Makaleler

ALİ CANDAN: DERİN DEVLETTE İÇ ÇATIŞMA VE VAKA-İ HAYRİYYE


Derin devletin mafya ayağının bir kullanım aparatı olan Sedat Peker, seri halinde hazırladığı video kayıtları internet ortamında yayınlanmaya başlandı.  Videoların içeriği doğrudan Türk derin devletini ifşayı içeren konuşmalarında çok önemli mesajlar içeriyor. Bu konuşmalar iç hesaplaşmalardan bağımsız bir şekilde değerlendirildiğinde görülecektir ki yaşananlar bir nevi vaka-i hayriyedir. (Vak’a-i Hayriyye-Hayırlı Olay), 16 Haziran 1826 tarihinde, İstanbul’da Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağının topa tutularak yok edilmesi ve sağ kalanların ise idam edilmesi ile sonuçlanan olaylara verilen isimdir. Bu ismi Türk gladiosu yani Türk derin devletinin ifşası için oldukça uygundur. Aslında daha önce derin devlet, Susurluk’ta kamyon çarpması ve Mesut Yılmaz’ın Susurluk araştırma komisyonu kurdurup derin devletin icraatlarını araştırması sonucu kısmi düzeyde gün yüzüne çıkmış derin devletin mafya, çete, uyuşturucu ve ırkçı terörün kaynağı olan yüzü görece aydınlanmıştı.

 

90’larda Kürt illerinde sırtını devlete milliyetçiliğe vatan, millet, bayrak hamasetine dayayarak resmen terör uygulayan çeteler, kontralar, uyuşturucu, kadın ve çocukları zorla satan şebekeler, eli kanlı katiller, fidyeci guruplar bütün bu sorunların Türkiye metropollerine de taşıdılar. İstanbul’da uyuşturucu kullanımı ve satımında dünyanın ilk 5’i içinde yer almış olması, derin devlet destekli çeteler tarafından yapılan uyuşturucu ticaretine dayandığını yine Peker’in açıklamalarında anlaşılıyor.

 

Susurluk kamyonunun çarptığı arabada derin devletçi Abdullah Çatlı ve polis Müdürünün cesedi yanında çanta dolusu belgeler çıkmıştı. Bunun üzerine kurulan Susurluk Komisyonuna ifâde veren Mehmet Ağar “ben konuşursam devletin temelinden bir tuğla çekilir. Bin operasyon yaptım. Bir tuğla çekersem devlet çöker” diyerek bir yerlere bana dokunmayın diye gözdağı mesajı vermiş mesaj ve susmaya devam etmiştir. Daha sonra göstermelik bir şekilde yaptığı bin operasyondaki icraatlarının kamuoyuna yansıyan birkaç kıymetsiz olayda yargılanıp mahkûm olmuştu. Cezaevine giriş süreci AKP’nin demokratikleşmeyi savunduğu döneme denk geldiği için bu defa Ağar, konjonktür gereği çıkıp günah çıkarırcasına “işkence yaptığımız solcu gençler ellerine bir çakı bile almamış tertemiz ve çok güzel hayalleri olan pırıl pırıl gençlerdi. Çok yanlış yapıldı” gibi güzel sözlerle günah çıkardı.  Ağar zamanla AKP’ye yanaştı. Bu yanaşma sonrası, askeri vesayetin derin devleti ile yeni Türk-İslam sentezli derin devlet ağının oluşumuna, Ergenekon ve ulusulcıların bu ağa katılmasına kadar gitti. Sonuç derin devlet renk ve sahip değiştirerek yeniden organize edildi.

 

Kürt köy ve kentlerinin yakılıp yıkıldığı doksanlarda istihbaratçı Korkut Eken, Yeşil, Küçük, Çatlı gibileri, devlet adına Demirel’in deyimiyle rutin dışında cinayetler, yağmalar, talan ve tecavüzler işliyordu. Hasan Atilla Uğur denen derin devletin bölgedeki elamanı “ben Mardin’in Allah’ıyım” diyordu. Yeşil kod Mahmut Yıldırım, devlet adına hareket ettiğini belirtiyordu ve onlarca faili meçhul cinayetin baş aktörü olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıktı. Şırnak’ta halkı yere yatıran bir polis şefi “bu devlet size ne yaptı lan” diye hakaret ediyor ve ölümle tehdit ediyordu. Sonra da bölgede birçok faili cinayet işlenmeye başlanıyordu. Bu kişi, politik ilişkiler değişmeye başlayınca da “çok pişmanım, özür diliyorum” diyordu. Hiçbir insanı ve politik kişiliği olmayan ‘derin’ devletin elemanları, yüzlerce silahsız sivil insanı katletti. Derin devletin kararıyla bu ülkede 17 bin faili meçhul cinayet işlendi.   İsimleri devrin devlet yapılanması içinde geçen Tuğgeneral Veli Küçük ve “Hizbullah’ı ben kurdum” diye Albay Arif Doğan gibiler bu sürecin önemli aktörleriydi. Susurluk ‘kazası’ bu sürecin resmini çizen önemli bir döneç olarak tarihe geçti.


O günlerden bugüne kadar geçen süreçte derin devlet elemanlarını motive eden temel motivasyon tek kelimeyle paraydı. Bu nedenle dünkü yöntemleri ne idiyse bugün de odur. İzlenen metot aynı: devlet kurumlarındaki elamanlarıyla bir organize yapılıyor: Hedef kişi belirleniyor. Özellikle ekonomik durumu iyi olan insanlar tespit ediliyorlar. Bu insanlara tuzak ve kumpas kurarak, herhangi bir terör örgütünün üyesi, destekçisi ve yardım yatakçısı” olduğunu iftirasını atıyor. Sonra ciddiye alınabilir bir delil olmadan suçlayarak tutuklatıyorlar. Daha sonra da bunların serbest bırakılması için pazarlıklara girişiyorlar ve mallarına mülklerine çöküp el koyuyorlardı. Bazen insan kaçırma ve yüksek fidye karşılığı serbest bırakmalarda oluyordu. Kimi zaman Sedat Peker’in ifşa ettiği gibi Azeri iş adamının milyar dolarlık Marinasını 29 milyon dolara aldıkları gibi, kurbanın hem mülkünü hem canında alıyorlardı. Kürt iş adamları listesi denen o meşhur listeyi hazırlayıp sonrada bu listede ismi olan Kürt iş adamı, ünlü zenginleri ve sanatçılarını yüklü servetler karşılığında listeden çıkarıyorlardı. Biraz direnen delikanlı çıkan Behçet Cantürk ve Pervin Buldan’ın eşi Sedat Buldan gibileri de öldürüyor ve sonra devlet gücüyle mallarına, mülklerine el koyuyorlardı.

 

Sedat Peker’in, ifşalarında bahsettiği Mehmet Ağarın yöntemlerini Gobbels’e, kişiliğinide Joseph Fouche’ye benzetmesi yerindedir. Ama eksiktir çünkü sadece Ağar değil. Peker dahil tüm derinciler tıpkı Fouche gibi her yeni gelen iktidarın, her devrin adamlarıdır. Bunu meslek edinmişlerdir. Dün askeri vesayetçi rejimin beslemeleri olarak çalışıyorlardı. Bugün yeni efendileri yeşil sermaye güçleridir. Bütün yasadışı faaliyetlerini de hiç inanmadıkları milliyetçilik maskesi ardına saklanarak yapıyorlar. Para için her türlü pis işleri yapmaya amadedirler.

 Hizmet ettikleri derin, sığ ve yüzeydeki devletler de nemalanıyor. Onlara yol verilerek limanlara getirilen, limanlardan da ülke içine akıtılan, lüks arabalarda elit “imanlı” nesilce burundan çekilerek, iğneyle şırınga edilerek eritilen eroin ve kokainin paralarının önemli bir kısmı yine kirli hegemonya savaşının yürütülmesine aktarılıyor. 

 

Gelelim Peker’in ifşaları neden hayırlı vakadır bunun açılımına. Hayırlıdır çünkü derin devletin kaynağı gayri meşrudur, hukuk dışıdır. Kaynağını, meşruiyetini, halktan, hukuktan, anayasadan ve yasaların bağlayıcılığından almayan hukuk dışı olan hiç bir güç gizlenemez ve sürdürülemez. Böylesi ifşaalar bu hukuksuzluğun ve meşruiyetsizliğin sona erdirilmesini hızlandırır. Devlet ve icranın başı olan hükümet aygıtı meşruiyetini ve kaynağını hukuktan, anayasadan ve yasaların üstünlüğüne dayanarak açığa çıkan halkın hür iradesinden alır. İktidarlar, derin devlet denilen çeteciliğe, hukuksuzluğa tevessül ettikçe kendi meşru zeminini, kaynaklarını ve hukuki  dayanaklarını da kaybederler. O nedenle bu ifşaalar hükümeti de hukuk ve meşruiyet zemininde kalma ile bu zeminden kayma arasında kesin ve net bir tercih yapmaya zorlar. Bu tercihlerin her ikisi de Vaka-i Hayriye’ye yol açar. İktidarlar, derin devlete göz yumup onu kendi çıkarları için kullanmaya çalışırsa derincilerle birlikte hukuk zemininden tamamen çıkmış olur ve meşruiyetini de yitirir.   

 

Sedat Peker’in ifşalarında da görüldüğü ve kendisinin acı bir biçimde dillendirdiği gibi bunların birbirlerine karşı uyguladıkları yöntemler dahi insanlık dışıdır. Düşmana bile uygulanmaması gereken, düşmanlık hukukunda olmayan bir vahşilikte ve barbarlıktadır. “FETÖ ve PKK’lilerin kadın ve çocuklarına da uygulanmamalıdır” diyor Peker. Evet doğru diyor hukuk herkese lazım. Bunu anlamış olması bile bir gelişmedir. Türkiye er veya geç çetelerden arınacak ve temizlenecektir. Tıpkı Osmanlının para için mütemadiyen kazan kaldırıp ayaklanan ve padişah deviren, padişah ve sadrazamların kellelerini alan yeniçeri-devşirme ocağını yıkıp yerle bir edip kapatılması gibi bu derin aygıtta yıkılacak ve bitirilecek. 

 

Bugünkü politik koşullarda ‘derin’ devletle mücadele sadece HDP veya sol ittifakı partilerinin sorumluluğu değildir. Hem muhalefette olan hem de iktidarda olan partilerin ‘derin’ devlet yapılanmasıyla hep birlikte mücadele etmeleri bir zorunluluktur. Aksi taktirde bugün desetkeleditleri ‘derin’ yapılanmalar yarın kendilerinin tasfiyesinde görev alırlar. Bu hep böyle oldu, ‘derin’ güçleri destekleyenler hep derin güçlerin gazabına uğradılar. Devletler kendilerini bu tür hukuk dışı oluşumlardan arındırmalıdırlar. Zamanın ruhuna uymayan devletlerde yıkılıp gidiyor. Türkiye toplumu ve coğrafyası hukuk devleti ve meşruiyet sınırları dahilinde işleyen bir devlet aygıtını ve icra organı olan hükümeti hak ediyor. İç ve diş gelişmeler bu sürecin beklenenden daha erken olduğunu işaret etmektedir.