Türkiye bir deprem felaketiyle sarsıldı. Bir gün içinde birbirine yakın bölgelerde 7.7 ve 7.6 şiddetinde gerçekleşen iki deprem, sadece ülkemizde değil dünyada da ciddi bir etkisi oldu. Son yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olarak tarihe geçen deprem, 11 ilimizde çok ciddi oranda etkili oldu. AFAD tarafından kamuoyuna yapılan açıklamaya göre 38 bin insanımız yaşamını yetirdi. Üzülerek belirtelim ki bu oran artacak gibi görünüyor.
Geçmişten bugüne depremler
Türkiye, deprem kuşağında bulunması nedeniyle sıklıkla şiddeti büyük depremlerle karşılaşılmaktadır. Son yüz yılın verileri dikkate alındığında deprem felaketlerinden hiçbir dersin çıkartılmadığı ve ciddiye alınabilir bir planlamanın yapılmadığı veya yapılan planların uygulanmadığı çok net olarak görülmektedir.
Anadolu-Mezopotamya coğrafyası tarihsel olarak deprem kuşağıdır. Hemen her dönem büyük depremlerin yaşandığı bir bölge olarak bilinir. Örneğin Mayıs 526 tarihinde Antakya’da 7.şiddetinde bir depremde 250 bin kişi, 1268 tarihinde Kilikya–Anadolu’da 7 şiddetinde olan bir depremde 60 bin kişi, Temmuz 1688’de İzmir bölgesinde yine 7,1 şiddetindeki bir depremde 16 bin kişi yaşamını yitirir. Dikkat edin kaç yüz yıl önceden bahsediyoruz.
Yakın tarihimize baktığımızda 27 Aralık 1939 Erzincan’da gerçekleşen 7,9 şiddetindeki depremde yaklaşık 33 bin kişi ve 17 Ağustos 1999’de gerçekleşen 7,4 şiddetindeki Kocaeli/Gölcük depreminde 17 bin kişi yaşamını yitirdi.
Bilimsel verilerin ve tarihsel olguların ortaya çıkarttığı gerçek şu: Anadolu-Mezopotamya bölgesinin çok geniş bir alanında hareketli ve etkili fay hatları bulunuyor. Ancak yüzyıllardın yaşananlardan ders çıkartmıyoruz, önlem almıyoruz.
Her depremin ardında bir kısım değerlendirmeler yapılır, yasalar kanunlar çıkartılır. Bir ön hazırlık yapılın sonra yavaş yavaş unutulur ta ki, yeni bir felaket kapımızı çalıp on binlerle ifade edilecek düzeyde insanımızı öldürene kadar. Örneğin Erzincan Depremi üzerinden 84 yıl geçti. 60 yıl sonra Ağustos 1999’da Kocaeli/Gölcük depremi oldu. 84 yıl sonra da 6 Şubat 2023’de Maraş merkezli deprem oldu. Ama aynı acı sonları yaşıyoruz. Yine binlerce insanın ölümüyle karşı karşıya kaldık.
Dünyada devasa bilimsel gelişmeler yaşanıyor. Bunun önemli bir yönünü de depremlerle ilgilidir. Gelişmiş ülkelerde depem artık bir tehlike olmaktan çıktı. Örneğin Japonya tam bir deprem bölgesi ve 9,1 şiddetinden depremler oluyor. Ölü sayısı 3-5’i geçmiyor. Ama biz de 7,7 şiddetinde bir deprem oluyor ölümler halen on binlerle ifade ediliyor. Demek ki hem devlet hem de toplum olarak bilimsel ve teknolojik gelişmelerden yararlanamıyoruz. Örneğin Erzincan depremi üzerinden 84 yıl geçti ama aynı felaketlerle karşı karşıya kalıyorsak bunun bir nedeni olmalıdır.
Deprem felaketinden hepimizi sorumluyuz.
Her deprem felaketinden sonra sorumlular ararız. Örneğin Gölcük depreminde tek sorumlu dönemin başbakanı Ecevit oldu. Şimdi tek sorumlu cumhurbaşkanı Erdoğan diyoruz. 24 yıl önce tek sorumlu Ecevit oldu ve iktidarı kaybetti. Bugün Erdoğan diyoruz belki seçimlerde ciddi bir yenilgi alacak. Peki, sonuç değişir mi? Buna isteyerek ve bilerek evet demek zor. Çünkü mesele kişiler ve hükümet değil sistem ve toplumdur. Yani bizleriz.
Deprem nedeniyle yeniden çıkartılması gereken yasaları, kanunları konuşuyoruz. Aslında mevzuatta bir eksiklik yok. Sorun uygulamada ve hayata geçirmededir. Bunun birinci derecede sorumluluğu devlettir. Devlet deyince sadece Ankara olarak anlaşılmamalıdır. Ankara’daki iktidardan bir ilçedeki belediye’ye kadar bütün kurumları kapsıyor. Hemen her hükümet ‘İmar Affı’ çıkartmıştır. AKP de çıkarttı, ondan öncekiler de çıkarttı. Örneğin Biz birey olarak bir bina yapıyoruz. 5 kat izin verilmiş ama 7 kat çıkıyoruz. Sonra Belediye’ye gidiyoruz, ezasını ödüyoruz. Hükümet de İmar Affı çıktığından gidip ruhsatımızı alıyoruz. Böylece yasadışı yapılan bina yasal hale geliyor. Yıkılan binaların çok önemli bir kısmı yakın tarihe ait. Sitelerin görüntüsü çok lüks ve göz kamaştırıcı olduğu için ‘cennet’ deniliyor. Ama alt yapısı çürük. Kaç binanın depreme dayanıklı olarak yapıldığına dair rapor var mı? Bilinmiyor. Bütün bunlardan kim sorumlu; İktidar, belediye yani devlet ve toplum yani biz.
Deprem felaketi siyasetin malzemesi haline getirilmemelidir
Bu depremin son yüz yılın en büyük felaketlerinden biri olduğunu dünya medyasında yer aldı. Yapılan değerlendirmeler ve analizler depremin büyük bir yıkıma yol açtığını gösteriyor. Doğal olarak başta iktidar ve belediyeler olmak üzere bütün sorumlular eleştirilir, eleştirilmelidir. Nasıl ki Gölcük depreminde Ecevit’in başbakan olduğu koalisyon hükümeti eleştirilmişse, bugün de AKP iktidarı ve bütün yetkileri elinde toplamış olan cumhurbaşkanı Erdoğan da eleştirilir, eleştirilmelidir. Deprem konusunda kim yanlış politikaları uygulamışsa eleştirilir. Aynı şekilde Hayat, Malatya, Gaziantep, Adıyaman Belediye Başkanları da eleştirilir.
Eleştiri ayrı bir şey, bugünkü koşullarda önceliğimiz toplumun yaralarının sarılmasıdır. Bugün için 36 bin kişi yaşamanı yetirdi bu sayısı maalesef artacak. 15 milyon insan doğrudan etkilendi, tüm Türkiye dolaylı olarak etkilendi. Önce kısa vadeli ortak politik çözümler üretmeliyiz. Bölgenin çok acil sorunları var. İktidar, muhalefet ve toplum olarak bunlara yoğunlaşmak önemlidir. Sonra daha stratejik ve kalıcı çözümler için neler yapılmalıdır. Bunları tartışmalıyız. Aksi takdirde birkaç yıl sonra bugün olanları unuturuz.
İlk birkaç günde devleti seferber edememesi ve özellikle muhalefetin yardımlarla sokakta olması iktidarı telaşlandırdığı anlaşılıyor. Bunun nedenleri üzerinde durarak gidermesi gerekirken tersine muhalefete yönelik oldukça sert hatta tehdit içerikli açıklamalar yapıyor. Özellikle HDP’nin yürüttüğü yardım faaliyetlerinin engellenmesi kararı alındığı ve bunun sahada uygulandığı görülüyor. HDP de, CHP de, AKP de bütün yardımları halka yapıyor. Burada kimse seçmen ayırımı yapmıyor, yapması da mümkün değil. Bu nedenle oy kaygısıyla özellikle bölgede oy potansiyeli güçlü olan HDP’nin yardım faaliyetlerinin engellenmesi, tersten iktidara karşı açıktan bir tepkiye dönüşecektir. Bu nedenle siyasal rekabeti, deprem yardımlarının önüne çıkartılması son derece yanlış bir tutumdur.
Deprem Felaketi, Sivil Toplum Örgütlerin Önemini Ortaya Çıkarttı
6 Şubattan itibaren felakete müdahale eden en önemli güç Sivil Toplum Örgütleri olduğu görüldü. İlk iki gün devletin olmadığı anda Sivil Kurumlar elindeki olanaklarla sürece müdahale ettiler. Birkaç günde Türkiye ve Dünya çapında organize olarak çok aktif destek sundular. Sivil Toplum Örgütleri toplumun canlı hücreleridirler. Bunların zor dönemlerde ne kadar etkin olduklarını bir kez daha gördük. Bunların ilk günlerde devlet kurumlarının bir adım önüne geçmesi özellikle iktidarı rahatsız etmemelidir. Tersine bunun önemli bir potansiyel olduğu ve desteklenmesi gerektiği belirtilmelidir. Ancak özellikle Alevi merkezli Sivil Toplum Kurumlarına yönelik baskılar yaptığı ve Pazarcık, Elazığ örneğinde olduğu gibi derneklere kayum atadığı, yardımlara el konulduğu basına yansıdı. Böyle bir girişimin özellikle AKP iktidarına çok daha zarar vereceği açıktır. Ancak burada önemli olan ilan edilen Olağan Üstü Hal uygulamasının bu tarzda anti demokratik uygulamalara dönüşmemesidir. Bunun toplum arasında açık bir ayrıştırma ve bölünmeye yol açacağı ve sonuçlarının daha tehlikeli olacağı hesaba katılmalıdır.
Özet; Ülkemiz büyük bir deprem felaketiyle karşı karşıya kaldı. Bundan hepimiz bir biçimiyle etkilendik, etkileneceğiz. Deprem doğa yasasının bir parçasıdır. Depremler kuşağındayız ve birlikte yaşayacağız. Gerekli bilimsel önlemler alınır ve çıkartılan yasala koşulsuz uygulanırsa deprem öldürmez. Bugünkü felaketten devlet ve biz sorumluyuz. Aşacaksak birlikte aşarız.