Seçimlerden sonra CHP’de iç tartışmalar yoğunlaştı. Kimin Genel Başkanı olacağı konusunda klik çatışmaları ve rekabet ön plana çıkmaya başladı.
Millet İttifakının 5 lideri, Ankara ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanları Cumhurbaşkanı yardımcıları olarak ilan edildiler. Toplam 7 cumhurbaşkanı adayı ortaya çıktı. Seçim sürecinde özellikle Gelecek Parti, DEVA ve Demokrat Parti liderlerinin ciddiye alınabilecek bir çalışmaları olmadı. Ama başarısızlık sadece Kılıçdaroğlu’na fatura edilmek isteniyor.
Seçimlerde ortaya çıkan başarısızlığın politik muhasebesini yapmak, Millet İttifakının başarısızlığı üzerinden tartışmak ve bir kısım politik sonuçlar çıkartmak yerine özellikle Kılıçdaroğlu üzerinden tartışılarak başarısızlığın sorumlusu haline getirilmesi için özel bir çabanın olduğu görülüyor. Böylelikle Kılıçdaroğlu üzerinden yıpratma savaşına giren klikler, CHP’yi yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar.
Şu ana kadar yapılan değerlendirmelerde bir çok kişinin ismi konuşulmaya başlandı. Örneğin İstanbul büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, herkesin anlayabileceği şekilde ‘değişim kaçınılmazdır’ diyerek kendisinin aday olabileceğinin mesajlarını veriyor. Kılıçdaroğlu tarafından CHP Grup Başkanlığına getirilen Özgür Özel de ‘görevden kaçmam’ açıklamasıyla adaylığa yeşil ışık yaktı. İmamoğlu-Özel görüşmesinden sonra ikili arasında bir ittifakın olabileceği gündeme geldi. Aynı şekilde bu iki kişinin CHP Genel Başkanlığına adaylığını ilan etmeleri ve birbirlerini destekleyerek tek adayla çıkmaları durumunda alternatif ve tepkisel adayların çıkacağını biliyoruz.
Politik bakımdan her adayın kendisini göreve hazır hissetmesi son derece önemlidir. İddia sahiplerinin ortaya çıkarak göreve talip olmaları demokratik normların bir gereğidir. Hiç kimsenin adaylığına ipotek koyulmadan hatta adaylığını açıklayan her kişiye, parti olanakları sunularak eşit koşullarda bir yarışmanın olmasına olanak verilmelidir. Kılıçdadoğlu kendisine karşı aday olan her kişiye bu olanağı bizzat kendisi sağlamalıdır.
Peki CHP’de değişmeyen nedir?
Birincisi, CHP kendisini devlet kuran parti olarak halen devletin ve ülkenin sahibi olarak görüyor. AK Parti iktidarda olsa da devletin kodlarının kuruluş felsefesi esasen devam ediyor. 1924 anayasası ve daha sonraki CHP’nin oluşturduğu temel ilkeler ile bugün yürürlükte olan 12 Eylül 1980 askeri darbeciler tarafından kabul ettirilen anayasanın ilk 4 maddesi arasında niteliksel olarak bir fark bulunmamaktadır. AK Parti iktidarı, devletin kurumlarını önemli ölçüde kontrol altına almış olsa da devletin üzerinde yükseldiği ideolojik-politik çizgi ve kurumsal altyapısı, CHP’nin belirlediği stratejiyle önemli oranda uyumludur.
İkincisi, CHP’nin kuruluştan bugüne kadar, devletin stratejik kodları ile oynamak ya da onları değiştirmek gibi planı hiç olmadı. CHP’nin statik bir oy oranı var. Bugüne kadar niteliksel bir sıçrama yaparak bu oy oranını aşamaması CHP’nin ideolojik politik kimliğinin değiştirilmesiyle hiç bir ilişkisi bulunmuyor. Çünkü Kılıçdaroğlu dahil olmak üzere bu ideolojik politik kimliğin değiştirilmesi hiç kimsenin aklına gelmez dahası getirilmez.
Üçüncüsü, CHP’de değişimin sınırları bellidir. Bu değişim daha çok toplumun sosyolojik durumuyla ve güncel politikadaki gelişmelerle ilişkilidir. Kılıçdaroğlu’nun toplumun farklı sosyal kesimleri ile başlattığı ‘helalleşme’ tanımlanması esasen CHP’nin bugüne kadar uzak kaldığı toplumsal kesimlerle bir araya gelme, onlarla yeniden bir bağ kurma arayışıdır. Aynı zamanda Türkiye’deki ekonomik toplumsal ve politik gelişmelere bağlı olarak CHP’nin politik ve toplumsal ilişkilerini yenileme ve değiştirme çabasıdır. Buradaki değişim esasen ideolojik değildir.
Dördüncüsü, Kılıçdaroğlu, devletin kurumsal olarak yönetilmesi noktasında ki ısrarı aynı zamanda devletin iç dinamiklerinde benimsenen ve uygulanması istenen bir kanadın talebidir. Yani parlamenter sisteme geçme noktasında belirlenen politika sadece Kılıçdaroğlu’nun veya CHP’nin üzerinde ısrarla durduğu bir strateji olmayıp devletin tarihsel kodlarını temsil eden bir grubun da savunduğunu belirtmekte yarar var.
Beşincisi, Türkiye’de Kürt meselesi çözülmeden politik istikrarın stratejik olarak sağlanamayacağı devletin bütün eğilimlerinin bildiği bir gerçektir. Ancak devletin kendi iç dinamikleri nedeniyle bu sorunun çözümü noktasında belirli bir iradi kararlılık gösterilemiyor. Kılıçdaroğlu ‘Kürt sorununu parlamentodaki muhataplarıyla çözmek istiyorum’ yönündeki beyanları devletin iç dinamiklerindeki gelişmelerle ilgilidir. Yani sadece kendisine has bir politik tespit veya değerlendirme değildir. Kürtlerin kültürel ve toplumsal talepleri önümüzdeki süreçte devletin en önemli gündem maddelerinden biri olmaya devam edecektir.
Altıncısı, CHP hiçbir dönem Batı dünyasında konuşulan, tartışılan sosyal demokratik bir parti olamadı. Devlet kuran ve yöneten bir parti olarak sosyal demokrasinin tarihsel toplumsal ve politik değerlerine göre kurulmuş ve buna göre bir strateji oluşturmuş değil. Kılıçdaroğlu’nun Türkiye toplumunun sosyolojik ve politik yapısına uygun bir değişim yaratma çabası niteliksel bir kopuşu değil nispi bir değişimi içeriyor. Bu değişim çabası içerisinde doğal olarak ittifak için seçtiği güçler yine sistemin iç dinamiklerini temsil ediyorlar. Değişimin ortak talebi, parlamenter sisteme geçişten somutlaşmıştır.
Seçim politikasında dikkat çeken bazı hatalar
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanını kazanamamasının birçok nedenini daha önceki analizlerimizde belirtmiştik. Farklı birkaç noktaya dikkat çekelim: Millet İttifakının ikinci büyük gücü olan İYİ Parti seçmeninin önemli bir kesimi Kılıçdaroğlu’na oy vermedi. Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin toplumsal bir gücünün ve politik bir ağırlığının olmadığı ve bu partilerin toplamının oy oranının %2’nin altında kaldığı anlaşılıyor. Aynı şekilde CHP içerisinde ulusalcıların Kılıçdaroğlu’na oy vermediklerine dair çok sayıda veri bulunuyor.
CHP seçmeni dışında, Millet İttifakını oluşturan 5 parti, Yeşil Sol Parti seçmeni gibi bir duyarlılık göstermiş olsalardı bugün Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanıydı. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin ele alması ve tartışması gereken güncel temel sorunlardan biri ittifaklar meselesidir. Kürt seçmenin açık bir irade ile Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi karşısında millet ittifakındaki 5 Parti’nin seçmeninin aynı kararlığı göstermemiş olmalarının nedenleri tartışılmalıdır. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bu hususlar üzerinde düşünmeleri ve ittifaklar politikasını mutlak bir şekilde gözden geçirmeleri gereken bir konudur.
Millet İttifakı liderleri, HDP ve Yeşil Sol Parti Eş Başkanlarının ve özellikle Demirtaş’ın Edirne’de gösterdiği politik çabanın ve duyarlılığın yarısını dahi göstermedi. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin esasen kime güvenmeleri gerektiğini anlamaları ve yeni politikalar belirlerken bu hususu mutlaka dikkate almaları gerekir.
14 Mayıs 2023’ten önce sıklıkla vurguladığım gibi ‘Kılıçdaroğlu’nun İstanbul ve Ankara’da %55’in üzerinden oy alması halinde cumhurbaşkanlığını alabilir’ demiştim. Bunun gerçekleşmemiş olmasının temel nedeni İmamoğlu’nun İstanbul’u ve Yavaş’ın Ankara’yı terk etmeleridir ve seçim boyunca ikinci plana atmalarıdır.
Diğer önemli hususlardan bir tanesi de başta CHP’nin olmak üzere Millet İttifakının sandık güvenliğini sağlayamadıkları ortaya çıktı Örneğin kamuoyuna yansıyan bilgilere göre CHP’nin 17.000 sandıkan müşahidinin olmadığı, CHP’nin özellikle Karadeniz ve Kürt illerinde sandıklarda gösterilen müşahitlerin bir kısmının da AK Partili olduğu belirtiliyor. Bu tür örneklerden anlaşıldığı üzere CHP yönetiminin, Türkiye’nin bir çok bölgesinde ciddi bir örgütlenmeye sahip olmadığı, seçimler sürecinde ‘her olasılığa karşı hazırlıklıyız ve her sandığa hakim olacağız’ iddiasının da gerçekçi olmadığı görüldü.
Erdoğan’ın % 2 oy farkıyla önde kapatması, Kılıçdaroğlu’nu ikinci turda telaşlandırdı. Kontrolsüz bir şekilde daha milliyetçi ve göçmen karşıtlığı bir politika izlemeye çalışması, Ümit Özdağ ile protokol yapması özellikle ‘başta Kürt seçmeni olmak üzere sosyal demokrat ve sol merkezli’ seçmenin ciddi düzeyde tepkisini çekti. Bu nedenle seçmenin bir kısmının ikinci turda sandığa gitmediği anlaşılıyor.
Kılıçdaroğlu stratejik bir yenilgi mi aldı?
Erdoğan, hem iktidar olma avantajını hem devletin bütün olanaklarını sınırsızca kullandı. Çok açıktan gerçek dışı bilgilere dayanan manipülasyon propagandasını bütün etik değerleri bir kenara bırakarak koşulsuz kullandı. Buna rağmen ancak toplumun yarısının desteğini alabildi.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’dan farklı olarak devletin en küçük bir olanağını kullanamadan bütün dezavantajlara rağmen seçmenin desteğinin yarısına yakınını aldı. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olamadı ama iddia edildiği gibi stratejik bir yenilgiden bahsedemeyiz. CHP içerisindeki ulusalcıların dahi Kılıçdaroğlu’na oy vermediği bir ortamda ortaya çıkan başarısızlığı sadece Kılıçdaroğlu’na yüklemenin arka planı politik tasfiyedir.
Kılıçdaroğlu etnik ve inançsal kimliğini uzun yıllar inkar etmiş olsa da CHP içerisindeki devlet ideolojik kodlarını temsil edenler tarafından kabul edilen bir lider haline gelemedi. Bu nedenle Kılıçdaroğlu %48 oy almasına rağmen Sözcü TV ve Gazetesi, Oda TV gibi devlet muhalefet medyasının bir kısmı tarafından bütünüyle başarısız gösterilmesi ve aşağılanarak hedef alınması uygulanmak istenen tasfiye planın bir parçasıdır.
Kılıçdaroğlu istifa etmeli mi?
Politik olarak seçimi kazanmamış birinin istifa etmesi ve yerini yeni liderlere veya adaylara bırakması gayet doğaldır. Uzun yıllardır CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu’nun politik alanda başarılarından ve başarısızlıklarından söz edebiliriz. Ancak kişinin istifasından çok, yukarıda değindiğimiz hususlar üzerinden tartışılarak politik alternatifler ve çözümler üretilmelidir. Bugünün somut koşulları içerisinde Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesinden çok partinin politikaları ve örgütlenmesi esasına ilişkin bir değişime gitmesi daha mantıklı ve gerçekçi görünüyor. Özellikle Mart 2024 yerel seçimlerine yönelik şimdiden önemli bir hazırlık yapmalıdır. Bu nedenle CHP’de çok kapsamlı bir iç muhasebe yapılmalı ama aynı zamanda ülkedeki politik alanı boş bırakılmamalıdır.
Mart 2019 tarihindeki yerel seçimlerden elde edilen başarının çok daha üstünde önemli bir başarının elde edilebilmesi için güçlü, objektif ve uygulanabilir bir politikanın şimdiden belirlemesi gerekir. Örneğin Yeşil Sol Parti, Mart 2024 tarihindeki yerel seçimlerde yeniden stratejik bir rol üstlenecektir. CHP, bu tür politik gerçekleri dikkate alarak yeni stratejiler belirlemelidir. Bugün önemli başarısızlıklar ve hatalar içeren politikalar devam ettiğinde yakın gelecekte çok daha ciddi başarısızlıkların ortaya çıkmasına kimse şaşırmamalıdır.
İktidar için dezavantajlı koşullar artarak devam ediyor. Kılıçdaroğlu ya da CHP, gerçekten toplumsal güçlerle ve partilerle ittifak kurmayı başarırsa ve Mart 2024 yerel seçimlerinde belirgin bir başarı elde ederse erken genel seçimin gündeme gelmesi sürpriz olmaz. Bu bakımdan mesele Kılıçdaroğlu’nun istifası değil doğru, objektif ve başarılı olabilecek yeni bir politikanın belirlenmesi ve Mart 2024 Yerel Seçimlere zaman kaybetmeden bir hazırlık yapılmasıdır. Klıçdaroğlu misyonunu tamamladıktan sonra yerini; genç, dinamik ve politik süreçleri doğru okuyan yeni bir lidere bırakabilir.
“DR.MUSTAFA PEKÖZ: CHP’DE KLİKLER SAVAŞI VE KILIÇDAROĞLU” üzerine 2 yorum
Aslında CHP miadını çoktan doldurdu, son kullanma tarihi epey geçti. Dolayısıyla artık politika sahnesinden toptan çekilmesi daha iyi olur(du). Böylece hem Türkiye hem de sollar rahat bir nefes alır(di). Ne yazık ki bu köhnemiş düzenin CHP’ye CHP nin de ona ihtiyacı var. Kısacası makyaj dışında bir degisim yok. Kılıçdaroğlu’ndan sonra artık MHP’ye alternatif bir CHP siz konusu olur.
Sevgili Mustafa can, Erdoğanın yollardır hedefimiz ” 2023 ” derken neyi kasdediyordu sizce ??
2023 -29 Ekimde Erdoğan Cumhuriyetin 100. Yılını kutlayacakmı sizce ??
Sevgilerimle ..
Aşk ile..