Bir insanın bildiğini sandığı bir şeyi öğrenmesi imkansızdır. Savaş ve barış da; karanlık ile aydınlık, iyi ile kötü gibi birbirinden tamamen farklı, birbirine tamamen zıt gerçeklerdir. Kürt basın ve medyasında “Mersin de yaşanan şiddet eyleminden önce yaklaşık beş yıldır demokrasinin gelişmesi için meşru savunma amacıyla dahi olsa hiçbir şiddet eylemi yapılmıyor ve demokratikleşmeye olağanüstü bir önem atfediliyordu. Artık kuzeyde demokratikleşme, demokrasinin gelişmesi için sürdürülen bu tek taraflı eylem ve şiddetsizlik durumu olmayacak”. Kürt medyasındaki sunucu ve yorumcular bunu dillendiriyor. Tabi bu konu tartışılabilir ve herkes demokrasi çerçevesinde kendi görüş ve fikirlerini dile getirebilir.
Türkiye’de son on yıldır seçimlerde iktidar ile muhalefetin Kürtleri yedek oy deposu ve stepne olarak kullanma dışında farklı bir yaklaşım sergilememeleri bu durumu doğuran en temel nedendir. Türkiye siyasetinde Kürtler cürümleri kadar bile bir yer kaplamıyorlar. Oysa 13 milyon oy alan bir parti sıradan bir demokraside ya iktidar ortağı ya da saygın bir muhalefet partisidir. Türkiye de tam tersi. İktidar da, muhalefet de, Kürt partisine hak ettiği yaklaşımı sergilemiyor. Tabi bu durumun birincil sorumlusu son yirmi iki yıldır Kürt hareketine demokratik temelde bir mücadele yürütme alan ve imkânı vermeyen Türk devleti, iktidar ve muhalefetiyle Türkiye siyasetidir.
Kürtlere zinhar hiçbir şekilde uygar, barışçıl ve siyasal bir çözüm kapısı açılmıyor. Sadece şiddet ve silah yoluyla tasfiye etme, siyasetinde tüm partilerin Kürtlere yegâne yaklaşımı Kürt oylarını kapmak ve Kürtleri kirli bir paçavra gibi kullanıp atmanın dışında bir yer ve rol verilmiyor. 2013 ve 2015 yılları arasında yürütülen çözüm sürecini bunun dışında tutmak gerekiyor. O süreç tüm tartışmalı yanlarına rağmen ciddi ve illeri bir adım teşkil ediyordu. Tüm taraflarca elbirliğiyle ilerletilemedi. Sonra bilinen Dolmabahçe mutabakatının kamuoyuna okunması ve hemen ardından ret inkârın devreye girmesi gerekçesiyle çözüm süreci önce buzdolabına kaldırıldı. Ardından da yok sayılmaya başlandı.
Bu süreçte kabahatin bir kısmı Kürtlerin taleplerini dikkate almayan devlet, hükümet ve siyasi parti ve yönetimlerinde bir kısmı da Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinin çıtasını ışık hızıyla en alt düzeye çeken, Türkiye’nin demokratikleşmesine indirgeyen siyaset acemisi Kürt siyasi partileri, önder kadrolarındadır. Dün bu hatalar gelecek öngörülmüş ve işlenmemiş olsa idi, bugün bu sorunlar yaşanmayacaktı. Bugün dahi bu hatalar gerçekten de görülmüş ve bu hatalardan bir ricat-dönüş durumu varsa ki Kürt basın ve yayınlarına yansıdığı kadar öyle olduğu görülüyor. Bu durum bir Vaka-î Hayri’yedir. Sevgili Selahattin Demirtaş’ın da objektif konumu gereği barış ve demokrasi çizgisini savunmada ısrarlı olması bunu dubara bir biçimde açıklama gereği hissetmesi de kendi barışçıl stratejik rolü ve konumu gereğidir. Yeni sürece yanlış veya karşıt bir tutum takınma değildir. Belki yetersiz bilgi ile yapılmış ilk değerlendirmeler, doğru bilgilerin ulaşmasıyla ufak tefek pürüzler ortadan kalkacaktır. Türkiye siyasetinde barış ve demokrasiyi ilkesel bir temelde savunmak en başta Selahattin Demirtaş’ın görevidir. Bu konuda hiç kimse mevcut durumdan fitne çıkarmak isteyenlerin oyununa gelmemelidir. Burada İslam peygamberinin buyurduğu gibi; Muhammed’i bir duruş şarttır.
Ebu Hüreyre’nin nakline göre Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur. “İleride birtakım fitneler çıkacaktır. Fitne zamanlarında oturan kimse, ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran da yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen ise koşandan daha hayırlıdır. Fitneye göz diken onun kahrına uğrar. Her kim o zaman iltica edecek veya sığınacak bir yer bulursa hemen ona sığınsın.” Meseleye yaklaşımın özü ve temeli bu olmalıdır. Sevgili Selo Başkan’a hakaret etmek fitnecilerin ekmeğine objektif veya subjektif olarak yağ sürmektir. Tersi bir durumda da bilip bilmeden, değişen süreci, iç-dış dinamiklerini, nedenlerini, gerekçelerini, efradını cami ağyarını mâni bir şekilde araştırıp öğrenmeden kesinlikli bir biçimde ve katı-sert bir şekilde yaklaşmakta doğru değildir.
Barış, demokrasi ve özgürlük uygarlık doğuran bir millet olan ayrımsız tüm Kürtlerin en temel talebi, istemi ve arzusudur. Elbetteki tek bir insanın tek damla kanı dökülmeden Kürt sorununu diyalog, müzakere, siyasal ve diplomatik yollarla çözmek insan olan herkesin arzusudur. Lakin mevcut realite apayrıdır. İster Türk olsun ister Kürt olsun samimi, dürüst demokrat olan herkesin birbirini ya da tek taraflı bir biçimde bir kesimi suçlamayı bırakıp derhal bu akan kanı durdurmak için ne yapabiliriz demesi ve kalıcı barış ve gerçek anlamda demokratik bir çözüm için harekete geçmesi gerekiyor. Mevcut sistem ret ve inkardan bir milim şaşmış değil. Muhalefet iktidardan daha çok sistem bekçiliğine gönüllü ve Kürtleri nasıl kandırabilir ve oylarını alabilirimin derdinde. Kürde düşen bu kördüğümü acil ve köklü bir şekilde çözmektir.