Makaleler

Dr. Mustafa PEKÖZ – ABD-AB İKİLİSİNİN YENİ NEDEFİ: TÜRKİYE’YE KARŞI ORTAK POLİTİKA


ABD-NATO-AB üçlüsünün Türkiye’ye yönelik belirleyeceği dış politikanın ip uçları oluşmaya başladı.  Washington ve Brüksel bürokrasisinde verilen mesajlar, Ankara’ya karşı ortak bir politika oluşturulacağına dair yüksek kanı oluşmuş bulunuyor.

NATO, Ankara’nın askeri politikasını daha güçlü sorgulayacaktır

 ABD-AB ikilisinin küresel ve bölgesel askeri stratejisini belirleyecek olan NATO,  askeri stratejilere ilişkin, Ankara’ya ince ama derin diplomatik mesajlar verecektir.  Bunlar kamuoyu önünde değil daha çok ikili görüşme odalarında çok net ve anlaşılır olacaktır. Ankara’nın özellikle Rusya ile askeri ilişkilerinin geleceği hakkında açık bir yol ayrımında olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. NATO ile çok özel ilişkileri olan Savunma Bakanı  Akar’ın zaman zaman verdiği mesajların artık yeterli olmadığı görülüyor. Aynı şekilde cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da NATO ile müttefik ilişkilerimiz devam edecek tarzında yaptığı açıklamalar da pozitif bir etki yaratmıyor. Ankara’nın NATO stratejisinin  de hem Rusya ile olan bütünlüklü ilişkilerinin boyutu hem de Suriye ve Doğu Akdeniz merkezli izlenen askeri hamleler konusunda NATO’ya tam bir uyumu/entegrasyonu konusunda somut, denetlenebilir pratik adımlar atmadığı sürece askeri ambargoların gündeme gelmesi sürpriz olmaz. Sorunların sadece askeri yönlü olmayacak, ekonomik, politik ve diplomatik olarak da ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.

Biden Yönetiminin/ABD’nin yeni dönem Türkiye politikası

ABD’nin tutumu ne olacaktır? Biden yönetimi, Obama döneminde belirlenen Ortadoğu politikasını devam ettirme kararı aldı. Aynı zamanda önümüzdeki birkaç ay içerisinde  daha aktif bir şekilde dahil olacağı Doğu Akdeniz’e yönelik stratejinin merkezinde Türkiye bulunacak. Türkiye’nin bu alanlarda doğrudan ABD’nin çıkarlarıyla çelişken hamlelere yönelmesi, önümüzdeki süreçte masaya konulacak belki de en önemli dosyalardan bir kaçı olacaktır.  Diğer önemli bir nokta da Biden’in Türkiye’nin iç politikasına bakış açısıdır. Seçimler döneminde çok açık bir şekilde ‘Türkiye’de totaliter bir rejimin olduğunu’ birkaç kez dile getirdi ve ayrıca doğrudan cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismini de vererek ‘diktatör’ tanımlamasını yaptı. Bunlar sadece seçimler döneminde söylenmiş geçici sözler olmayıp, Ankara’daki iktidara yönelik bakış açısını ortaya koyacaktır.  

Amerika’nın derin stratejik politikalarının belirlenmesinde Kongre ve Senatoda bulunan komisyonlarda yer alan ‘kıdemli’ senatör ve kongre üyeleri son derece etkilidirler. Hatta başkan tarafından aday gösterilen bakanlar ve yüksek düzeydeki görevliler Senato ve Kongre komisyonlarının onayından sonra göreve başlarlar. Demokratların kıdemli senatörlerinin Türkiye’ye yönelik  yaptıkları açıklamalar, Biden yönetiminin politikaları bakımından bize bir fikir verecektir.

Demokrat Parti’nin  kıdemli senatörlerinden Chris Van Hollen bunlardan biridir. Hollen: “Yunanistan ve diğer Avrupalı müttefiklerimiz, Biden yönetiminden, son 4 yılda deneyimledikleri kaotik ve güvenilmez dış politikaya son vermesini bekleyebilir… Birinci öncelik, Trump yönetiminde tarihi dip gören Avrupa’daki demokratik müttefiklerimizle ilişkilerin onarılması ve Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otoriter yönetiminin saldırısı altındaki hukukun üstünlüğü, demokratik kurallar ve basın özgürlüğü ilkelerinin tesisine yeniden odaklanmak olacaktır… Türkiye, son 4 yılda sadık bir NATO müttefiki olarak hareket etmekte giderek daha başarısız oldu ve rotasını değiştirmediği müddetçe sadık NATO müttefiki muamelesi göremez…. Kongre, NATO güvenliğini tehdit eden Rusya yapımı S-400 hava savunma sistemini aldığı ve artık aktive ettiği için yasalar uyarınca Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını talep etmeye devam edecek… Buna ilaveten Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Suriye’nin kuzeyinde ve diğer yerlerde uluslararası hukuku tekrar tekrar ihlal etmesi, Maraş’la ilgili BM kararlarını ihlali ve iç siyasi muhaliflerine ve basına karşı ciddi insan hakları ihlalleri, demokratik bir müttefikin yönetilme tarzıyla tutarsızdır.” Van Hollen;  “Türkiye’ye eylemlerinin hesabını sormak için yeni gelen Biden yönetimiyle çalışmayı dört gözle bekliyorum”  değerlendirmesini yaptı. Bunun bir tehditten çok Biden yönetiminin Ankara’ya bakış açısı bakımından değerlendirilmesi gerekir.

AB Başkanlar zirvesinde olası Türkiye kararı

AB ile Türkiye arasındaki gerilimler kesintisizce devam ediyor. ABD seçimlerinden hemen sonra cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘AB üyelik stratejimizden vazgeçmedik, geleceğim Avrupa’dadır’ dedi. ‘Ekonomi ve hukuk alanında yapısal reformlar’ yapılacağını açıkladı.  MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin açıklamalarıyla Erdoğan, ‘yapısal reformlar’ tanımlamasını hemen rafa kaldırdı ve Bahçeli’nin politik dilini yeniden tekrar etmeye başladı. Ancak Ankara,  kapsamı derin olan ekonomik, politik ve toplumsal sorunlarla karşı karşıya bulunuyor.  Buna bölgesel politikalardaki sorunlar da eklendi.  

10-11 Aralık 2020 tarihinde AB ülkeleri liderler zirvesi yapılacak ve gündem Türkiye’ye yönelik olası yaptırımlar olacak.  Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ın Brüksel ziyaretinin de bu kapsamdaydı.  Kalın, temasları sırasında ‘Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik bir mesele olarak gördüğünü ve dostluk eli uzatmaya hazır olduğunu’ vurgulamıştı. Türkiye’ye yönelik ambargo uygulanmasını isteyen ülkelerden biri Fransa olduğu biliniyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian yapmış olduğu açıklamada ; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan 2-3 gün yatıştırıcı açıklamalar gelmesi yeterli değil. Bunu çok açık bir şekilde söylüyorum. Eylem gerekli. Benim düşüncem bu ve tabii ki aynı zamanda Cumhurbaşkanı Macron’un da tutumu bu. Değerlendirmelerimizi eylemler temelinde yapacağız.” Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, “AB saf değil. Ankara bu sefer AB’yi o kadar kolay kandıramayacak” dedi.

Merkel,  daha önce “Türkiye’nin tartışmalı sularda doğal gaz arayışını, 10 Aralık’ta yapılacak bir sonraki AB zirvesinde masaya yatırma konusunda uzlaştık. Bu konuda hiçbir soru işareti yok. O zamana kadar yaşanacak gelişmeleri izleyeceğiz ve ona göre bir karar vereceğiz. Şu an başka bir şey söyleyemem” demişti. Türkiye’ye yönelik ambargo uygulanması konusunda oldukça ihtiyatlı olan ve AB ülkelerini sakinleştirmeye çalışan Merkel dahi: “Olaylar umduğumuz şekilde gelişmedi » açıklamasıyla Ankara’yı bir kez daha uyardı. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da : ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de provokasyonlara devam etmesi halinde bazı kararları almak zorunda’ kalacaklarına dikkat çekti. Aralık’taki AB zirvesinde ‘ne tür kararlar alınacağının da Türkiye’ye bağlı” olduğunu belirtti.  AB ile Türkiye arasındaki sorunların çözümüne odaklanan, ambargodan çok dikkatini politik-diplomatik çözüme vermek isteyen AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısından sonra “Zaman doluyor ve Türkiye ile ilişkilerimizde bir dönüm noktasına doğru ilerliyoruz” diyerek aslında Ankara’ya son uyarıyı yaptı.

 Son haftalarda AB, Ankara’ya önemli bir mesaj verdi. Hollanda, Fransa, Avusturya ve Almanya’da MHP’ye bağlı faaliyet yürüten ülkü ocakları yasaklandı. MHP’nin Avrupa’daki örgütlenmesinin merkezi olan ülkü ocaklarının AB tarafından ‘aşırı’ olarak görülüp faaliyetleri yasa dışı ilan edilip yasaklanması, AKP’nin politik pozisyonunu doğrudan etkilemektedir. Alınan yasaklama kararı AKP’ye MHP ile politik ittifakı sonlandırma çağırısı  olarak algılandı.  

AKP iktidarının MHP’yi aşabilecek bir politika üretememesi belki de sorunun en zor yayını oluşturuyor. AKP’nin Brüksel’deki görüşmelerde verdiği mesajlardan biri de budur. MHP ile yollarının ayrılması için zaman istiyor ancak MHP denklemini aşmada somut bir plana sahip olmaması AB’nin Brüksel Yönetimini ikna edemiyor.

10-11 Aralık 2020 tarihinde AB ülkeleri Başkanlar Konseyi zirvesinde alınacak olası kararların iç politikadaki yansımaları çok daha sarsıcı olacağı  tahmin edilebilen bir durumdur. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık % 60’nın AB ülkeleriyle yapmış olması, olası en zayıf bir ambargo kararının dahi ciddi sonuçlar doğuracağı Ankara tarafından biliniyor.

ABD-AB’nin Ortak Türkiye planı

Trump yönetiminin Dışişleri Bakanı Pompeo’nun veda gezisi niteliğindeki dünya turunda İstahbul’a geldi ancak Ankara’yı ziyaret etmedi. Paris’te Macron ile yaptığı görüşmede ‘Türkiye’nin saldırganlığına karşı ABD ile AB’nin ortak hareket etmesi’ gerektiğini belirtti. Görevinin son anında Biden’e Türkiye politikası için ince ama önemli bir mesaj verdi.

Brüksel’deki AB Yönetimi, ABD’nin seçilmiş başkanı olarak Biden’i, 10 Aralıktaki AB Başkanlar Konseyi Zirvesine davet etmesi, özellikle Türkiye’ye yönelik alacağı kararı ciddi oranda etkileyecektir. AB, Türkiye konusunda ABD ile ortak bir politika oluşturarak Ankara’daki iktidar üzerinde çok daha ciddi ve sarsıcı bir etki yaratmak istiyor. ABD-AB tarafından belirlenen ortak politikanın özü: Türkiye’yi küresel politik sistem içerisinde tutmak NATO’nun bölgesel politikalarına tam uyumunu sağlamak ve stratejik ilişkileri devam ettirmek. Ankara’daki iktidar üzerinde politik-diplomatik baskıyı da arttırarak içte ve bölgede politika değişikliğine zorlamaktır.

AB-ABD’nin ortak Türkiye politikasının özü; Ankara üzerinde yoğun bir ekonomik ambargo uygulamadan nispi bir baskı oluşturarak güçlü bir mesaj vermektir. Eğer Ankara süreci doğru okumaz ve bölgesel politikalarda temelde bir değişikliğe gitmez, içte yapısal değişiklikler için güçlü hamleler yapmaz ise çok daha kapsamlı bir baskı politikaları devreye girecektir. Bunun ip uçları belki de ilk adımı 10-Aralık 2020 tarihinde gerçekleşecek olan AB ülkeleri Başkanlar Zirvesinde verilecektir. 

Biden yönetimi özellikle dış politikadaki etkinliğini arttırmak ve AB ile stratejik konularında ortak bazı politikalar belirlemek için yoğun bir diplomasi süreci başlatacaktır. Ankara’ya da Mart 2021 yılına kadar sınırlı bir sürenin verilmesi mümkündür. Sonuçta Mart 2021’de ABD’de Halk Bankası davası görülecek. Bu süreye kadar AKP’nin belirleyeceği ve uygulayacağı politikalar çok daha fazla önem kazanacaktır. Türkiye’nin iç politik denkleminin düşündüğümüzden çok daha hızlı değişmesinin önü açılıyor.