Güncel HaberlerMakaleler

DR. MUSTAFA PEKÖZ: KİM DEMOKRATİK SİYASETİ ŞİDDETE KURBAN EDİYOR.


Mersin’de Polis Evine bir saldırı gerçekleşti. Demirtaş ve HDP saldırıyı kınadı. Bir iki gün sonra da PKK’nin askeri kanadı olarak bilinen HPG saldırıyı üstlendi.

Devlet bu eylemi gerekçe göstererek hem HDP’yi hedef tahtasına koydu hem de CHP’yi köşeye sıkıştırmak istedi. 27 kişi gözaltına alındı ancak bunlardan sadece bir kişi tutuklandı.  Eylem üzerinden HDP ve CHP’nin toplum gözünde suçlu gösterme çabası beklenilen etkiyi göstermedi.

Saldırıdan sonra olaya ilişkin yapılan değerlendirmelerde birkaç nokta ortaya çıktı:

 Birincisi, PKK’nin sahiplendiği bu eylem  nedeniyle ‘terörist’ bir örgüt olarak görülür mü?

İkincisi, Demirtaş ve HDP’nin açıklamaları nasıl yorumlanmalıdır?

Üçüncüsü, İktidar, bu eylemi kendi çıkarları için nasıl kullanacak?

Dördüncüsü, Demokratik Siyaset, Şiddet eylemlerine kurban mı edildi?

Şiddet Eylemlerine Bakış Açısı

Şiddete ilkesel olarak karşıyız diyen eğilim kendi içerisinde oldukça farklılaşıyor. Bunların önemli bir kesimi devletin saldırılarını şiddet olarak görmüyor hatta meşru eylem olarak değerlendiriyor.

Bu alanda içerisinde bulunan nispeten azınlık olan kesim ise kimden gelirse gelsin şiddete ilkesel olarak karşı olduklarını belirtiyorlar. Yani şiddet devlet tarafından da yapılsa da karşı çıkıyorlar. Devletin uyguladığı şiddetin yanında durmadıkları gibi politik mücadelede şiddeti savunanlara da karşı çıkmaktadırlar.

Bir başka eğilim; şiddetin her koşulda başvurulması gereken bir mücadele metodu olmadığını belirten gruptur. Şiddet içerikli bir eylemin meşruluğu, eylemin yaratacağı politik etkileridir. Bu neden hem zamanlama hem de politik-toplumsal koşulları dikkate alınmadan kullanıldığında tersten bir etki yarattığın belirtiyorlar. Döneme tekabül etmeyen eylemler politik-toplumsal güçlere zarar vereceği gibi devlet tarafından karşı saldırı için sıklıkla kullanıldığına dikkat çekiyorlar. Bu nedenle amaç-araç ilişkisini önemsemektedirler. Toplumsal-politik alanın önünü tıkayan şiddet eylemlerine karşı çıkmaktadırlar.  

Bir başka eğilim ise sisteme muhalif olan toplumsal-politik güçlerin tasfiyesinde devlet her türlü aracı kullanıyor bu nedenle devletin şiddetine karşı ezilenlerin toplumsal şiddeti meşrudur tezini ileri sürüyorlar. Politik alanda güçlü olmayı da şiddet üzerinde gerçekleşebileceğine inanıyor.

Terör ve Şiddet Kavramları neyi ifade ede?

Terör ile şiddet arasındaki farklılığın doğru kavranması gerekir. Her terör eylemi şiddeti içerir ancak bir şiddet eylemi terörü içermez. Terör, sosyopolitik bir kavram olmayıp daha çok kriminal bir terim olarak kullanılır.  Gerçekleştirdiği eylemlerde öldürme, korku salma, sindirme, tehdit, şantaj gibi çok yönlü yöntemler vardır. Terör eyleminin hedefinde toplumsal ve etik değerler, hassasiyetler bulunmaz. Eylemin en geniş kesimde korku-panik yaratması için sivil saldırıları esas alır. Örneğin sivil yolcu taşıyan bir arabaya bomba konularak katliam yapmak ya da binlerce insanın bulunduğu sivil bir yaşam alanına bomba patlatmak, kamuya açık alanda herkesin görebileceği bir şekilde kelle kesmek, kalbini söküp almak, ele geçirdiği birini diri-diri yakmak. Terör eylemini esas alanların hiç birinde uluslar arası normlar, kararlar, ilkeler diye bir kural yok. Kontregerilla saldırıları birer terör eylemi niteliğindedir ya da  El Kaide, IŞİD, El Nusra gibi örgütlerin eylemleri böyle değerlendirilebilinir.

Politik mücadelede şiddeti esas alanlar ise  saldırı eylemlerinde sivilleri hedef almaz, sivillerin bulunduğu yaşam alanlarında bu tür saldırılara girilmez, bir eylemde sivillerin zarar görmemesi için hassasiyetini korur  ya da dikkatli olunur. Sivillerin katledilerek toplumsal bir etki yaratmayı ilke olarak reddeder. Uluslar arası hukuk kurallarına uymaya özen gösterir. Örneğin sivil katletmez, özellikle kadınlara ve çocuklara karşı bir eylem planı olmaz. Hedef esasen askeridir. Şiddeti politik olarak uygulayanların bazı eylemlerinde siviller zarar görebiliyor ya da yanlış bir eylem tarzıyla siviller saldırıya hedef olabiliyor. Burada önemli olan ilkesel olarak eylemin ‘siviller yönelik’  olup olmadığıdır.

Devletler, ‘Terör’ Örgütleriyle Masaya Oturdu ve Sorunu Çözdüler

Sıklıkla vurguluyorum: Her devletin bir terörist örgütü var. Ülkenin iç politik sorunlarını çözme becerisini göstermeyenler, kendi terörist gruplarını yaratır. Ancak tarihsel-politik olgular böyle olmadığını gösteriyor.

  • Güney Afrika Irkçı Yönetimi yıllarca savaştığı Güney Afrika Kongresini terörist göndü. Sonra devleti teslim etti.
  • İngiliz Kraliyeti, terörist gördüğü İRA anlaştı. Savaş bitti ve bugün İRA politik bir güç
  • İspanya devleti, terörist gördüğü ETA ile anlaştı, Bugün ETA politik bir güç olarak Bask Bölgesinin en güçlü partisi
  • Kolombiya devleti, terörist gördüğü FARC il anlaştı. Savaş sona erdi. Bugün Kolombiya’nın devlet başkanı 1970’lı yılların bir gerilla komutanı.
  • İsrail devleti, terörist gördüğü Filistin Kurtuluş Örgüt(FKÖ) ile uluslar arası bir anlaşma yaptı. Hamas’ı terörist görüyor ama görüşüyor.
  • İsrail, terörist gördüğü ve yazılı anlaşma yaptığı Hizbullah, Lübnan parlamentosunun en büyük gücü.
  • Mısır’da yıllarca terörist görülen Müslüman Kardeşler Örgütü, Mısır’da seçimleri kazandı ve devlet başkanlığını aldı.

Öncelikle şu noktanın altını çizmek gerekir: Bu grupların hiçbir dönem ‘terörist’  örgüt değillerdi. Bunlar sorunların çözümünde politik şiddeti esasen alan ve uygulayan politik şiddet hareketleriydi. Bir çoğunun şiddet eylemlerinde yanlış tercihler ve hedefler oldu. Ancak bu konuda çok hassas davrandılar. Yeri geldiğinde özür de dilediler.

Bu örgütler askeri şiddetin misyonunu önemli oranda yerine getirdiğini  belirterek sorunların çözümünü politik-diplomatik alana kaydırdılar. Uzun mücadeleler sonucunda  ‘düşman’ güçler ortak çözümler üzerinde anlaştılar. Devletler, ülkedeki stratejik sorunları  kalıcı olarak çözmek ve daha güçlü bir konuma gelmek için yıllarca savaştığı ve ‘terörist’ gruplarla anlaşmayı bilirlerse kendilerini yenilemiş ve geliştirmiş olurlar.  

PKK, Sosyo-politik bir harekettir,

PKK, belirli bir strateji içerisinde politik mücadelesinde şiddeti esas alarak kurulmuş bir harekettir.  Süreç içerisinde önemli bir toplumsal bir güç haline geldi. Yukarıda sıraladığımız, ETA, İRA, Hizbullah, Hamas, FKÖ, FARC gibi örgütlerden çok daha geniş bir toplumsal tabanı bulunuyor. Toplumsal tabanı, Türkiye’nin sistem içi dinamiklerinde dengeleri değiştirecek bir güç. HDP’nin tabanının aynı zamanda PKK’nin doğal tabanı olduğunu en iyi devlet biliyor. Bu nedenle HDP seçmeninin yani PKK’nin doğal tabanının desteklemediği hiçbir aday cumhurbaşkanı seçilemez.  

PKK, Silahlı mücadele yerine politik alanda siyaset yapmak istedi/istiyor.

PKK en güçlü olduğu 1990’lı yıllarda dönemin cumhurbaşkanı Özal’ın talebi üzerine, Öcalan tek taraflı ateşkes ilan etti. Sonraki yıllarda tek taraflı ilan ettiği ateşkesin sayısı unutuldu. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra çağrısı üzerine PKK askeri güçlerini Türkiye dışına çıkarttı. Çekilme sırasında PKK, bin’e yakın silahlı gücünü kaybetti. Çözüm sürecinde Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK yine tek taraflı ateşkes ilan etti ve silahlı güçlerinin önemli bir kesimini Türkiye’nin dışına çıkarttı. PKK, çözüm sürecini desteklemek için silahlı güçlerinden bir grubu sembolik olarak Türkiye’ye gönderdi. Habur Sınır Kapısında ifadeleri alınarak serbest bırakıldılar.Demek ki istenildiğinde bu meseleler konuşuluyor.

 Öcalan’ın politik-ideolojik değerlendirmelerine paralel olarak ‘devlet’ kurma talebinden vazgeçen ve strateji değişikliğine giden PKK sorunun şiddet olmaksızın politik-diyalog yoluyla çözülmesi için gerekli adımları atmaya hazır olduğunu sıklıkla tekrar ediyor.  Politika ve devlet ilişkilerinden az çok anlayan herkes şiddetin tek taraflı bitmeyeceğini bilir. Şiddetin bitmesi için tarafların psikolojik, toplumsal ve politik olarak buna hazır olması gerekir. Şiddetin devre dışı bırakıldığı ülkelerin hiçbirinde tek taraflı bir süreç yaşanmadı. Karşılıklı diyalog ve görüşmelerle bu süreçler aşıldı.

Kim Çözüm sürecini Bitirmişse Demokratik Siyaseti Şiddete Onlar Kurban Etti

Türkiye’de ‘Çözüm Süreci’ son derece kıymetli ve önemliydi. Süreç bütün zorluklara rağmen yürüdü ve bilinen ünlü Dolmabahçe toplantısı gerçekleşti. HDP Heyeti ile AKP’li bakanların katıldığı heyet görüşmeleri tamamlandı, anlaşma sağlandı ve protokoller hazırlandı. İlanı yapıldı ama aynı gün cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe görüşmelerini tanımadığını açıklayarak kendi hükümetine bakanlarına darbe yaptı. Böylelikle süreç sona erdi. Askeri operasyonlar kapsamı artarak yeniden başlatıldı. Türkiye hızla çatışmalı alana girdi. Şimdi sorma zamanıdır: Kim Demokratik Siyaseti Şiddete Kurban etti. Kürtleri temsil eden HDP mi Devlet adına karar veren AKP iktidarı mı? Siyaset doğru analiz yapmak kadar aynı zamanda Vicdan işidir?

HDP’nin ve Demirtaş’ın çizgisi net: Çözüm demokratik siyasette

HDP kurumsal olarak parlamentoda olan ve demokratik siyaseti esas alan,  çözümü parlamentoda  ve politik ilişkilerde gören bir parti olarak şiddete karşı olması gayet doğaldır ve olması gerekendir. Aynı şekilde Demirtaş’ın Kürt sorunun demokratik çözümünü esas alması ve buna uygun politik bir çizgi belirlemesi, şiddetin çözüm alanı dışına çıkartılması için açıklamalar yapması da gayet doğaldır. Türkiye’nin politik denklemini belirlemede önemli bir toplumsal güce sahip olan ve önümüzdeki parlamentoda hem kilit hem anahtar rolü üstlenen HDP’nin ve onun eski eş Başkanı Demirtaş’ın ısrarla şiddet dışında demokratik çözüme vurgu yapmaları doğru bir politik perspektiftir. Ancak HDP, politik yaklaşımlarında sorunun çözümünün tek yanlı olmayacağına da dikkat çekiyor. Demirtaş’ın açıklamalarını dikkatle takip eden biri olarak, çözümün tek taraflı olmayacağını da vurguladığını anlayabiliyorum. Bu nedenle hem HDP hem de Demirtaş’ın politik yönelimlerini başka alanlara çekmenin hiçbir anlamı yok. 

Mersin’deki eylem üzerine HDP’nin ve Demirtaş’ın yaptığı açıklamanın özü,  şiddetin olmadığı ve sorunun demokratik siyaset içinde çözülmesi gerektiğidir. Bunu başka yorumlamaya kalkmak, Kürt politik hareketini ‘terörist’ görme eğilimini çıkartmaya çalışmak açık bir zorlamadır. Tarafları şiddetin dışındaki politik araçlara yönlendirmek istiyorlar.  

İktidar elindeki bütün politik araçları kullanıyor ama hiçbirinde etkili olamıyor, toplumsal tabanını kaybetmeye  başladığını iktidara yakın kamuoyu şirketleri tarafından da kabul edilmeye başlandı. Kuzey-Doğu Suriye ve Irak Kürdistan Bölge Yönetimi alanındaki operasyonların bir etkisi olmadı, Kıbrıs ve Ege krizinde bir sonuç çıkmadı. Ekonomik kriz artık yaşanmaz halde ve toplumu tamamen etkisi altına aldı. Elinde tek bir araç kaldı: İç çatışmalı ortamı arttırmak. Bundan da başarılı olmaları oldukça zordur. Bu nedenle sistem içi dengelerin pozitif olarak değişmeye başladığı bir dönemde, iktidarın kullanabileceği eylemler konusunda dikkati olmak gerekir.

Kısaca uzun sözün kısası: Demokratik siyaseti şiddete kurban edenler, HDP başta olmak üzere Kürtlerin politik temsilcileri ve yöneticileri değil bizzat iktidarın kendisidir. Bu gerçeği görürsek sorunu daha iyi analiz ederi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir