Türkiye’de devletin belki de en büyük açmazı hem uluslar arası ilişkilerde hem de iç politikada esnek olmayı becerememesidir. Diplomasi ve politik merkezli çözümlere esasen kapalı olduğundan bütün sorunların çözümünü savaş veya şiddet politikasından arıyor. Bu nedenle hem bölgesel ilişkilerde izlediği siyaset hem de içte yapısal bir krize dönüşen Kürt meselesinin çözümünde şiddeti esas alıyor. PKK ile kesintisizce devam eden 40 yıllık çatışma Genel Kurmay Başkanlığının tanımına göre ‘düşük yoğunluklu savaş’ olarak tanımlanmaktadır. Ancak veriler bunun esasen ‘orta yoğunluklu’ bir savaş düzeyinde devam ettiğini gösteriyor. Devletin kendi açıklamalarına göre PKK ile yürütülen ‘düşük’ yoğunluklu savaşta yaklaşık 1 trilyon dolar harcanmış. Belki de gerçek rakam bunun çok ötesindedir. Türkiye’nin kamu ve özel şirketlerin toplam dış borcunun 2,5 katı kadardır.
Ortada olan gerçek durum ise 40 yıldır PKK’nin tasfiye edilememiş olmasıdır. Burada ortaya çıkan sonuç, savaşın boyutları farklı da olsa, sorun askeri olarak çözülemiyor. Bu gerçeğin bilince çıkartılması artık bir zorunluluk olup, çözümün doğrudan politik alana taşınması gerekiyor. Bunun dışında başka bir çözümün olmadığı da yüksek sesle dile getirilmelidir.
Devletler ‘teröristlerle masaya oturur mu?
Türkiye’de sorunun en önemli hadikaplarından biri budur. Devletin belirlediği stratejide ‘teröristlerle veya bir terör örgütüyle masaya oturulmaz.’ Burada öncelikli olarak ‘terörist’ ya da ‘terör örgütü’ kavramı gündeme geliyor. Dünya genelinde kabul görmüş bir terörist’ kavramı bulunmuyor. Bu kavram sosyolojik-politik bir değerlendirmeye tabi tutulmadan tamamen ülkelerin iç politik durumuna göre tanımlanmaktadır. Bu nedenle ‘terörist’ esasen ‘kriminal’ bir kavram olarak askeri terminolojide ön plana çıkmaktadır. Bir çok ülke iç politik durumundan kaynaklı çözümde şiddeti esas olan sosyo-politik örgütler ‘terörist’ olarak görülmekle birlikte verdiği mücadelenin toplumsal içeriği ve beslendiği sosyolojik yapı nedeniyle bir süre sonra politik temsilciler olarak kabul ediliyor. Yani zamanı geldiğinde ‘terörist’ örgütlerle politik olarak masaya oturuluyor.
Dünün terörist örgütleri-liderleri bugünün politik güçleri olarak çözümde rol alıyor
Bir dönem devletler tarafından “terörist” görülen örgütler, yıllar sonra parlamentoda temsil edilmeye hatta iktidara gelip devlet yönetmeye başladılar.
Güney Afrika Ulusal Kongresi bir dönem “terörist” bir örgüt olarak bilinirdi. Mandela örgüt lideri olarak 27 yıl cezaevinde kaldı. Sonra Güney Afrika Cumhuriyeti’nin devlet başkanı oldu.
Filistinli El Fetih örgütü bir dönem İsrail, İngiltere ve ABD tarafından “terörist” bir örgüt olarak ilan edildi. Lideri Yasar Arafat, “terörist” olarak yıllarca arandı. Sonra Filistin lideri olarak İsrail ile Barış Anlaşması imzaladı.
Birleşik Krallık/İngiltere, yıllarca çatıştığı ve terörist gördüğü IRA ile barış anlaşması yaptı. Silahlı mücadeleye son veren IRA adına Gerry Adam ile görüşmeler yapıldı. İrlanda Özerk Bölgesinde seçimlere katılarak parlamentoda önemli bir güç oldu
İspanya devleti, terörist gördüğü ETA ile barış anlaşması imzaladı. ETA da anlaşma gereği silahlı mücadeleye son verdi ve legal siyasal partisi Özerk Bask bölgesinde seçimlerde başarılı sonuçlar aldı.
Kolombiya’da yıllardır devlet ile FARC arasında devam eden savaşta yaklaşık 75 bin kişi yaşamını yitirdi. Ancak yakın dönemde iki güç arasında politik-barış anlaşması yapıldı. FARC silahlı mücadeleyi durdurarak seçimlere katıldı ve parlamentoda temsil edildi. Kolombiya’nın bugünkü cumhurbaşkanı 1970’li yılların bir gerilla komutanı.
Burada ortaya çıkan sonuç şu: Sorunların çözümü, doğrudan muhataplarıyla gerçekleşiyor. FKÖ ve Arafat ile görüşülmeden Filistin sorununda tek bir adım atılmazdı. İRA ile görüşülmeden İrlanda sorunu çözülemezdi. ETA ile görüşülmeden Bask sorunu çözülemezdi. Afrika Ulusal Kongresi ve Mandela ile görüşülmeden Irkçı rejimin çözülmesi sağlanamazdı. Kolombiya’da FARC ile görüşülmeden iç savaş bitirilemezdi. Bu tarihsel gerçekler kabul edilmeden sorunların çözülmesinin mümkün olmadığı görülüyor. Mevcut örneklerde çözümde dikkat çeken temel nokta: bir biçimiyle uluslar arası güçlerin ve aktörlerin devreye girmiş olmasıdır. Bu noktanın son derece önemli olduğuna dikkat çekmeliyiz.
PKK ve Öcalan Aşılarak Kürt Sorunu Çözülmez
Türkiye’nin devlet politikasında etkin olan eğilim, ‘teröristlerle masaya oturmak’ yengili olarak kabul edilir. PKK ile politik olarak görüşülmesi ya da Kürt sorunun çözümü için Öcalan ile müzakere edilmesi yenilgi olarak değerlendiriyor. Bu nedenle 40 yıldır devam eden ‘düşük yoğunluklu savaş’ı bitirmek yerine sonsuza kadar devam ettirme anlayışı prensip olarak kabul görüyor. Devletin böyle bir stratejiyi benimsemesi kuruluş felsefesinde geliyor ve arka planında bölünme korkusu olduğu biliniyor.
Türkiye’de kendisini aydın, entelektüel, yazar, araştırmacı, gazeteci, politikacı olarak tanımlayan ve toplumu yönlendirmede önemli bir güç olan grubun da PKK’nin ve Öcalan’ın aşılması yönünde sürekli fikir beyanında bulunmaları dikkat çekicidir. Sol’dan Sağ’a kadar geniş bir yelpazeyi oluşturan bu grup, devletin PKK’ye bakış açısını esas alan bir yönelim içerisinde oldukları görülüyor. Bu nedenle PKK’nin ve Öcalan’ın devre dışı tutan, politik bir güç olarak görmeyen ‘yeni’ bir politik hat oluşturmaya çalışıyorlar. Kürt sorununu, Kürtlerin politik temsilcilerinin masada olmadığı devletin temel eğilimin esas alan bir çözüme dahası yeni bir çözümsüzlüğe odaklanmaya çalıştıkları söylenebilir.
HDP’nin çözümün adresi değil PKK ve Öcalan’ı aşma aracı olarak görülmesi
HDP, Kürt sorunun politik bir süreç içinde çözüleceğine inanıyor. Çözüm yeri parlamento diyor. Sorunun çözümünde doğrudan muhatap olduğunu da açıkladı. Bunun için silahların susması için politik bir ortamın oluşturulması gerektiğine dikkat çekti. HDP’nin bu yaklaşımına karşılık söylenen şu; Terörle yani PKK ile arana mesafe koy. Yani PKK ve Öcalan’a karşı devletin Kürtsüz çözüm politikasını destekle. HDP’nin kapatılıp-kapatılmamasındaki gizli anahtar da, devletin belirlediği stratejiyi kabul etmesidir. Bunu ilan ederse kapatılmaz. O zaman da HDP’nin politik misyonu biter. Yani devlet, hem kapatarak hem de PKK-Öcalan ile karşı karşıya getirerek tasfiye etmek istiyor.
Peki, HDP’nin Kürt sorunun çözümünde PKK ve Öcalan’ı aştığını ilan etmesiyle Kürtlerin toplumsal-politik talepleri çözülür mü? Çok açık ki çözülmeyecek. Bunu en iyi bilen devletin kendisidir. Bunun için HDP’yi politik olarak kontrol altına almak istiyor.
PKK’yi ‘terörist’ görmek ayrı toplumsal bir güç olduğunu söylemek ayrı
Devlet, politik partiler, bazı kurumlar veya bireyler, PKK’yi ‘terörist-bölücü’ görebilir. Ancak bu değerlendirme PKK’nin toplumsal bir güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aynı zamanda devletin ve politik partilerin bildiği en büyük gerçek şu: HDP’nin sosyolojik tabanın çok büyük bir kesimi ile PKK arasında duygusal/ruhsal bir bağ var. Öyle ki PKK’nin askeri güç olarak etkisizleştirilmesi dahi bu gerçeği değiştirmez. Newroz etkinlikleri ya da devletin bütün baskılarına rağmen HDP’nin Kürt illerinde açık ara birinci parti olması bu gerçeğin bir yansımasıdır. HDP, bu politik-toplumsal gerçeği açıklaması ve anlatması gerektiği gibi devletin de bu gerçeği kabullenmesi ve çözümü bu realitiye göre oluşturması gerekir.
Öcalan ile görüşülmesi sorunun demokratik çözümünü etkiler
Türkiye bir çözüm süreci yaşadı. Bugünden geleceğe önemli deneyler ortaya çıkarttı. Burada görülmesi gereken temel husus her politik aktör görevler üstenebilir ama bazılarının rolleri çok daha belirleyici ve çözüm odaklıdır. Kürt sorunun, silahların olmadığı, demokratik siyaset içerisinde çözülmesinin zamanı gelmiştir. Bu sorunun çözümünde devlet kendi politik-diplomatik sorumluluğunu yerine getirmekten tereddüt etmemelidir. İkincisi bu sorunun bir tarafı kabul edelim, etmeyelim PKK’dir. Sorunun politik çözümünün merkezi parlamento da olsa silahların susması ve karşılıklı güvenin tesisi için Öcalan’ın mutlak bir şekilde rol üstlenmesi gerektiği açıktır. Öcalan’ın da silahsız çözüm sürecini savunduğu ve aktif olarak desteklediği biliniyor. Devletin yürütmüş olduğu çözüm sürecindeki müzakere deneyiminde bu durum çok net olarak görüldü. Şu gerçeğin kabul edilmesi gerekir; PKK’yi sadece Öcalan ikna eder. Bunun için de geçmişte olduğu gibi kanalların oluşturulması gerekir.
Liderlerin ve Örgütlerin aşılması yerine sorunların çözümü esas alınmalıdır
Güney Afrika’daki ırkçı rejim, 27 yıl hapiste tuttuğu Mandela ve Ulusal Kongreyle resmi anlaşma yaptı. İsrail, terörist gördüğü Filistin Kurtuluş Örgütü ve lideri Arafat ile barış anlaşması yaptı. İngiltere yıllarca savaştığı İRA ve liderleriyle İrlanda sorunun çözümü için anlaştı. İspanya ve Fransa, Bask sorunun çözümü için ETA ile anlaştı. Kolombiya’da devlet FARC ile politik çözüm için masaya oturdu. Terörist görülen Taliban, bugün Afganistan’da devlet yönetiyor. Bütün bunlar politik dünyanın yaşanan gerçekleridir.
Dün terörist görülenler bugün devletleri yönetiyorlar. Ne yapılırsa yapılsın bu gerçekler yok edilemez. Türkiye’de sorunların çözümüne odaklanırken dünyanın örneklerini önümüze koyalım
PKK’nin Öcalan’ın aşılması gibi Kürtlerin sosyo-politik gerçeğiyle uyuşmayan söylemler yerine daha objektif ve çok yönlü düşünülerek adımların atılması veya politikaların oluşturulması gerekiyor. Kürt sorunun çözümü, Türkiye’nin demokratikleştirilmesinin en önemli halkasıdır. Bu gerçeğin bilince çıkartılması gerekir. Oturduğumuz yerde partilerin ve liderlerin aşılmasını konuşmak yerine toplumsal gerçeği dikkate alarak çözümler üretmeliyiz. Bunu için devlet merkezli düşünsel sistemi yerine toplumsal dönüşüme odaklı politikalar geliştirmek çözüme en büyük katkıyı sunar.
“Dr. MUSTAFA PEKÖZ: ÖCALAN VE PKK’Yİ AŞMAYI İSTEMEK KÜRT SORUNUN ÇÖZMEZ” üzerine bir yorum
Gerçekten teşekkürler sevgili Mustafa yoldaş..
Kürt sorununa yönelik çalışman, PKK ve HDP’nin, yüzünü Türkiye toplumuna böyle açık anlaşılır anlatmanı yürekten kutluyorum..
Sevgilerimle. Aşk ile..