ABD Başkanı Trump, seçim kampanyası süresi boyunca Ukrayna -Rusya savaşı’nı bitireceği konusunda görüşlerini çok net olarak söylüyordu. 20 ocak 2025’te görevi yer aldıktan sonra hızla adımlar attı. İlişkisinin çok iyi olduğunu söylediği Putin’le bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek prensip anlaşmasına vardı.
17 Şubat 2025 tarihinde, Suda Arabistan’ın başkenti Riyad’ın Kuzeybatısındaki Diriye bölgesinde iki ülkenin Dışişleri bakanlarının katılımı ile Ukrayna konulu ilk resmi diplomatik temas başladı. 6 maddelik bir prensip anlaşması kararı alındığı ve en kısa süre içerisinde Trump-Putin görüşmesinin gerçekleşeceği kamuoyuna açıklandı.
Trump, Ukrayna savaşı’nı bitirmeden tek yetkili kişi
Zelensky ile dahi görüşme ihtiyaçı duymadan görüşmeden, Putin ile görüşerek Ukrayna savaşını bitireceğini açıklaması demek ABD’nin esasen Ukrayna üzerindeki askeri ve politik hegomanyasını ortaya koyuyor. Yani Ukrayna’nın geleceği konusunda yetkili kişi olduğunu uluslararası kamuoyuna deklare etmiş oldu. Bu nedenle Ukrayna Devleti’nin ve liderinin ciddiye alınabilir bir gücü olmadığını uluslararası kamuoyuna göstermiş oldu. Trump Şubat ayı sonunda Putin’le görüşme olasılığı olabileceğini belirterek : “Ukrayna savaşını sona erdirme gücüm olduğunu düşünüyorum.” İlginç olan ise ne Kiew’in ne de Zelenski’nin görüşünü alarak bunu söylüyor. Putin ile görüşerek sorunu çözmek için UKrana adına toprak tavizi vereceğini dahi dile getirmesi oldukça dikkat çekici bir durum.
Trump, Ukrayna’da Zelenski döneminin kapandığını söylüyor
Trump, « Zelenski ülkesini savaşa sokmamalıydı, Zelenski masada koltuk istiyormuş, 3 yıldır o koltuktaydın. Uzun zaman önce anlaşma yapmalıydın, Zelenski’nin oyu % 4’e düşmüş, Ukraynalılar artık bıktı. Eğer masada koltuk istiyorsan Ukrayna halkı da ‘seçim yapmayalı uzun zaman oldu’ demez mi? » diye soruyor.
Trump aynı zamanda Kiev yönetimi üzerinden de ciddi bir baskı kurarak Barış sonrası Ukrayna’da ABD’nin tek hakim güç olacağının mesajını da vermiş oldu. Örneğin Zelenskiy’e yazdığı mektupta, ABD’nin Ukrayna’ya vermiş olduğu askeri destek ve parasal yardımlar karşılığında nadir madenlerinin %50’sinin ABD’ye verilmesi gerektiğini belirtiyor. Bunu da diplomatik nezaketen uzak açık bir şekilde Zelenski’yi arayarak gönderdiği anlaşmayı imzalaması gerektiğini belirtiyor. Yani hem Ukrayna adına Putin ile görüşeceğini söylüyor hem de Ukrayna’nın stratejik madenlerine el koyacağını belirtiyor.
Zelensky, ABD’nin madenlerin %50’sinin işletilmesi konusundaki talebini imzalamadığını açıklarken aynı zamanda Ukrayna adına başkalarının alacağı kararı tanımayacağını söylemek zorunda kaldı. Ancak Kiev’in sanıldığı gibi ciddi alınabilir bir şansının olmadığını söylemek yanlış olmaz. Bu bakımdan Washington ile Moskova arasında yapılan görüşmeleri, özellikle AB’nin çok aktif bir desteği olmadığı taktirde, Kiev yönetimi tarafından kaçınılmaz olarak kabul görüleceği anlaşılıyor.
Trump direnme görüntüsü veren Zelenski’nin üstünü çizdiği anlaşılıyor. Önümüzdeki süreçte Zelenski’nin ABD ve AB tarafından yapılan dolar cinsindeki milyarlarla ifade edilen yardımların bir kısımını kendi hesabına aktardığına dair iddiaların gündeme gelmesi sürpriz olmaz.
Trump ; “Seçimler olmadan Diktatör olarak Zelenski hızlı hareket etse iyi olur yoksa geriye bir ülkesi kalmayacak.” diyor. Önümüzdeki süreçte Ukrayna siyasetinde Zelenski’nin yerinin olmayacağı artık herkesin kabul ettiği bir realitedir. Bu nedenle Trump, başından beri Zelenski’yi ciddiye alıp politik ilişkilerde pek muhatap olmak istemiyor.
Washington neden Avrupa’yı devre dışı bıraktı?
Belki de en önemli sorunlardan bir tanesi budur. Savaştan doğrudan etkilenen bölge Avrupa birliğidir. Bu nedenle Ukrayna-Rusya savaşı esasen Avrupa-Rusya savaşı olarak tanımlanabilir. Biden yönetimi döneminde Washington’un Ukrayna’yı aktif olarak desteklemesi, NATO’nun doğrudan olmasa da dolaylı olarak Rusya ile karşı yürtülen savaşta önemli bir rol üstlendi. NATO adına olmasa da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin, Kiev yönetimine askeri, politik ve ekonomik destek vermiş olmaları savaşın esasen bu güçlerle yürütülmesi anlamına geliyordu. Trump’ın yeniden Başkan olması ile ABD’nin Ukrayna politikası ciddi oranda değişti. Bu nedenle Avrupa Birliği ülkeleri ile nezaketen de olsa diplomatik ve politik olarak ciddi bir istişare yapmadan, Moskova ile sorunu çözümü için görüşmelere başlamış olması, AB’nin en hafif deyimiyle politik denklemin dışında tutularak aşağılanması ve küçümsenmesi anlamına geliyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’un “Avrupa’nın da görüşmelerin bir parçası olacağını” belirtmesi AB’nin esas müzakereci bir güç olmayacağını ifade etmiş oluyor. Bir parçası olmasını da “Avrupa Birliği’nin de bir noktada müzakere masasında bulunması gerekecek çünkü onun da uyguladığı yaptırımlar var” olarak ifade ediyor. Trump, bu yöntemle AB yöneticilerini baskı altına alarak kendisinin belirleyeceği strateji içerisinde hareket etmesini sağlamaya zorlayacaktır.
AB nasıl bir yol haritası belirleyecektir?
Trump, «Avrupa,Ukrayna’ya asker göndermek istiyorsun benim için sorun yok» açıklaması, Brüksel ile Washington arasındaki ayrışmayı ifade ettiği gibi ABD’nin bundan sonra Ukrayna savaşına askeri olarak dahil olmayacağına dair bir mesaj içeriyor. Bugünkü askeri güç ilişkilerinde ABD olmaksızın AB ve İngiltere’nin Rusya ile doğrudan bir çatışmaya girmesinin oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Trump’ın Brüksel’i baypass ederek, doğrudan Moskova ile sorunu çözüm konusunda adım atması, AB ülkelerinin yeni bir politika ve strateji belirlenmesine yol açacak gibi görünüyor. AB içerisinde Almanya Fransa İtalya İspanya Hollanda ve İngiltere’nin Paris’te yaptıkları olağanüstü toplantıda, Avrupa’nın geleceği bakımından yeni bir yol haritası için bir ön hazırlığının yapıldığı söylenebilir. İngiltere dışında AB’nin önümüzdeki dönemde merkezileşmiş yeni bir Avrupa ordusunun oluşturulması sürecini hızlandırmaları, Ukrayna’da mutlak bir şekilde söz sahibi olacaklarını, Washington, Moskova arasındaki anlaşmanın tek başına bir anlamı olmadığını, gerektiğinde Ukrayna’ya asker gönderilebileceğini, Avrupa Birliği ülkelerinin savunma bütçelerini %2’den %4-5’e çıkaracaklarını, NATO’ya askeri desteğin arttırılması için Brüksel’in yeni bir sürecin başlayacağının mesajını verdiler. Her ne kadar Polonya, Romanya gibi ülkelerin Ukrayna savaşına müdahil olmayacaklarını açıklamış olmalarına rağmen Brüksel’in hem daha kapsamlı bir savaş olasılığının masada olduğunu hem de Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü koruma eksenli bir Barış Anlaşmasının yapılması gerektiğinden ısrar edecekleri anlaşılıyor. Mevcut gelişmeler dikkate alındığında bütün olasılıklar değerlendirilmekle birlikte, bugünkü koşullarda AB’nin bir savaşa hazır olduğunu söylemek mümkün değil.
Washington neden doğrudan Moskova ile bir sorunu çözmek istiyor?
Trump ve yönetiminin yaptığı açıklamalar dikkate alındığında Washington’un Pekin ile çok daha ciddi bir askeri ve ekonomik rekabete gireceğini söyleyebiliriz. Biden döneminden bu yana belirlenen ABD’nin Pasifikler stratejisinin ana merkezi, Çin’in ekonomik yayılmacılığını durdurmak ve ABD dahil olmak üzere batı dünyasında ekonomik gücünu kullanarak politik gücünü geliştirme çabalarını durdurmak istiyor. Çin’in yapay zeka dahil olmak üzere bilişim teknolojisinde artan devasa gelişimi buna askeri ve uzay teknolojileri de dahil edildiğinde özellikle ABD merkezli küresel şirketlerinin rekabet alanında ciddi bir şekilde güç kaybına uğradıkları görülüyor. ABD, küresel dünya sisteminin rekabetinde Çin’i bir ciddi tehdit ve tehlike olarak görmektedir. Bu nedenle ABD’nin Pasifikler stratejisinin başarı olmasının önemli faktörlerden bir tanesi de Çin-Rusya ilişkilerinin zayıflatılmasıdır.
Ukrayna Savaşı’ndan sonra Pekin, Rusya’ya karşı uluslararası alanda uygulanan ekonomik ambargonun aşılmasında önemli bir rol oynadı. Aynı şekilde AB ile Rusya arasında ortaya çıkan enerji krizi, Moskova’yı ekonomik olarak önemi ölçüde zorluyordu. Çin, Moskova’dan aldığı doğalgaz oranını çok büyük bir oranda arttırdı. Aynı zamanda yeni enerji boru hatları döşendi. Böylece Moskova, Avrupa’ya satamadığı doğal gaz nedeniyle ortaya çıkabilecek ekonomik krizi Çin vasıtasıyla aştı. Aynı şekilde Çin ile Rusya arasında devasa ekonomik işbirliği yatırımları ve özellikle savaş sanayisinde ortak hareket planları oluşturmaları, ABD’nin Çin’e yönelik uyguladığı politikaların önemli ölçüde etkisiz kalacağı söylenebilir.
Trump, Ukrayna topraklarının önemli bir kesiminin Rusya’ya verilmesinden ısrar etmesinin nedeni, Rusya ile yeni bir stratejik işbirliği yaparak, Çin’in devre dışında tutulması planıdır. Yani Rusya’nın, kontrol ettiği toprakları kendi sınırlarına dahil etmesine karşılık Çin ile kurduğu askeri ve ekonomik ilişkileri önemi ölçüde sınırlandırması talep edilecektir. Rusya’nın ABD’nin istemine bağlı olarak Çin ile ilişkilerini sınırlaması oldukça zor görünüyor. Pekin ile Moskova arasında ilişkiler oldukça derin ve geniştir. Hatta 2040’lı yıllara kadar devam edecek olan askeri ve teknolojik ilişkinin kısa sürede bozulması zor görünüyor. Ayrıca ABD, Rusya ile yakın ilişki kurarak özellikle Kafkasya’da daha fazla güçlenmesi için bir stratejini yeniden hayata geç irmek istiyor.
Washington, Ukrayna savaşı’nı Moskova lehine sonlandırmak istemesinin bir başka nedeni de Rusya ile İran arasındaki askeri ve politik işbirliğinin kırılmasına yöneliktir. Moskova’nın İran’a S-400 savunma sistemleri satmış olması, SU-34 gibi dördüncü ve hatta SU-57, beşinci nesil savaş uçaklarını verme kararı aldığını uluslararası kamuoyuna açıklanmıştı, Önümüzdeki 1 yıl içerisinde ABD destekli İsrail askeri güçlerinin İran’a yönelik yapacağı tahmin edilen saldırılarda Moskova’nın aktif destek almaması ve İran’la yaptığı askeri anlaşmaları iptal etmesi ya da askeri ekipmanlarının teslim sürecinin uzatması talebi masaya konulacağına dair bir çok veri ortaya çıkmış durumda.
Toplantı neden Riyad’da yapıldı?
Trump’ın Suudi Arabistan’ın tercih etmesi çok bilinçli ve çok yönlü bir hamledir. Brüksel’in dışlandığı bu süreçte böylesi bir toplantının İsveç, Norveç, Finlandiya gibi ülkeler dahil olmak üzere herhangi bir Avrupa ülkesinde yapılması hem kabul edilmezdi hem de diplomatik temaüllere uygun olmazdı. Diğer önemli husus toplantının Riyad’da yapılmış olması, Suudi Arabistan yönetiminin bölgesel ilişkilerde oynayacağı liderlik rolünün ön plana çıkartılması ve ayrıca İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine bir zemin hazırlama taktiğidir.
Türkiye kendini oyuna dahil etmek istiyor
ABD-Rusya Dışişler Bakanlarının Riyad’a toplantı yaparlarken, Zelenksi, İstanbul’a gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi oldukça dikkat çekti. Ankara, yeni dönemde kendisine bir misyon biçmek istiyor. Yani Rusya-Ukrayna ilişkilerinde arabulucu bir rol üstlenerek, uluslararası alanda diplomatik bir başarı elde etmek amacı taşıyor. ABD, eğer bu süreçte Ankara’ya bir rol vermiş olsaydı, Rusya ile görüşmeyi Riyad’ta değil Ankara’da yapardı. Bunun politik ve diplomatik anlamı, ABD’nin Ankara’ya bir görev vermek gibi bir planı yok. Ankara’da kendi hamlesini Zelenski üzerinden yapmayı deniyor. Bunun ne kadar başarılı olacağını bilinmez ama Ankara aynı zamanda Kiew-Moskova arasında bir barış anlaşması sağlanırsa, özellikle Ukrayna’nın inşasında pay almak istediği iddia ediliyor.
Sonuç : Trump-Putin buluşmasında Ukrayna savaşında önemli bir karar alınacaktır. NATO destekli Ukrayna ve Rusya karşılıklı büyük kayıp vermelerine rağmen, savaşı kazananın Rusya olduğunu söylemek yanlış olmaz. Trump, Ukrayna’nın madenlerini istiyor. Zelenski’yi askeri desteğini bütünüyle çekmekle tehdit ediyor. Hatta diktatör olduğunu söyledi. Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmeyeceğini ilan etti. Trump, Brüksel’i denklemin dışında tutmak veya önemli ölçüde pasifleştirmek istiyor. Tersine AB, Ukrayna konusunda denkleme dahil olmak istiyor ve Washington’a diplomatik baskı uygulama kararı aldı. Bunun Trmup’ı ne kadar etkileyeceği bilinmez ama AB artık bir yol ayrımında. AB’nin geleceği için yeni bir strateji oluşturma zamanı gelmiş bulunuyor.