Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı çıkması ardından AKP’nin Cumhur İttifakı’ndaki ortağı Bahçeli de sert açıklamalar yaptı. İsveç ve Finlandiya’nın bir “oldu bittiyle” NATO’ya dahil edilmesi halinde Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasının da “alternatif bir tercih olarak gündeme alınması” gerektiğini savundu. Bu açıklamalar hem Brüksel hem Washington’da yankılandı.
Türkiye 1952’den bu yana NATO üyesi. Rusya-Ukrayna savaşıyla dünyada istikrarsızlık hızla artarken, Türkiye’nin üyesi olduğu NATO’ya ihtiyacıda artıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ittifak için büyük bir önem ve öncelik taşıyor. Bunun engellemesi Türkiye için ciddi sonuçlar doğurur. Türkiye yönetimi ülkenin geleceğini otokratik Rusya’da mı yoksa demokratik NATO ittifakın da mı” görüyor. Bu sorunun cevabı artık çok önemli.
Kırım ve Ukrayna işgaliyle Karadenizi çok önemli oranda control eden, Suriye’nin Tartus limanını ve Lazikye’de kurduğu hava üssüyle, Türkiye’yi adeta bir üçgen şeklinde kuşatan Rusların tehditiyle karşı karşıya olan Türkiye aynı zamanda Orta Doğu’da İran, Batı’da Kıbrıs, Yunanistan ve daha pek çok potansiyel tehditle karşı karşıya. Türkiye’nin NATO savunmasına duyduğu ihtiyaç artarken. NATO’nun genişlemesine karşı çıkması, ABD’nin Suriye’deki güvenilir bir tek müttefiki olan Rojava’ya saldırmak istemesi burada da ABD ve NATO ile karşı karşıya gelmesi Türkiye’nin çıkarlarına değildir.
Hatırladığımiz kadarıyla bir NATO üyesi ile Rusya’nın doğrudan askeri olarak karşı karşıya geldiği tek olay Türkiye’nin, 2015 yılında Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağını vurması ile yaşanmıştı. Bugün Türkiye NATO’dan ayrılsa benzer bir olay yaşansa ne olacağı çok açık degil mi? Rusya’nın Türkiye’nin çıkarlarına oluşturduğu tehdit büyük. Karadeniz’de, Kafkaslarda Ruslarla askeri bir ihtilaf yaşanması ihtimali de yüksek. Böyle bir olasılıkta Türkiye’nin NATO’ya duyduğu ihtiyaç anlaşılacak. Dolayısıyla NATO’nun Türkiye’ye olduğu kadar Türkiye’nin de güçlü bir NATO’ya ihtiyacı apaçık ortada.
Bu durumda Erdoğan, seçim öncesi NATO, ABD ve AB’nin karşı çıkmasına rağmen Rojava’ya yönelik askeri harekata geçebilir mi? Evet geçebilir ve operasyon yapabilir. Ama bu akıllı bir eylem olmaz. Müttefiklerinin Türkiye’yi sahada fiilen engellemeyeceğini Ankara da biliyor. Çünkü ABD müttefikleriyle açıkça doğrudan askeri olarak karşı karşıya gelmiyor. Müttefiklerini başka bir güçle karşı karşıya getirip çatıştırmayı tercih ediyor. Türkiye zorlarsa bu gücün kim olacağı da belli.
Türkiye’nin Suriye’de giriştiği faaliyetlere ABD siyasi ve diplomatik olarak hep karşı çıktı, tepki gösterdi. Ama sahada fiili olarak engellemedi. En son 2019 yılında, Türkiye’nin “Barış Pınarı” adını verdiği operasyon gerçekleşirken ABD (Pentagon, Kongre, Temsilciler Meclisi, Cumhuriyetçi Parti, Demokrat Parti) adeta ayaklandı. Savunma Bakanı Pentagon’a “ihanet ettiği” gerekçesiyle Trum’pa istifasını sundu. Türkiye’ye uygulanmak üzere CATSA yaptırımları hızla ve rekor oy birliği ile Kongre ve Temsilciler Meclisinden geçti. Sonra ABD Başkanı Trump, Suriye’nin istikrarsızlaşmasına yol açtığı gerekçesiyle Türkiye’ye yaptırım öngören 13894 sayılı kararnameyi imzaladı. Türkiye Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve dönemin enerji bakanını yaptırım listesine aldı.
Bir çok analist ve diplomat, “Türkiye’nin yeni bir harekata girişmesi ve özelliklede Kobani’yi hedef alması durumunda ABD yönetiminin yeniden bu kararnamede öngörülen yaptırımları devreye sokabileceği”ni belirtiyor. Dönemin ABD Hazine Bakanı Mnuchin, bu yaptırımlar için “Türk ekonomisine kepenk indirtebilir” demişti. Türkiye Rojava’ya yeni bir askeri harekat başlatacak olursa, ABD yönetiminin de önünde pek çok seçenek bulunuyor. Sadece ABD’nin değil, NATO’daki diğer üyelerin de tepki vermesi muhtemel. Buda Türkiye’nin ekonomik ve siyasi düzeyde telafisi olmayacak düzeyde darbe almasına yol açar.
Ukrayna savaşının Türkiye’nin stratejik önemini artırdığı, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda önemli bir kozu elinde bulundurduğunu düşünen Ankara. Böyle bir operasyona, ABD’nin çok sert bir tepki göstermeyeceğini düşünüyor olabilir. Türkiye, müttefiklerinin başka tehditlere odaklanmalarını, onları daha öncelikli olarak görmelerini, kendisi için bir fırsat olarak görüyor. Bu akıllıca ve doğru değil. Ankara’nın bunu anlaması ve bu operasyondan vazgeçerek iç barışını sağlamaya yönelik bir girişim başlatması en doğru tutum olacaktır.
“NATO’ya karşı savaşmıyoruz”
Türkiye NATO’nun genişlemesine karşı çıkıp ABD ile ciddi sorunlar yaşarken; sürpriz bir biçimde PKK liderlerinden Karayılan; “NATO’ya karşı savaşmıyoruz, Amerika’ya karşı savaşmıyoruz. Türk soykırımına karşı savaşıyoruz.” dedi. Karayılan ayrıca Rojava’daki gösterilerde “PKK ve HPG” bayraklarının kullanılmamasını isteyerek şu değerlendirmede bulundu: “Partimizin ya da HPG bayrağını yükselterek yürüyüş yapmak hatadır. Arap ve Kürt halkı Apo’ya sahip çıkıyor. Bu iyi bir şey. Ama partimizin ya da HPG’nin bayrağını yükselterek yürüyüş yapmak hatadır, buna katılmıyoruz. Bildiğim kadarıyla yönetimimiz de böyle bir şey istemiyor. Ama herkes rengiyle yürümek zorunda. Renginle hareket et, bayrağınla hareket et. Yani bu tür hatalar yapılmamalıdır.” dediği haberi yayınlandı. Karayılan, Türkiye’nin Rojava’da Halep’ten Hasekê’nin arkasına kadar uzanan ve Arapların da yaşadığı bölgeyi içeren ‘Misaki Milli’ sınırına girmeyi planladığınıda iddia etti. Karayılan’ın açıklamaları, sadece PKK Kandil yönetiminin açıklamaları olmadığı esasen ABD merkezli NATO’ya bir mesaj olduğuunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde PYD’nin PKK ile, YPG’nin HPG’den giderek farklılaştığı ve daha objektif ve Suriye’nin gerçek duruma göre bir politika ve strateji oluşturulacağı sonucunu çıkartabiliriz. Böyle bir yönelik Qamışlı ile Ankara arasında diplomatic ilişkiler için bir kapı aralayabilir.