Araştırmacı & Yazar
15/02/2021
Bireysel farkındalık toplumsal sorunların çözülmesi için yeterlimi dir ?
Hayır, bireysel başarılı farkındalık(mindfullness) kapitalizmin kontrolundeki politik ve kültürel koşullarında ki sorunlara çözüm olamaz. Verdigimiz bu cevapta karşımıza çıkan ‘başarılı farkındalık’, ‘ politik kültür’ ve ‘algi’ kavramlarını kısaca tanımlamamız gerekir. Farkındalık tanım itibariyle, ‘kişisel stres ve gerginlik ile başa çıkmak için kendine odaklanmaktır’. Ancak kendine odaklanmak, kendinin farkında olmak ve dış dünyaya karşı duyarlı olmak gerçek farkındalık degildir. Kişinin mevcut sistemi degişitirmek yerine ona uyum sağlamanın sosyal psikolojik yönüdür.
Politik kültür, egemen sınıfın, devlet hukumet ve medya araciligi ile kendi sömürü felsefesini kurumlaştırmasıdır. Fakat sömürü felsefesi; yasalarla, bürokrasi ve egitim kurumlarıyla manipule edilir. Yapılan manipulasyonlardan amaç, egemen sınıfı temsil eden devleti, toplumsal sorunların çözüm gücü olarak göstermektir. Bu bağlamda, politika, ”en geniş anlamda, insanlarğn hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve degiştirmek için gerçekleştirdikleri etkinliklerdir”(Heywood, 2019:25). Bu tanım ilk bakışta, mantıklı gibi algılansa da gerçekte gücü elinde tutan egemen sınıfın toplum anlayışını ifade etmektedir. Heywood’un yaptığı politika(siyaset) tanımı yine, toplumun üretim ilişkileri temelinde tasarlanması anlamına gelmektedir. Ancak, Heywood’un politika tanımına karşı olarak, politik kültür, burjuva sınıfının degerlerinin, üretim ilişkilerinin etkilerinin toplumun geneline hakim kılınması olarak degerlendirilebilir.
Toplumsal sorunların objektif algılanabilmesi için, toplumsal olaylar/sorunlar ile toplumun işleyiş yasalarının bilinmesi zorunlu olmaktadır. Toplumdaki sorunlara yüklenen olumlu veya olumsuz anlamlara ‘algı’ denir. Algı, psikolojik düzeyde ‘bireysel’, sosyolojik düzeyde ise ‘kitlesel/toplumsal’ forma dönüşür. Algı, politik kültür, yasalar ve toplumsal degerlerle birleştiginde sosyo politik nitelik kazanır. Kavram olarak politika veya siyaset teoride ve pratikte olumsuz toplumsal sorunları çağrıştırırken ağırlıklı olrak sömürü mekanizmaları (örnegin, vergilendirme gibi) ile eşleştirilir. Bunun yanısıra, egemen sistemin ideolojik çıkarlarına karşı gelmenin bedeli, sadece fiziksel ve psikolojik ceza olması politik kültürün dar sınırlar içinde algılanmasına neden olmaktadır. Oluşan bu algılamanın nedeni ise bireysel farkındalığın yarattığı korku psikolojisidir. Örnegin, ”fertler, çoğu zaman tabiri caizse laf kalabalığı yaptığında toplum tarafından ‘siyaset yapma’, ‘felsefe yapma’ gibi nitelemelerle karşılaşmaktadır”(Karaoglan, 2020). Bu örnekte kastedilen siyasetciler veya toplumun aydınlarıdır. Ancak konumuz, siyasetcilerin kişisel olarak ne konuştukları degil, toplumsal sorunların/olayların nasıl manipule edildikleri ve politik kültür konseptinde ne tür algılamaya yol açtığına odaklanmaktır.
Politik kültür denildiginde akıllara; devlet, sermaye, demokrasi, sosyal eşitlik, seçimler ve insan hakları gibi kavramlar gelir. Evet, bu cağrışımların oluşması doğaldır. Çünkü makalemizin girişinde, tanımını yaptığımız ‘farkındalık’ ve ‘algı’ kavramları belirtilen çağrışımların oluşmasında etkileyici rol oynamaktadır. Diger bir deyişle, devlet ve sermaye toplumda nasıl algılanmaktadır ve bu ideolojik dinamiklere karşı farkındalık nasıl oluşmaktadır? Bu sorulara cevap vermeden önce hemen şu tespitimizide eklememiz gerekir; ‘toplumsal şartlar ve egemen ideolojik sistem insanların karekterini şekillendirir’.
Yukarda yaptığımız temel tanımlamalar ışığında politik kültürü daha net anlayabilmek için şu şekilde tanımlanabilir; ‘politik kültür, egemen sınıf ideolojisinin kontrolünde ki ekonomik ilişkilerin etkiledigi genel toplumsal psikolojinin sınıf bilinci ve degerleriyle çatışmasıdır’. Bu tanımlamadan hareketle, toplumdaki ekonomik ve politik ilişkilerin herşeyi etkiledigini ve belirledigini söyleyebiliriz. Bu tespit aynı zamanda egemen sınıfın, ekonomik üretim ilişkileriyle toplumun kontrol altında tutulması anlamına gelmektedir. Böylece ekonomik üretimle kontrol altına alınan topluma egemen gücün deger yargıları ve kutsalları da aktarılır. Bu etkileşimin gerçekleşmesinde de devlet olgusu ve yasalar ön plana çıkarılır. Dolayısıyla ekonomik ilişkilerin gizledigi sömürü politikaları, yasalarla toplumun geneline benimsetilir. Çoğunluğun yanlış algısı, işsizligin, yoksulluğun v.b artması, devlet mekanizmasının bir parçası olan ‘hükümetin başarısız politikaları’ gibi yanılgılı sonuçlara neden olur. Toplumun çoğunluğunda yanlış algıya dayalı farkındalıklarının oluşması, politik kültürün egemen sınıf tarafından yönlendirildigini ifade eder.
İnsan bilincinin toplumsal olayların tamamını algılaması tartışmaya açık bir sorundur. Kendi iradesi dışında gerçekleşen olaylar ve sorunlar insandaki farkındalığın sınırlarını da belirler. Sınırlar yine önceden tasarlanmış politik kültür ile çizilmiştir. Bunun anlamı toplumsal olayların insan bilincinden bağımsız oluşmasıdır. Kişinin kaynaklık ettigi, tasarımlar degildir. Hukuk alanında yasaların çıkarılması, yönetilen sınıfın kontrolü dışında olması örnek olarak gösterilebilir. Hukuk örneginde verdigimiz yasalar, yönetilen sınıfın talebi olmamasına karşın, sınıfın bireylerine sorumluluklar yükler. Yüklenen yasal sorumluluklar, vergilerin ödenmesi zorunluluğu ve insan ilişkilerinde nasıl davranılacağı gibi çeşitli düzeylerde olup geniş bir yelpazede etkisini gösterir. Burada karşımıza iki önemli nokta çıkmaktadır.
Birincisi, yönetici sınıfın, yönetilen sınıfı tasarladığı politik kültür ile işlevsel olarak kontrol altında tutmak.
Örnek; çocukların beş yaşından itibaren ilkokula kayıt edilmeleri yönetilen sınıfı kontrol altında tutmaktır. Yasalarla bu baskıyı ‘egitimle bilinçlenmek’ kültürüne dönüştürür.
İkincisi, genel olarak toplumun tamamında özel olarak da yönetilen sınıfta algının sürekli yönlendirilerek kontrol altında tutulması.
Örnek: yasalara uymak vatandasların medeni birer sorumluluğudur. Bu aslında sömürüye itaat etme gibi baskıları manipule eder. Çünkü yasalar egemen sınıfı temsil eder.
Toplum-birey ilişkisi, tamamen egemen sınıfın insiyatifinde olmadığı için ‘algi’ ve ‘farkındalık’ bazı şartlar sağlandığında tersine dönebilecek potansiyele sahiptir. Algının ve farkındalığın yönetilen sınıfın lehine olması için, politik kültür düzlemindeki olayların/sorunların yüksek düzeyde baskıya dönüşmesi gerekir. Örnegin, işsizligin artması, ve gelirlerin azalması yönetilenlerde psikolojik baskıya yol açar. Bu baskı, yöneten ve yönetilen sınıfların ortak tasarımı haline gelir. Baskının ortak tasarım haline gelmesi, bireysel algı, farkındalık ve politik kültürün gerçekci olarak yorumlanmasının ilk şartıdır. Öte yandan ortak tasarımın oluşumundan önceki yöneten sınıfın şekillendirdigi politik kültürde yönetilenlerde, yönlendirilen algı ve farkındalığın farkına varırlar. Ancak baskı her iki sınıfın ortak tasarımı olduğu için farkındalık bireysel olmaktan çıkıp sınıf bilinci eşliginde sınıfsal bir karekter kazanır. ”Görüldügü gibi ortak tasarımlar, toplumsal etkileşiden doğan ve toplum ya da toplumsal küme[grup] üyeleride benzer duygusal tepkilere yol açarak onlar için ortaklaşa bir anlam kazanan kavram ve simgelerdir”(Ozankaya, 1994:66-67).
Politik kültür alanında gerçekleşen toplumsal olaylar/sorunlar (fakirlik, protestolar, açlık grevleri gibi) oluşan yeni sosyopolitik farkındalık kişisel deger yargılarının etkisinde kalabilir. Örnegin açlık grevine veya başka bir politik eyleme tanık olan biri, eger yeterince sınıf bilincine sahip degilse, eylemi duygusal olarak algılayabilir. Aynı kişi, gözlemledigi politik eyleme negatif anlam yükleyerek ilgisiz kalabilir. Burada tanık olunan eyleme karşı bir farkındalık oluşmuş olsa da negatif algılama aynı kişinin politik kültürün bilincinde olmadığını gösterir. Bunun nedeni, politik kültürün etkilerinin aynı kitle içinde de olsa milliyetcilik, inançlar ve psikolojik tutumlarda farklılıkların olmasıdır.
Toplumsal olayların ve kişiden kişiye degişebilen algılar ve homojen olmayan politik kültür, sosyoloji araştırmalarında farklı kavramlar altında tartışılmıştır. Toplumda devletin rolü, liderlik, iktidar gibi perpsektifler ve çoğulculuk gibi teoriler sosyolojik tartışmaların temel argumanları olmuştur. Teoride devletin rolü maximum düzeyde mi olmalıdır yoksa minumum düzeyde mi olmalıdır gibi tartışmalar halen sürmektedir. Fakat teorik tartışmaların çoğunluğu sınıfsal bilince göre şekillendigi icin ‘uzlaşmaci farkındalığa’ neden olmaktadğr. Ancak tıkanma noktasına gelen tartışmalara mevcut olan teorilerin isimleri degiştirilerek ya da başka kültürlerden alınan meditasyon gibi felsefi ve inançsal uygulamalarla toplumda algı kontrolunün yeniden sağlanması umulur.
Tıkanan neo-liberal politikalar için teorisyenler tarafından bulunan ‘başarılı farkındalık’ yöntemi psikolojik bir yamalıktır. Budizm’in felsefi uygulaması olan meditasyonun bir türevi olarak, ‘başarılı farkındalık’ uygulaması gerçek degildir. Örnegin işsiz birine istediginiz kadar ”herşeyin farkında ol” desenizde o işsize iş bulamadığınız sürece hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü sorunu çözmek için nedenini ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, ‘başarılı farkındalık’ yöntemiyle ‘sistemle savaşma uzlaş’ mesajı verilir. Başarılı farkındalığın fark yarattığı iddiasi gerçekte, devlet-toplum ilişkilerinin istikrarlı olduğu mesajını verir. Gerçekte ise politik kültürün çelişkiler ve sömürü kültürü olduğu gizlenir. Heywood’a (2014:126-128) göre, ”devlet toplumun ortak çıkarlarını temsil eden bir kurumdur. Devletin beyni hükümettir ve hükümet onun ayrılmaz bir parçasıdır”. Bu tespitler gerçeklerle karşılaştırıldığında karşımıza çok farklı sonuçlar çıkmaktadır.
Devletin rolünün toplumun ortak çıkarları ile ilişkilendirmesi sınıf olgusunun inkarı anlamına gelmektedir. Çünkü özel mülkiyet toplumu sınıflara böldügü için devlet, bütün toplumun çıkarlarını degil, yöneten sınıfın çıkarlarını temsil eder. Bu bağlamda, aynı toplumdaki sınıfların kendi ortak çıkarları, birbirlerini algılamalarında karşıt ideolojik farkındalık yaratır. Sonuç olarak, politik kültürel yapıda egemen sınıf, demokrasi gibi ideolojik kökenli kavramlarla oynayarak sömürü gerçegini gizler. Ancak gizlenen sömürü felsefesi, ideolojilerin yıkıcılığı her iki sınıf arasında ki uzlaşmazlığı derinlestirir. Böylece, uzlaşmazlığın politik algılanması gerçek farkındalığı yaratır. Dolayısıyla, devletin, ve hükümetin rollerinin objektif analizleri karşımıza ‘toplumun devlet tarafından degil, ulusal şirketler ve küresel karteller tarafından yönetildigi gerçegini çıkartır.
Kaynaklar
Heywood Andrew (2014) Siyaset, 14.Baskı (Çevirenler : B.B.İpek ve B.Şahin) Ankara; Adres Yayınları
Heywood Andrew (2019) Siyaset (Çeviren: Fahri Bakırcı) Ankara; Salmat Matbaası
Karaoglan, M. Ugur (2020) Sosyolojik Açıdan Siyaset (Siyasete Sosyolojik Bakmak), http://www.toplumveutopya.com, 11/02/2021.
Ozankaya Özer (1994) Toplumbilim, 8.Basim. İstanbul;Cem Yayinevi.