Güncel HaberlerMakaleler

Dr.Mustafa PEKÖZ: SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN KOBANİ DAVASI MANİFESTOSU


Demirtaş’ın ‘Kobani’ davasında esasa ilişkin savunması bitti. Doğal olarak hemen herkes, Demirtaş’ın nasıl bir savunma yapacağını merak ediyordu. Mahkemeler yargılayandır ve ‘sanık’ ise yargılanandır. Demirtaş ise 25 Aralık 2023-08 Ocak 2024 tarihleri arasında yapmış olduğu savunma boyunca yargılanan değil yargılayan oldu. Demirtaş, zaman zaman kendisine yönelik ileri sürülen suçlamalara arada yanıt verse de savunmanın esasını, yüz yıldır çözüm bekleyen ama çözülmesi istenmeyen Kürt Sorunun tarihsel, sosyolojik ve politik dayanakları üzerinden yürüttü.

 Kobanı savunmalarının tarihsel önemi

Demirtaş savunması bir manifesto olarak tanımlandı. Peki neden bir manifesto olarak görüldü ? 1980-1984 yılları arasında Diyarbakı Sıkıyönetim Mahkemelerinde yapılan savunmalar, Kürt Politik Hareketi açısından politik ve psikolojik bir sıçrama yarattı. Kürtlerin toplumsallaşmasında ve bugünkü güce ulaşmasında Diyarbakır Sıkıyönetim mahkemelerindeki savunmaların ve Diyarbakır cezaevindeki direnişin çok önemli bir rolü vardı. Arada 40 yıl geçmesine rağmen bu etki halen devam ediyor.

Demirtaş’ın savunması da bu tarihsel miras üzerinde yükseldi. Bir bakıma tarihsel, sosyal, politik ve ideolojik hafızanın yenilenmesini sağladı denebilir. Kobani davası, sıradan bir yargılanma olmayıp, Kürtlerin politik geleceğine yönelik belirlenen stratejinin görünür halidir. Bu durum hem devlet hem de Kürt Politik Hareketi içinde böyledir. Devlet, Kuzey-Doğu Suriye’deki fiilen devletleşen Özerk Yapıya karşı, Türkiye’deki politik tutumunu Kobani davasındaki yargılamalarla cevap veriyor. Kobani savunmaları da, tersine Özerk yapının sosyo/politik geleceğine verilen tarihsel bir desteği ifade ediyor.

 Demirtaş : ‘İsmine Kobani Denilen Davada Kürtlerin Temsilcileri, Siyasetçileri Yargilaniyor’ derken devletin Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik bakış açısını ortaya koyuyor.

Demirtaş savunmasında: “Kobanî de Kürdistan’ın bir kasabasıdır. Sınırın öbür tarafında kaldığı için kimse düşman göremez. Vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti de diyemez! Orada IŞİD barbarlarınca katliam yapılmasına izin veremeyiz ki yakın zamanda kısa süre önce Şengal’de, Musul’da çok açık trajediler yaşandı. Buradan baktığımızda siz başka bir şey görebiliyor olabilirsiniz ama biz kardeşlerimizi görüyoruz. Kardeşlerimiz tehlike altındayken biz burada davul zurna çalıp keyif yapamayız. IŞİD’in saldırılarına karşı dünyayı duyarlı kılmamız lazım. Tehdit olarak görülen budur. Korkulan budur. Ortalama bir Türk şunu sormaz; ‘Kobanî bir Kürt şehri ise tam bitimindeki Suruç nedir?’ Türkiye’de birçok insan Rojava’ya IŞİD’in saldırısı ile orada Kürtlerin yaşadığını öğrendi. Tarihte yok, eğitim kitaplarında yok. Onu da unutturmak için Ayn-el Arap diyorlar. Tarihi bir kasaba değil ki orası. Kobanî ismi de bir şirket isminden geliyor. Orada bir İngiliz şirketi petrol arıyor, Kürtler ona Kobanî diyor. Orası Ayn-el Arap olsa ne olur, Ayn-el Türk olsa ne olur? Aynı duyguyu Bakü için hissettiniz mi? ‘Ermenistan haydut devlet. Sahada da yanınızdayız’ diye onlarca manşet haber var. Peki bin yıllık kardeşlerimiz Kobanî için niye atmazlar? Azerbaycan Türkleri için İHA SİHA gönderen Türkiye, Kobanî için tweet atmış olan bizleri niçin katil, terörist ilan eder?” Demirtaş’ın savunmasında özellikle Kürt Kobani kasabasına dikkat çekerek esasen devletin politik stratejisini deşifre ediyor. Böylelikle devletin, Kobani davası üzerinden yaptığı yargılamanın esasen Kürtlerin tarihsel-toplumsal kimliğinin reddiyle veya inkarıyla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Demirtaş, « Çünkü hala ismine Kobanî Davası denilen dava adı altında Kürtlerin temsilcileri, siyasetçileri yargılanıyor » vurgusu oldukça önemlidir.

Demirtaş, Yanlış algılanan doğruları yeniden düzeltiyor: “Kürdüm, anavatanım Kürdistan”

HDP’nin Kürt sorunun demokratik siyaset içerisindeki çözümüne ilişkin belirlediği doğru politika, yanlış okundu ve Kürtlerin sosyolojik, politik ve kültürel taleplerinin gündemleştirilmesi arka planda kaldı. Halbu ki Demokratikleşme stratejisinin en önemli faktörü ; Kürtlerin politik taleplerinin doğrudan karşılanmasıyla ilişkiliydi. Mesele doğru tanımlanamayınca, Kürtlerin sorunlara sahip çıkma algısını da etkiledi. Kürt illerinde dahi ruhsal bir kopuş yaşanmaya başladı. Toplumu etkileyen güncel sorunlar, Kürtlerin stratejik meselesinin önüne geçti.  Bu durnum giderek doğallaştı ve Kürt sorunu üzerinden yapılan tartışmalar cazibesini kaybetme eğilimine girdi. Kürt seçmeninin HDP’den kopmasında bu sürecin önemli bir etkisi vardı.

Savunmasında Bu salonda bizim şahsımızda Kürt ve Kürdistan gerçeği mahkum edilmek isteniyor. Ben Kürdüm, anavatanım Kürdistan’dır, her iki kimliğim onurdur, kimse bu değerleri yargılayamaz” diyen Demirtaş, bir bakıma hem yanlış algıları düzeltmeye hem de Kürt sorunun tarihsel ve sosyolojik varlığını yeniden canlandırmaya yönelik önemli bir mesaj verdi. Sadece tarihsel ve sosyal bir tanımlama yapmakla kalmladı aynı zamanda, devletin Kürt sorununa stratejik yaklaşımını da deşifre etti. Kürt sorunun bölgesel yansımalarını değrelendirirken aynı zamanda sorunun demokratik çözümüne ilişkin görüşlerini ve önerilerini de ortaya koydu.

Demirtaş: ‘Kürtleri Ve Kürdistan’i İnkar, İnsanliği İnkardir’ tepsiti oldukça dikkat çekti: “Tarihsel açıdan da bizi yargılamaya hakkınız yok. Neden bize haksızlık yapılıyor, onu netleştirmeye çalışıyoruz. Kürtlerin gönlü barış, kardeşlik için atar. Kürdistan ana vatanıdır ve bunu gönlünden çıkaramaz, ana vatanını çıkarıp atamaz. Kürdistan dediğimiz de Hakkari’den Şırnak’tan ibaret değildir. Yok etmeye çalıştığınız da yok olmuyor. Kürtleri ve Kürdistan’ı inkar insanı, insanlığı inkardır. Kürt milletinin bir tarihi vardır. Bu inkarı kabul edersek onursuz oluruz. Bunu inkar eden birisinin riyakar olduğunu çok iyi bilirsiniz. Başka birinin kimliğini inkar eden biriyle karşılaşsak kendimizden utanıyoruz. Bir siyahi, siyahiliğinden utanırsa beyaz olmak isterse biz üzülüyoruz. Utanç duyuyoruz. Bize Kürtlere bu dayatılıyor. Köle lazım size! Hayır, biz özgür insanlarız, bizim milli marşımız var. Kaç Türk bunu biliyor?”

Özellikle HDP’nin ya da bugünkü DEM Parti’nin etnisite bakımından Kürt sorununu hiç bir şekilde ikinci plana atmadığını, ‘Kürt ve Kürdistan’ gerçeğinin politik stratejisinde belirleyici bir öneme sahip olduğunu belirtmiş oldu. Bu yönde gelen eleştirilere de bir biçimiyle cevap verirken aynı zamanda ‘Kürdistan’ın tarihsel bir olgu olduğunu, inkar etmekle hiç bir sonucun değişmeyeceğini’ belirtti. Kürt toplumu içerisinde bu yönlü ciddi eleştirilerin varlığı dikkate alındığında, Demirtaş savunmasının bir bakıma eleştirilere pozitif yönlü bir cevap niteliğinde olduğu söylenebilir.

Demirtaş, Kobani davasının politik arka planı olan: Devletin ırkçı/milliyetçi ideolojik dayanaklarını deşifre etti:

Savunmasının hemen her aşamasında devletin Kürtleri kabul etmemesinin stratejik bir sorun olduğunu ve özellikle devletin ideolojik dayanaklarının Kürtlerin inkarı üzerinde geliştiğine dikkat çeken Demirtaş; “…Milliyetçilik kavramı çıkınca hızla bu kavrama sarıldılar. ‘Türk kimdir’i çok tartıştılar. Bunu Türk aydınları yaptılar. 64 bin kişinin kafatası ölçülür, buna Mustafa Kemal bizzat destek verir, Afet İnan’a destek verilir ve bunun üzerinden antropoloji çalışmaları yapar. Yusuf Akçura, Afet İnan gibi Türk milliyetçileri hem ırk hem de kafatası ölçülerinden yola çıkarak Türkçülüğü tanımlamaya çalışırlar. Tek millet tek halk fikrini oluşturmaya çalışırlar. Büyük şanlı ve milli bir geçmişe ihtiyaç vardır ama yeni tanımlanan Türkün milli ve şanlı bir geçmişi yoktur. Selçuklu’dur ve Osmanlı’dır, orada da başarı ümmete aittir. Osmanlı Sarayı’nda Türk kavramı aşağılanma sebebidir. Ötekidir orada. Bu ötekileşmiş, aşağılanmış, özgüvenini yitirmiş kimliğe yeni ve şanlı bir taraf kazandırmak kolay değildir. Türk Tarihi Kurumu burada devreye girer, ona Türk tarihi yazdırılır, Güneş Dil teorisi oluşturulmuştur. Bütün ırkların Türklerden türediği sözde bilim adı altında yazılır çizilir. Mustafa Kemal o tarihlerde yaşıyor, bunları destekler. Kürt ve Kürdistan beylerine ‘ellerinizden öperim’ diyen Mustafa Kemal’den eser yoktu.”

Demirtaş Soy Bağı kavramanı değerlendirirken şunları belirtiyor: “Soya bağlıdır soydaş yani ırkdaş diyor. Azerbaycan’a tek millet iki devlet denir, Kürtlerin Irak’taki devletine düşman denir. Anayasal olarak ben Türküm ama Bulgaristan’daki, Irak’taki Türk Türk değil. 1930’larda yapılan Türklük çalışmaları o kadar içinden çıkılamaz hale getirilmiş ki Türk kimdir tanımlanamıyor. Türkler Türkün kim olduğunu bilmiyor. Aslında ortada bir çatışma yok. Çünkü Türklük bir üst kimlik değil bir etnik kimliktir. Kadim bir kimliği tanımlar. Ben de etnik olarak Kürt olduğum için Kürdüm. Çünkü etnik kimlik vatandaşlıkla tanımlanamaz.”

“Türklük kavramı Kürtleri kapsayan bir kavram değildir. Olsaydı bana göre sorun olmazdı. Kürdün dili kimliği yasaklanmasa, ‘şunların hepsine Türk denir, bu kültürlerin dillerin korunması anayasanın güvencesi altındadır’ denseydi, ‘bütün bu millete de Türk ulusu denir’ denseydi hiçbir problem olmazdı. 1900’ün başında bu yapılsaydı problem olmazdı. Bu konuda 100 yılda en gerçekçi teoriyi geliştiren de Abdullah Öcalan oldu. ‘Gelin ırka dayalı kimlik yerine bir demokratik ulus kavramı etrafında bir araya gelelim’ dedi, onun da sesini duyan olmuyor çünkü tecrit altında.”

Demirtaş, ‘Dem Partiyi kabul etmeyeni ben de kabul etmiyorum’ diyor

Zaman zaman kamuoyunda Demirtaş’ın bir parti kurabileceğine ilişkin tartışmalar yapılıyor. Aynı şekilde Kürt Politik Hareketi çevresinde de zaman zaman böyle kaygıların oluştuğu söyleniyor. Demirtaş’ın politik düşünsel sisteminde böyle bir durumun hiç bir şekilde söz konusu olmayacağı bilinmesine rağmen, devletin medyatik aygıtlarının oluşturduğu propaganda böyle bir algının oluşmasına yol açtığı söylenebilir. Ancak Demirtaş’ın buna ilişkin görüşü çok net ve açıktır. Savunmasında: “Meclis’teki tüm partiler Kürt sorunun çözümünde sorumludur. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununa ilişkin Abdullah Öcalan görüşmesini onaylıyorum, doğru buluyorum. DEM Parti’nin de bu durumda görüşmesini doğru buluyorum.  DEM Parti’nin halkı temsil etme hakkını ve meşru muhataplığını savunuyorum. DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum. Benim irademin, halkı temsil hakkımı tanımayanı ben de tanımıyorum. Benim iradem bana aittir.” Demirtaş’ın Eş Başkanlığını yaptığı  partiye yönelik eleştirileri ve uyarıları olabilir. Bu pek ala mümkündür. Eleştiri, uyarı ve öneri sunması, Demirtaş’ın HDP veya DEM Parti’ye karşı bir hareketi olarak anlaşılmaması gerekiyor. Bu nedenle yıllardır ileri sunulan ve hiç bir dayanağı olmayan Demirtaş’ın bir ‘parti’ kurma iddiasının bir fantaziden ibaret olduğu artık çok net olarak kabul edildi. Demirtaş, savunmasında, DEM Parti’nin yanında olacağını ve her koşulda desteklemeye devam edeceğini söylüyor.

Demirtaş : Öcalan’ın tarihsel rolüne dikkat çekiyor

Savunmasında Öcalan’ın rolüne ilişkin önemli tespitler yapıyor. Hem Öcalın’ın Kürt sorunun çözümüne ilişkin belirleyici rolüne çekiyor hem de Kürt Politik Hareketin’in Öcalan konusunda Demirtaş’a karşı olan dolaylı kuşkularına da yine dolaylı bir cevap niteliği taşıyor.

Demirtaş: “Ben açık söyleyeyim; ben Öcalan biatçısı değilim, 8 defa görüştüm, gençliğimden beri okurum. İmralı’da olmasına rağmen geliştirdiği, demokratik çözüm perspektifidir. Ya Abdullah Öcalan radikal dinci olsaydı, ırkçı olsaydı? Ya Öcalan radikal dinci milliyetçi olsaydı?  Türkiye nereye dönerdi bunun kıymetini bilmiyorlar mı?

Sayın Öcalan dediğimizde kıyameti koparıyorlar, Sayın Kenan Evren desek bir şey demezler. Ki burada Abdullah Öcalan’ın PKK’yi kuruluş sürecini, sonrasını tartışacak değilim, kendisi kendi yargılamasında özeleştirisini de verdi, çözüm önerilerini de sundu. Kuru kuruya şeyh-mürit ilişkisi değil bizimkisi.”

“Okuduğumuz tanıdığımız anladığımız için söylüyoruz, Kürtler için de Türkiye için de bir şanstır. Bu şansı değerlendirin. Türk gencini -20 dereceye savaşa göndereceğinize İmralı’ya heyet gönderin. Kıyamet mi kopar? Çocuklar yaşasın, bunu anlatmaya çalışıyoruz, bunu istiyoruz. Bu aydınlık zihniyetin yenilmemesi için yaptığımız çağrıdır. Bizim dünya görüşümüz, insana yaklaşımımız budur.”

Savunmasında Öcalan’a ilişkin değerlendirmelerde bulunan Demirtaş şunları belirtiyor : « Ben değil, milyonlarca insan Öcalan’ı halk önderi ilan etti. Öcalan barış için uğraşıyor, pek çok ırkçıdan daha fazla bu ülkenin geleceğini düşünüyor. İşkenceye direnen 80’lerin efsane ismidir Mazlum Doğan. Esat Oktay Yıldıran’ı savunanlar yargılanmalıdır. Burada yargılama konusu yapılan Kürtlük bilincidir.

 

Çözüm sürecinde iktidar yetkililerinin Öcalan hakkında neler söylediğini burada ifade etmek istemiyorum, çünkü meşruiyetimi onlardan ve oradan almıyorum. Ama iki yüzlülüğün daniskası…Ne övgüler yaptılar Öcalan’a. Ben inandığım için bunları söylüyorum. Kendisi (Öcalan) ile İmralı’da görüşürken kendisine başkan dedim. Suçluyorsanız; oradan bulup çıkarın onu yargılayın. Öcalan barış için uğraşıyor, buna tanık oldum. Bu ülkedeki pek çok milliyetçiden, ırkçıdan daha fazla bu ülkenin geleceğini düşünüyor.

 

‘Başkan Apo’ya selam olsun’ sözlerim suçlama konusu yapıldı. Savcı bilmiyor olabilir ama ben Başkan Apo ile yüz yüze görüşüp, selamları doğrudan iletiyordum zaten.” Demirtaş şu mesajı veriyor: ‘Ben Öcalan biatçısı değilim’ ama Öcalan’ın tarihsel rolününün ne olduğunu da biliyorum. Öcalan ile 8 kez görüşen biri olarak Öcalan’ın düşünsel sistemini biliyorum. Bu nedenle Öcalan ile karşı karşıya gelmem söz konusu olmayacağı gibi Kürt sorunun çözümüne ilişkin temel yaklaşımımız aynıdır. Böylelikle, Demirtaş’ı Öcalan karşıtlığı üzerinden değerlendirmeye çalışanlanlara dolaylı bir cevap vermiş oldu.

 

 

Demirtaş, savunmasında ‘Kürtlerin varlığı kabul edilmeden sorunun çözülemeyeceğine’ dikkat çekti: “Kürt sorunu nedir’ gelin hep birlikte test edelim. Not olarak buraya geçsin. Ben kendi açımdan nasıl tarifliyorum? Kürt sorunu hepimizin sorunudur. Sorunu çözmek için el ele vermek hepimizin boynunun borcudur. İşe empati yaparak başlayın mesela, sonra tarihi gerçekleri öğrenerek devam edin. Ve artık siz de biraz Kürtçe öğrenin. Aslında Kürt sorunun ne olduğu bugüne kadar herkes tarafından bilinmelidir. Çünkü bu sorun ülkenin çok uzun yıllardır çözülemeyen sorunlarının başında geliyor. Sorunun ne olduğu konusunda bir netlik görülmüyor. Kimileri Kürt sorununu yeni yeni duyuyor. Çok kısa bir tanım yapmak gerekirse Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında derinleşen sorun Kürt sorunudur…Yani sorun Kürtler değil Kürtlere yaşatılanlar bütünüdür. Kürt sorunu çok boyutlu ve önemli bir konudur… Kürt sorunu genel hatlarıyla bizim bildiğimiz yaşadığımız bir sorundur…”

Çözüm İçin: Bir masa etrafında oturup konuşalım ve devlet ilk adımı atmalıdır

Demirtaş, Kobani davasında tarihsel analizler ve değerlendirmeler yaptı. Ama aynı zamanda Kürt sorunun çözümüne dikkat çekti. Bunun için somut olarak neler yapılmadır. Yöntem olarak : “Çözüm önerimiz açık, aleni. Bir masa etrafında oturup konuşalım. Biz nerede yanlış yaptık, nasıl telafi edebiliriz, bunları oturup konuşmamız lazım. Kimin ile konuşacağı soruluyorsa, bu son derece gereksizdir. Kürtlerin temsilcileri vardır. Koskoca bir halkın sorunlarını temsilcileri ile nasıl konuşmazsınız? Biz bu yüzden Abdullah Öcalan diyoruz. Bu, devleti küçültmez; büyütür… »

Demirtaş öncelikli olara: «Silahların susması ve devre dışı kalması gerekiyor. Burada ilk adımı atması gereken gücü elinde bulunduran devlettir. Devlet bu adımı attıktan sonra siyasetçilere düşen özgüvenle bunun devamını getirmektir…”

Demirtaş, Bu davanın demokratik siyaset, politik çözüm ve ortak vatan’ gerçeğinin inkarı üzerine açıldığını, bu nedenle çözüm olmadan koasun devam edeceğine dikkat çekti.

Savunmasının son bölümünde ise Kürt Sorunun Çözümü için 7 maddelik çözüm önerisi sundu:

1- Muhataplarıyla müzakere edilerek silahlı mücadeleye son verilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda yasal düzenleme yapılarak hızlı, etkili ve kalıcı sonuç alınmalıdır.

2- Demokratik siyasetin önündeki tüm yasal, idari engeller kaldırılmalı; gösteri, grev, yürüyüş, miting, örgütlenme ve ifade hürriyeti evrensel standartlarla uyumlu hale getirilmelidir.

3- Kürt sorununun nihai çözüm yeri TBMM’dir. Bu yönüyle de tüm siyasi partiler çözümün tarafıdır. Esas hedef yeni, özgürlükçü, sivil bir anayasa ile sadece Kürt sorununun değil tüm toplumsal sorunların çözümü olmalıdır.

4- Kürtlerin bir halk olarak kabulü, ana dilini tüm toplumsal alanlarda özgürce kullanması; tarihini, kültürünü koruyup geliştirmesi; kendi kimliğiyle örgütlenmesi; kendini yönetme hakkının tanınması hususlarının anayasal güvenceye alınması.

5- Geçmişte yaşanan acıların, işlenen suçların araştırılıp hakikatle yüzleşmenin sağlanması.

6- Resmi ideoloji ve resmi tarih dayatmasından vazgeçilerek bilimsel, objektif tarih ve demokratik cumhuriyet modeliyle devletin reorganizasyona tabi tutulması. Eleştirel pedagojik, bilimsel eğitime geçilmesi.

7- Kürt sorununun sonucu olarak ortaya çıkmış ceza davalarının düşürülmesi. Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMKK) kaldırılması, tüm siyasi tutsakların serbest bırakılması.

Demirtaş  savunmasının sonunda şunu belirtti : «Bu davanın sonuna doğru gelirken bir kez daha bütün kalbimle şunu söylemek isterim. Bizim ödediğimiz bedeller barışa vesile olsun, biz canımızdan bile vazgeçeriz. İnşallah herkes için tüm bu yaşananlardan doğru dersler çıkarır. Müzakereye ve masaya döner.  Halkımıza söz verdiğimiz barışı sağlamış oluruz.»

Demirtaş savunması çok kapsamlı bir şekilde analiz edilmelidir. Çünkü bugünkü koşullarda tarihsel bir mesaj içeriyor. Derinliği olan bir politik savunma olup aynı zamanda demokratik siyasetin çözümüne ilişkin somut öneriler sunuyor. Kürtlerin sosyolojik tarihsel gerçekliğini açıklarken aynı zamanda Kürtlerin 81ile yayıldığına bu nedenle Kürt sorunun demokratik siyaset içerisinde çözülmesine ve ortak yaşama dikkat çekiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir