erzurum’um ilinin yüzölçümü 25 bin km2 civarındadır. İsrail’in ise 22 bin km2 civarındadır. Yani Erzurum’dan küçük olan İsrail, uluslararası alanda politik stratejileri belirlemede etkili olan bir ülkedir. İsrail varlığını devam ettirebilmesini askeri olarak güçlü olma stratejisine bağlamıştır. Bu nedenle askeri gücü açısından dünyanın sayılı birkaç ülkesinden biridir. Birleşmiş Milletlerin nükleer silahlarının varlığını denetleyemediği tek ülke İsrail’dir.  

ABD’nin İsrail-Filistin Politikası

Uluslararası küresel şirketlerin önemli bir kısmı Yahudi kökenli olmakla birlikte, çıkar ve güç ilişkileri nedeniyle İsrail’in kriz yaratan ülke pozisyonunu terk etmesi için önemli bir baskı oluşturmaya başladılar. ABD’deki Yahudi kuruluşlarının bu yöndeki çağrıları ve telkinlerine paralel yeni ABD yönetimleri İsrail’in Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmasından duyduğu rahatsızlıklarını diplomatik kanallarla sıklıkla dile getirirler. Bazı ABD başkanlarının kişisel tercihleri dışında ABD Dış Politikası, İsrail’in 1976 sınırlarına çekilmesi ve iki devletli sistemin kurulması üzerine kuruludur. ABD, İsrail’in bölgenin ‘yaramaz, uslanmaz’ çocuğu rolünü bırakmasını istiyor. Hatta bugüne kadar izlenen politikaların İsrail’in güvenliğine yönelik ciddi tehditler oluşturduğu sık sık vurgulanıyor.

 Ortadoğu istikrarının herkes için gerekli olduğu mesajını vermeye başlayan Biden yönetimi, İsrail’in bölgesel politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini belirtiyor. Bu nedenle ortaya çıkan yeni politik duruma İsrail’in uyum sağlaması artık kaçınılmazdır. ABD yönetiminin akıl hocalarından ve aynı zamanda Yahudi kökenli olan Brzenzski; “Ortadoğu’da İsrail-Filistin sorunu çözümlenmeden İsrail’in güvenliğini sağlamak mümkün değildir. Askeri tedbirlerle bu sorun çözümlenemez” tespiti, bugünkü politik gelişmelerin arka planını oluşturmaktadır.

Ortadoğu’nun enerji yatakları küresel sermaye bakımından son derece stratejiktir. Bu kaynakların kullanılması küresel güçlerin geleceği bakımından önemlidir. Bu nedenle Ortadoğu’nun küresel sisteme dahil edilmesinin ön koşulu bölgesel politik istikrarın sağlanmasıdır. Bunun iki temel unsuru biliniyor: Kürtlerin ve Filistinlilerin politik sorunlarının mutlak olarak çözülmesidir. Bu iki sorun çözülmeden bölgesel politik istikrarın sağlanması ve enerji yataklarının denetiminin süreklileştirilmesi oldukça zordur. Küresel güçler bu realiteyi bildikleri için Filistin sorunun çözümü için İsrail üzerinde baskılarını arttırmaktadırlar.

Z. Brzezinski İsrail-Filistin sorunu değerlendirirken, ABD’nin amacının ne olduğunu çok açık belirtiyor: “İsrail için tanınma ve güvenlik arayışındayız ve yaşayabilir, bağımsız bir Filistin’i destekliyoruz. Ancak barış, karşı gelerek gözdağı vermeye çalışan, kirlenmeyi tolere eden ve bundan çıkar sağlayan ve terörist gruplarla bağlantılarını sürdüren Filistinli liderler­le sağlanamaz. Kalıcı bir barış için olabilecek en iyi beklenti gerçek demokrasidir. Ve gerçek bir Filistin demokrasisi terörün aslında Fi­listin halkı için bir tehlike olduğunu anlayabilen ve ondan kurtul­mak için hazır olan liderler gerektirir. İsrail de Filistin halkının çek­tiği sıkıntıları azaltmak ve çift uluslu çözümün uzun süreli uygu­lanabilirliğini zor duruma sokacak hareketlerden kaçınmalıdır.”[3]   Trump, İsrail-Filistin dengesine önemli oranda İsrail lehine bozdu. Hatta Filistin’e yapılan yardımları tamamen kesti ve Filistin ile diplomatik ilişkileri minimum düzeye indirdi. Kudüs’ün İsrail Başkenti olarak tanıyan ve ABD Büyükelçiliğini buraya taşıyan Trump birçok ülkeyi de ikna etti. Biden ise yeniden ABD’nin geleneksel çizgisine dönüş yaptı. Ancak bilinmesi gereken önemli bir nokta da şudur: ABD Başkanlarının politikalarında bir kısım farklılıklar olsa da  ABD’nin güvenlik stratejisinde İsrail ilk sırada yer alır ve bunu hiçbir başkan değiştiremez.

Filistinliler Arasında Bölünme

Filistinliler arasında meydana gelen bölünme İsrail’e önemli avantajlar yaratıyor. Bu nedenle Filistin’de fiili iki devletli bir yapı aşılmadan uluslararası alanda etkin bir güç olması oldukça zordur. Filistinli politik gruplar arasında ‘ulusal’ anlaşmanın sağlandığı süreçte Bin-Ladin’in öldürülmesi, aynı zamanda HAMAS yöneticilerine bir uyarı niteliği taşıyordu. İsrail, ABD ve AB ülkeleri tarafından ‘terörist’ olarak görülen Hamas’ın küresel sisteme dâhil edilmeden Filistinlilerin kendi iç politik sorunlarının çözümü son derece önemli olduğu bir kez daha görüldü.  Filistinliler arasında ‘ulusal’ uzlaşının sağlanmasıyla ‘Bağımsız Filistin Devleti’nin ilanının Birleşmiş Milletlerin gündemine gelmesi aynı zamanda Ortadoğu’nun politik dengeleri bakımından yeni bir sürecin başlangıcı olacaktır. Bugünkü saldırının merkezinde HAMAS’ın bulunması ve üst düzey askeri komutanlarının tasfiye edilmesi, uluslar arası alanda tanınan Abbas Filistin yönetiminin etkinlik alanını arttırmaya yönelik olduğu açıktır. Böylelikle önümüzdeki süreçte HAMAS’ın politik etki alanının hızla zayıflatılarak İsrail yönetimini tanınması sağlanması sağlanacaktır.

İsrail Yönetimleri Nazi Faşistleriyle İlişki Kurdu

İsrail nükleer silah programını İngiltere’nin ve ABD’nin ‘gizli’ onayı ile bir zamanlar ırkçı-faşist bir iktidara sahip olan Güney Afrika yönetiminin desteğinde geliştirmiş olması da tepki duyulan başka bir noktadır. Güney Afrika’nın Nazi yanlısı olarak bilinen ve aynı zamanda Yahudi katliamlarında rolü olduğu iddia edilen Alman kökenli eski başbakanlardan Vorster, 1976 yılında İsrail’i ziyaret ettiğinde, nükleer silah geliştirme programı üzerine işbirliği yapma kararı aldılar.  O dönem savunma bakanı olan Şimon Peres, Vorster’in eski Nazi yanlısı biri olmasının hatırlatılması üzerine “Ben asla geriye bakmam. Geçmişi değiştiremeyeceğime göre, niçin kafa yorayım…”[4] İsrail’e yön veren perspektif budur. İsrail’in bir Nazi ‘düşmanlığı’ söz konusu değildir. Tersine, dünyadaki bütün faşist güçlerle doğrudan ilişkilere sahiptir.  İsrail, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülkeye silah ihracatı yaptığı gibi, ilgili ülkelerin askeri alt yapısının oluşturulmasından eğitime kadar birçok ülke ile çok ciddi ilişkilerde bulunmaktadır.

Türkiye’nin İsrail Politikası

Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik-politik ilişkiler stratejiktir. Her iki devletin başkentlerinde özellikle kamuoyunda yaptıkları açıklamaların hiçbiri pratikte önem arz etmiyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir dönem ‘One Minute’ ya da ‘Katil İsrail’ gibi açıklamalar tamamen iç politikaya yönelik oldu.  Türkiye’nin İsrail politik stratejisinde hiçbir değişikliğe yol açmadı. Ankara’nın Filistin meselesinde aktif bir politikaya sahip olduğu izlenimi veriyor ama pratik politikada bunun ciddi bir etkisi görülmüyor. Örneğin İsrail’e karşı en azında Ortadoğu ülkelerinde ortak politik bir tutum alabilmesi için bir adım atmadı. İsrail ile ekonomik ilişkiler kesintisizce artarak devam ediyor. Erdoğan, İsrail’i ziyaret ettiğinde Kudüs’te karşılandı ve kendisine ‘İsrail’in Başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” denildiğinde en küçük bir reaksiyon veya tepki göstermedi.

Filistinlilerin Kudüs mahallelerinde ‘zorla’ çıkartılması için alınan mahkeme kararının uygulanması nedeniyle başlayan çatışma İsrail-Filistin arasındaki bütün bölgelerine yayıldı. Arap Birliği olağan üstü toplantıya çağrıldı. Kahire arabulucu olarak devreye girdi. Ancak Ankara profil düzeyi düşük diplomatik çıkışlar yapıyor. Buna sessizlik içinde gelişmeleri izlemek dışında somut bir adım atmayacak diyebiliriz. İktidarın İsrail ile ilişkileri germek istemediği anlaşılıyor. Türkiye’nin İsrail ile derin ekonomik ilişkileri bulunuyor ve hatta ekonomik ilişkiler bağlamında İsrail’in ayrıcalıklı bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Filistin meselesi nedeniyle ekonomik ambargo gibi bir fikir, iktidarın hiçbir zaman başvurmayacağı/vuramayacağı bir yöntemdir. Bu nedenle Filistin davasına bağlılık kavramının stratejik bir karşılığı olmadığı görülüyor. Diğer Arap devletleri gibi sadece iç politikaya yönelik yapılan manevralardan biridir.

Filistin’in Haklarını Savunan Kürtler, Kürtleri Yok Sayan Filistin Yönetimi

Kudüs’teki çatışma sadece İsrail-Filistin dengesini etkilemiyor aynı zamanda Ortadoğu’da oluşan İsrail-Arap devletleri dengesi yeniden olumsuz yönden etkilenmesi sürpriz olmaz. Ortadoğu dünyasının sokaklarında yeniden protestoların gündeme gelebilir ve bu durum devletler üzerinde ciddi bir toplumsal baskı oluşturabilir.  İki devletli çözüm, politik sorunların aşılmasını ve bölgesel istikrarı sağlar.

Filistin yöneticilerinin uluslararası alanda Filisin meselesinin savunulması için çağrılar yaparken, tarihsel ve politik durumları Filistinlilerden daha ağır olan Kürtler için ses çıkartmamaları hatta Irak, Suriye, İran ve Türkiye’de Kürtlere karşı inkâr politikaları desteklemeleri de ayrı bir araştırma konusunu oluşturuyor.

Kürtler, Filistinlilerin haklı davalarını savunurken, Filistin yönetimi tersine Kürtlerin bırakalım haklarını, isimlerini dahi ağzına almaktan kaçınıyorlar. Kürtlerin önemli bir kesimi İsrail’i eleştirirken tersten İsrail devleti, Kürtlerin Ortadoğu coğrafyasında ‘hukuki-politik haklarına sahip olması gerektiğini’ belirtiyor. Ortadoğu böylesi çelişkilerle dolu bir bölgedir. Ayrıca Hamas-Merkezi Filistin yönetimi arasındaki bölünmenin sonuçlarının  ne gibi politik sonuçlara yol açtığını da Kürtlerin bir kez daha görmesi ve anlaması gerekir.

Sonuç; İsrail, Arap dünyası içerisinde demokratik değerlerin uygulandığı belki de tek ülkedir. Ülke içerisinde demokratik değerlere önem verirken tersine Filistinliler karşısında ise askerileştirilmiş bir devlet politikası uyguluyor.  Bölgesel gücünü korumak için askeri stratejiyi en üst noktada yaşama geçiren İsrail, sorunun politik ve toplumsal varlığını sürekli görmezlikten geliyor. Bu bakımdan Ortadoğu’nun en güçlü askeri devleti olmasına rağmen. bölgedeki çelişki ve çatışmalardan belki de en çok etkilenen bir devlet özelliğine sahiptir.

 



[1] L’Annee Strategique.2006, syf.380, Daltoz yay. Paris, 2005, The World Defence Almanac-2005, Wpehr Wissen, 2005, syf.230,

[2] Aktaran DİKBAŞ Yılmaz, syf. 71-75.

[3]www.theglobalist.com/dbweb/storyld

[4] Aktaran The Guardian, 07.02.2007.