Türk askeri birliklerinin Afganistan’da kalmalarının nasıl bir
askeri-politik sonuç doğuracağına dair yapılan tartışmalar bitmeden Taliban, Kabil’e girdi ve yönetimi ele geçirdi.
NATO’nun Türk ordu birliklerinin Afganistan’da kalma projesi boşa düştü.
Taliban, Türkiye dahil bütün yabancı güçleri ‘işgalci’ olarak değerlendirdiğini
ve tamamının çekilmesi gerektiğini çok açık olarak ifade etti. Afganistan’daki
çekilmenin yansımaları özellikle Suriye’ye yansıması kaçınılmaz olarak gündeme
gelecektir. Mevcut gelişmeler bunu doğrular nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.
Bahçeli: Afganistan’da
çekilirsek Anadolu’yu kaybederiz
Türkiye’nin Afganistan’da çekilmemesi gerektiğine dair ilk açıklama
iktidarın ‘büyük’ politik ortağı Bahçeli’den geldi. Bahçeli, kendisini aşan ama
zihinsel olarak devlet mantığını yansıtan bir açıklama yaptı: “Gerektiğinde
Taliban’la da görüşülmeli ve Türk askeri Afganistan’da kalması sağlanmalıdır. Afganistan’da
çekilmek, Anadolu’yu kaybetmektir.” Bahçeli bu açıklamıyı daha çok arka Suriye
ve Irak’ta çekilmenin gündeme geleceğini
tahmin ettiği için yaptı. Bu nedenle erken açıklama yaparak
cumhurbaşkanına ayar vermek istese de Afganistan’daki gelişmeler farklı yönde
gelişti. Ankara’nın bölgesel ilişkilerde izlediği strateji dikkate alındığında
Afganistan’da çekilmesi askeri-politik-diplomatik bir başarısızlık olarak
değerlendiriliyor ve bunun Suriye, Irak ve Libya’daki sarsıcı etkilerinin çok
daha derin olacağı görülüyor.
Afganistan’da çekilmenin Dış
politikaya yansımaları
Türkiye’nin dış politikasının merkezinde Türkiye’ye sınır bölgelerinin ve
çevre ülkelerinin askeri olarak kontrol altına alınması bulunuyor. Bir bakıma
Osmanlı dönemine ait olduğu belirtilen toprakların fiilen ele geçirme planı
vardı. Özellikle Suriye ve Irak’ta izlediği politika doğrudan bu temele
dayanıyordu. Kıbrıs Türk bölgesinin fiilen 82’inci bir il olarak görülmesi,
Doğu Akdeniz’de hakimiyet çabası ve Libya’ya asker koşullandırarak hakimiyet
alanı oluşturma hamlelerinin artık bölgesel ilişkiler bir önemi kalmadığı,
beklenen ciddi bir karşılığı olmadığı görüldü. Ankara’nın bir bakıma bölgede
sınırları değiştirecek hamlelerinin tersine bölgesel etkinliğinin çok ciddi
oranda kırdığı ve yalnız kaldığı hemen herkesin kabul ettiği bir politik
realiteyi oluşturuyor. Ankara’nın Afganistan’da kalıcı bir güç olmaktan ısrarı
esasen Irak, Suriye ve Libya’da izlediği politikalarla doğrudan ilişkilidir.
Afganistan’da çekilmesinin esas domino etkisi, Suriye, Irak ve Libya merkezli
izlediği Ortadoğu-Doğu Akdeniz stratejisinde çok daha belirgin olarak ön plana
çıkmaya başladı.
Biden yönetimiyle ABD’nin Orta Doğu stratejisinin geleneksel ABD’nin
politikasına dönüşü özellikle Ankara’nın bütün bölgesel politikalarını alt-üst
etti denebilir. Ankara, Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmasıyla Ortadoğu’da
da yeni arayışlara yöneldi. Dahası, devletin geleneksel dış politika kotlarına
dönmek için hızlı adımlar atmaya başladı. Mısır ile ilişkilerini düzeltmek için
önemli tavizler veren Ankara, aynı şekilde Gülen cemaatinin darbe girişiminin
arkasında olduğu iddia ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’yle de görüşmelere
başladı. Katil dediği İsrail ile yeniden barışmak için politik zemin
hazırlıyor. Türkiye’ye yoğun bir
ekonomik ambargo uygulayan S. Arabistan ile uzlaşmak için ciddi bir çaba
gösteriyor.
Mısır ve BAE, Ankara’nın bölgesel güvenirliğini test etmek için Libya’daki
askeri güçlerini derhal çekmelerini ve Libya’nın iç işlerine kesinlikle
karışmalarını görmek istediklerini beyan ettiler. Ayrıca yakın dönemde yeniden
Arap Birliği ligine çağrılacak olan Suriye’de çekilmesi ve Irak’taki askeri
üslerini kapatması gerektiğine dair beklentiler masada duruyor. Tek karar mercii
olan cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bölgesel politikaları toptan değiştirmek için
acele etmeye başladığını söyleyebiliriz. Bunu yaparken, izlediği bölgesel
politikaların çöküşünü gizlemeye ve hatta başarılı göstermeye çalışıyor. Açıkça
ifade etmek gerekirse, Ankara, hem ABD hem de körfez ülkeleriyle ortak bir yol
bulmak için bugüne kadar izlediği ve bütünüyle başarısız olan bölgesel
politikaları terk etmek zorundadır. Başka bir alternatifi bulunmuyor.
Suriye’deki dengeleri
Moskova-Washington belirliyor
Küresel dünya siyasetinde birbirleriyle rekabet halinde olan ABD-Rusya,
Suriye’deki sorunun çözümü konusunda anlaştıkları ve buna uygun bir planlamayı
uygulamaya başladıkları biliniyor. BM Genel Sekreterliğinin gözetiminde devam
eden Anayasa taslağı çalışmasının hızlandırılması ve tamamlanarak taraflara
kabul ettirilmesi üzerine ortak bir karar alındı. Suriye’nin gelecekteki
devletin yönetimsel yapısının nispeten Irak’taki duruma benzer bir yapının
oluşturulması üzerinden fikir birliğine varıldı. Pratik sürecin hızlandırılması
konusunda Putin-Biden ortak bir irade birliği oluşturdular denebilir.
Böylelikle Şam merkezini kontrol eden Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri
varlığı kalıcılaşacak, ABD’nin de Kuzey Doğu Suriye’de desteklediği bir gücün
varlığıyla uzun vadede Suriye’de politik etki alanını genişletecek.
Esad’ın sürpriz Moskova
ziyareti
İdlib’de devriye gezen Türk askeri
birliğine bir İslamcı cihatçı örgüt tarafından yapılan saldırı sonucunda üç
askeri yaşamını iki asker yaralandı. Bu olaydan sonra Savunma Bakanlığının
saldırının içeriği ve arka planına ilişkin hiçbir açıklama yapmaması dikkat çekti.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov tersine; “Türkiye’nin İdlib’deki yükümlülüklerini
yerine getirmediği özellikle radikal İslamcı örgütlerin silahlandırma
sorumluluğuna uygun davranmadığını’ açıkladı. Bir gün sonra da Putin, sürpriz
bir şekilde Esad’ı Moskova’ya davet ederek görüştü. İkili görüşmede, Suriye’de
bulunan bütün yabancı askeri güçlerin çekilmesine vurgu yapıldı. ABD’yi de
kapsayan bu açıklamada esas mesaj Ankara’ya verildi. Yani Türk askeri
güçlerinin Suriye’de çekilmesi aksi takdirde çok daha kapsamlı operasyonların
gündeme geleceği uyarısı yapıldı. Rusya destekli Esad güçlerinin İdlib
bölgesine büyük bir güç yığdığı ve oldukça kapsamlı bir operasyonun gündemde
olduğu tartışılıyor. Putin’in Esad’ı
davet etmesinin ikinci önemli gerekçesi de, Biden ile yaptığı görüşme
çerçevesinde Suriye’deki sorunların önümüzdeki bir yıl içerisinde çözülmesine
ilişkin planın uygulanacağı ve buna karşı çıkılmaması uyarısıdır.
ABD’nin
yeni yönetiminin ‘Suriye Demokratik Güçleri’ni Washington’a davet etmesi
Kamuoyunda Biden yönetiminin Afganistan’da olduğu gibi Suriye’nin Kuzey
Doğu bölgesinde çekileceğine dair bazı iddialara yer verildi. Ancak Washington
yönetiminden askeri ve dış işleri temsilciler bölgeyi ziyaret ederek ‘SDG’ye askeri
ve politik desteğin devam edileceğine’ dair açık mesajlar verdiler. Mazlum
Kobani’nin de içinde olacağı iddia edilen bir SDG heyetinin Washington’a davet
etmesi son derece önemlidir. Heyetin hem Biden hem de Senato ve Kongre temsilcileriyle
görüşeceği belirtiliyor.
SDG heyetinin davet edilmesi, Birincisi,
Kürtlere verilen açık bir politik destektir. İkincisi, Suriye’nin geleceğinde Kürtler olmaksızın bir çözüm
olmaz. Üçüncüsü Suriye’de yazılacak
olan yeni anayasada Kürtlerin politik-sosyal hakları güvenceye alınacak. Dördüncüsü, SDG, politik bir temsilci
olarak sürecin içinde yer alacak. Beşincisi,
SDG bölgesine adına ABD, Şam yönetimi adına Rusya arasında yapılan görüşmelere
her iki taraf için bağlayıcılığı kabul görecek ve sorun çıkartılmayacak. Altıncısı, Suriye’de yeni bir anayasa
tarafların hukuki, politik ve sosyal hakları garanti altına alındıktan sonra
ABD dahil ‘yabancı’ askeri güçler Suriye’den çekilecek. Yedincisi, Ankara-Qamışlı denkleminde Qamışlı’yı desteklemeye devam
ettiğini gösteriyor.
Ankara, askeri güçlerini
Suriye’den zorunlu olarak çekecek
Erdoğan merkezli AKP’nin Ortadoğu politikasının merkezinde Suriye bulunuyordu.
2012 yılından bu yana Suriye’deki iç dengeleri değiştirmek, Esad rejimini
devirmek, kendisine yakın bir İslamcı iktidar kurmak için askeri, politik ve
diplomatik olarak bütün gücünü kullandı. Küresel İslamcı cihatçıları kendisine
‘ittifak gücü seçen’ iktidar, Suriye’de
kalıcılaşan bir strateji izledi. Askeri güçle kontrol altına aldığı, İdlib, El
Bab ve Afrin’i fiilen Türkiye’nin bir toprak parçası gibi düzenlemelere
gitti. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan;
“İdlib’i kaybedersek Hatay’ı kaybederiz” gibi çok ciddi iddialar ileri
sürdü.
Küresel cihatçı örgütlerle ortak çalışan Ankara’nın Suriye politikasın
hiçbir yoruma yer vermeyecek şekilde tamamen başarısız oldu. Türkiye’nin askeri
gücü ciddi bir yorgunluk içinde ve artık bölgede kendisini savunamaz duruma
gelmiş görünüyor. Sürekli saldırıların hedefi haline gelen Türk askeri
birliklerinin İdlib’de kalıcı olmayacağı, olamayacağı görüldü. Bu nedenle Türk
ordu birliklerinin bölgede kalmasında ısrar etmenin ne politik ne de askeri
bakımdan bir anlam ifade ediyor.
2022 yılının Sonbaharına kadar Suriye sorunu Ortadoğu’nun gündeminden
çıkartılarak yeni bir dönem başlayacak. Qamışlı bölge yönetimini ABD, Şam
yönetimini Rusya temsil ediyor. İdlib’deki İslamcı cihatçıları Türkiye temsil
etmek istese de buna açık politik bir cesaret gösterme şansı bulunmuyor. Bu
nedenle Ankara’nın Başta İdlib, Afrin ve El Bab olmak üzere Suriye’deki askeri
varlığının hiçbir gerekçesi kalmadı.
Türkiye’nin Rusya ile yaptığı ortak protokolde Ankara, “İdlib’de radikal
İslamcı örgütlerin elinde bulunan ağır silahlarının toplanması sorumluluğunu
üstlenmesine” rağmen bunun için hiçbir somut adım atmadı. Rusya’nın bu durumu
birkaç kez kamuoyunda açıklaması Ankara’yı oldukça zorda bırakmasının ötesinde
yeni sorunlarla karşı karşıya kalacağını gösteriyor.
Esad yönetimi, Rus askeri güçlerinin desteğinde yeni bir saldırı için bütün
hazırlıkları tamamlamış bulunuyor. Türkiye’nin Rusya destekli yeni bir
saldırıyla karşı karşıya kalmasının askeri ve politik sonuçları beklenilenden
çok daha ağır olacağı açıktır. Adeta çaresizlik içinde bölgede zaman kazanmak
için yeni arayışlara başladı. ABD, Rusya ve Körfez ülkeleri, Türk askeri
birliklerinin Suriye’de çıkması konusunda hem fikirdirler. Bu nedenle
Afganistan’dan çekildikten sonra Suriye’de kalmaktan ısrar etmenin siyasal sonuçları
çok daha ağır olacaktır.
Ankara’nın olası bir Esad rejiminin yapacağı operasyonu geciktirmek için
Moskova ile acil görüşme talebinde bulundu. Putin, Covid 19 nedeniyle karantinada
olduğunu mesajıyla Türkiye’nin görüşme talebini dolaylı olarak geri çevirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’i ikna etmek ve doğrudan bir görüşme alabilmek için
daha S-400’ler meselesi gündemdeyken S-500’leri yeniden dillendirmeye
başlaması, aslında politik çaresizliktir. Birleşmiş Milletler toplantısından
sonra Erdoğan’ın Putin’i ziyaret edeceği söyleniyor. Bu görüşmede büyük bir olasılıkla
İdlib’in Esad rejimine nasıl teslim edileceği ve Ankara’nın Şam ile diplomatik
ilişkilerinin boyutu konuşulacaktır.
Afganistan’daki askeri güçleri
çekmenin ‘Anadolu’nun kaybedilmesi’
olarak değerlendiren zihniyeti ile İdlib’i askeri olarak çekilmenin ‘Hatayı kaybetmek’ anlamına geldiğini
söyleyen kafa yapısı aynıdır. Ankara henüz yeni bir dışı politika oluşturmada
sorunlar yaşıyor dahası ne yapacağını bilmiyor, kafası gereğinden fazla karışık
görünüyor. Burada dikkat çeken bir başka husus; Suriye çöküş stratejisinin
mimarı olan Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu’nun ilk kez süreci doğru
okudu. Davutoğlu; “Yeni bir anayasanın hazırlanması Suriye’nin iç meselesidir.
Federal bir yapı oluşturulsa dahi buna saygı duyarız. Sadece orada bize yönelik
saldırılara asla izin vermeyiz.” Yani devletin, hem Suriye’de kabul görme
olasılığı oldukça yüksek olan ‘Federe Anayasa’yı kabul etmesi hem de DSG ile
masaya oturması hiç kimseye sürpriz gelmemelidir.
Afganistan’da askeri birlikler çekildi. Sırada Suriye ama öncelikli olarak
İdlib var. İktidarın Suriye politikasındaki değişim seçimlerin düşünülenden çok
daha erkene almasını sağlayabilir.
“DR. MUSTAFA PEKÖZ: ANKARA, SURİYE’DEN ÇEKİLMEYE HAZIRLANIYOR” üzerine bir yorum
Sira turkiyenin demokratiklesmesinde