Küresel
ve bölgesel stratejiler, politik yönelimlerle yakından ilgilenen Ortadoğu
uzmanı Dr. Mustafa Peköz, Ankara’nın Suriye politikası, Suriye‘nin
geleceği, Kürtler ve İdlib ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Geçen günlerde “Ankara, Suriye’den çıkmaya
hazırlanıyor” adlı bir makale kaleme aldınız. Ankara’nın Suriye’den çıkışı
zorunlu kılan gerekçeler neler?
Bu soruya birkaç satırla cevap
vermek oldukça zordur. Sorunun yanıtı, Türkiye’nin Ortadoğu stratejisi ve
yönelimleriyle doğrudan ilişkilidir. Türkiye, Ortadoğu’daki stratejik dengeleri
belirleyen 4 ülkeden biridir. Bölgesel dengelerin değişmesine paralel olarak
kendisine özgür bir strateji oluşturmak istedi. Bu nedenle son 10 yıldır
agresif ve yayılmacı bir dış politika izlemeye çalışıyor. Bölgede NATO’nun tek
üyesi olan Ankara, askeri gücünü politik etki alanının genişletilmesinde önemli
bir faktör olarak ön plana çıkartı. Irak,
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz’de küresel güçlerin stratejik politikalarını ve
bölgesel ilişkileri hesaba katmadan kendisine göre belirlediği bir stratejiyi
uygulamaya çalıştı.
“Türkiye Doğu
Akdeniz stratejisini büyük oranda terk etti”
Peki, ne oldu?
2020 yılının sonbaharından itibaren Doğu
Akdeniz’de önemli oranda geri adım attı. Dahası ABD ve Avrupa Birliği (AB)
merkezli NATO’nun doğrudan veya dolaylı uyarıları sonucu Doğu Akdeniz
stratejisini önemli oranda terk etmek zorunda kaldı. Libya ile kurduğu ‘Mavi
Vatan’, Akdeniz saha anlaşması artık bir önemi kalmadı. Libya üzerinden kurmaya
çalıştığı hakimiyeti önemli oranda terk etti. NATO’nun çekilmesinden sonra
Afganistan’da kalmak için bütün olanaklarını kullanmasına rağmen askeri
güçlerini çekmek zorunda kaldı. Türkiye’nin Irak politikası dahası Irak
Kürdistan Bölgesi’nin (IKB) sınırları içerisinde PKK’ye karşı güvenlik
gerekçesiyle kurduğu bir kısım askeri üslerin kapatılması için Ankara yoğun bir
diplomatik baskı altına alınmaya başlandı.
“Türkiye’nin
krize dönüşen politikasının merkezinde Suriye bulunuyor”
Erdoğan’ı iktidarda tutan ve aktif
olarak destekleyen güçler, AKP’nin Ortadoğu politikasının merkezine doğrudan
Suriye’yi koydu. Türkiye’nin krize dönüşen politikasının merkezinde Suriye
bulunuyor. 2012’de Suriye’nin iç politik sürecine doğrudan müdahil olan
Ankara, Esad rejimini devirmek ve kendisine yakın bir İslamcı iktidar kurmak
için askeri, politik ve diplomatik olarak bütün gücünü kullandı. AKP iktidarı
çok açık bir şekilde küresel İslamcı cihatçıları kendisine ‘ittifak gücü’
olarak seçti. Böylelikle, Suriye’de oluşan iç politik kaosun etkisiyle doğrudan
askeri olarak Suriye’nin iç sınırlarına müdahale ederek kalıcılaşmak istedi.
Askeri güçle kontrol altına aldığı, İdlib, El Bab ve Afrin’i fiilen Türkiye’nin
bir toprak parçası gibi düzenlemelere gitti. Öyle ki Cumhurbaşkanı
Erdoğan, “İdlib’i kaybedersek Hatay’ı kaybederiz” gibi çok ciddi
iddialar ileri sürdü.
“Esad devlet gücü
olarak sosyolojik dinamiklere dayanıyor”
2012 yılında bu yana Türk ordu
birlikleri El Bab, Afrin, İdlib ve Serekaniye (Resulayn) bölgesine girdi.
Önemli bir kesimi İslamcı cihatçı örgütlerden oluşan ‘Özgür Suriye Ordusu’nu
kurarak bölgeleri kontrol etmeye çalıştı. Yani bölgede bulunan ve sürekli isim
değiştiren radikal İslamcı örgütlerle kurduğu ittifaka rağmen sürekli olarak
gerileme içinde oldu. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Rojava), ABD’nin
desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Rusya’nın ve İran’ın hatta Lübnan
Hizbullah’ının desteğiyle Şam yönetimi Suriye’nin önemli bir kesimini kontrol
etmeye başladı. İslamcı cihatçılar çok açık olarak bölgesel alanların
kontrolünü kaybettiler. Bu nedenle Suriye stratejisini cihatçı örgütlerle
ittifak üzerine kuran Ankara, hiçbir yoruma yer vermeyecek şekilde tamamen
başarısız oldu. Burada fark edilmeyen temel faktör, SDG bölgenin sosyolojik
dinamiklerine dayandığı için ayakta, Esad her şeye rağmen bir devlet gücü
olarak sosyolojik dinamiklere dayanıyor. Ankara’nın dayanmaya çalıştığı İslamcı
güçler ithal edilenlerden oluşuyor. Bölgede ciddiye alınabilir bir sosyolojik
dinamikleri bulunmuyor.
“Türkiye kimin
adına bölgede bulunuyor?”
Aynı şekilde ABD-Rusya gibi iki küresel
güç Suriye’nin politik denklemini belirliyor. Kamışlı adına ABD, Şam adına
Rusya görüşmeleri yürütüyor. Peki Türkiye kimin adına bölgede bulunuyor?
İslamcı cihatçı örgütleri temsil edebilir mi? Edemez. Suriye denkleminde
küresel dengeler ve ilişkilere bakıldığında sanıldığı gibi Ankara’ya ciddi bir
rol biçilmiyor. Biden’ın özellikle Suriye politikası son derece önemlidir.
Biden yönetimini oluşturanlardan ABD Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, CIA
Başkanı ve Kuzey Afrika-Ortadoğu Temsilcili olan kişilerin Obama döneminde
ikinci dereceden bürokratlar olarak Obama’yı Kürtlerle ittifak kuran ekip
olduğunu unutmamak gerekir. Böylelikle ABD’nin Rojava politikası, Ankara’nın
beklentilerinin çok dışında kaldığını söylemek yanlış olmaz.
“Ankara’nın
Suriye için belirlediğini hiçbir politikası başarılı olamadı”
Türkiye’nin askeri gücü hangi gerekçeyle
Suriye’de kalacaktır. Bunun güvenlikle ilgisi olmadığı çok açıktır. El Bab’da
kaymakamlık açmak, üniversite kurmak gibi yönelimleri bize başka noktaları
çağrıştırıyor. Kalıcılaşmaktan kast edilen toprakları fiilen almak yani bir
bakıma İsrail’in ‘Golan tepelerini’ ilhak etmesi gibi bir amaç mı var! Bugünkü
küresel dengelerde ve güç ilişkilerinde böyleni bir yönelimin hiçbir şekilde
söz konusu olmayacağını sanırım cumhurbaşkanına anlatan kimse çıkmadı. Açıkça
söylemek gerekirse Ankara’nın Suriye için belirlediği ve uyguladığı hiçbir
politikası başarılı olamadı. Bu nedenle izlediği politikayla artık stratejik
dengelerin dışına düşmeye başlayan Ankara’nın Suriye’de özellikle İdlib’de
kalmaktan ısrar etmesi ordunun çok daha fazla kayıp vermesine yol açacağı açıktır.
Bunun iç politikadaki olumsuz yansımaları ise tahmin edilenden çok daha fazla
olacaktır.
“Mısır ile
çatışmak Arap dünyası ile çatışmaktır”
ABD’nin Afganistan’dan
çıkışı ile yeniden Mısır ve BAE ile görüşmelerin Ankara’nın Suriye politikasına
etkisi oldu/olacak mı?
Biden hem Afganistan’da askeri güçlerini
çekti hem de ABD’nin Ortadoğu stratejisinin geleneksel politikasına dönüş
yaptı. Bu durum özellikle Ankara’nın bütün bölgesel politikalarını alt-üst etti
denebilir. Ankara, Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmasıyla Ortadoğu’da da
yeni arayışlara yöneldi. Dahası, devletin geleneksel dış politika kotlarına
dönmek için hızlı adımlar atmaya başladı. Ankara, Katar hariç hiçbir
Ortadoğu-Körfez ülkesiyle olumlu sayılabilecek tek ilişkisi yok. İktidar bunu
‘değerli yalnızlık’ olarak tanımlasa da esasen başarısız bölgesel politikanın
somutlaşmış halidir. Mısır, Arap dünyasının politik abisidir. Mısır ile
çatışmak Arap dünyası ile çatışmaktır. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), körfez
ülkeleri içerisinde politik stratejilerin belirlenmesinde önemli derecede rol
alıyor.
“Mısır ve BAE,
Ankara’dan derhal askeri güçlerini çekmesini istedi”
Mısır ile ilişkilerini düzeltmek için
önemli tavizler veren Ankara, aynı şekilde Gülen cemaatinin darbe girişiminin
arkasında olduğu iddia ettiği BAE ile de görüşmelere başladı. Katil dediği
İsrail ile yeniden barışmak için politik zemin hazırlıyor. Türkiye’ye yoğun bir
ekonomik ambargo uygulayan Suudi Arabistan ile uzlaşmak için ciddi bir çaba
gösteriyor. Mısır ve BAE, Ankara’nın bölgesel güvenirliğini test etmek
için Suriye’deki ve Libya’daki askeri güçlerini derhal çekmelerini ve bu
ülkelerin iç işlerine kesinlikle karışmalarını görmek istediklerini diplomatik
görüşmelerde beyan ettiler. Bu nedenle Ankara’nın Libya ve Suriye’deki varlığı
Arap dünyasında hiçbir şekilde kabul görmez ve hoş karşılanmaz.
“Arap Birliği
Suriye’ye sahip çıkıyor”
Ayrıca yakın dönemde yeniden İslam
Birliği Teşkilatı’na/Arap Birliği ligine çağrılacak olan Suriye, bütünlüklü
olarak Arap toprağı olarak görülmekte ve sahiplenilmektedir. Arap Birliği, Esad
olsun veya olmasın Suriye’yi mutlak ve koşulsuz sahipleniyor/sahiplenecektir.
Bu nedenle Ankara’nın Mısır ve BAE ile yapılan görüşmelerde olumlu sonuç almak
için hem bu ülkelere karşı izlediği özel politikaları toptan terk etmesi hem de
bölgesel politikalarda Arap Birliğine tam uyum sağlaması gerekir. Bunun yolu da
Suriye, Libya ve Irak’ta bulunan askeri güçlerini çekmeleridir.
“İdlib’de
gerginliğin sona ermesinin tek yolu var”
İdlib’deki gerginlik
nasıl sona erer. Buradaki silahlı grupların geleceği ne olur?
İdlib’de kısa vadeli gerginlik
sağlanabilir ama bunun hiçbir önemi yok. Belirleyici olan İdlib’in kimin
kontrolünde olacağıdır. Bu nedenle İdlib’de gerginliğin sona ermesinin tek bir
yolu var: ‘Radikal İslamcı örgütlerin’ bölgede çıkartılmasıdır. Soçi’de
Ankara/Erdoğan ile Moskova/Putin arasında yapılan anlaşmada “İdlib’deki
Radikal İslamcı örgütlerin elinde bulunan ağır silahların toplanması ve
ılımlı-radikal İslamcıların ayrıt edilmesi görevini” Türkiye üstlenmişti.
Birkaç gün önce Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov yaptığı basın toplantısında
‘Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmediğini’ açıkça ifade etti. Silahlı
grupların geleceğini birkaç yönde değerlendirebiliriz: Birincisi, Ankara almış
olduğu yükümlülüklere bağlı olarak bu güçleri silahsızlandırır ve Suriyeli
grupları iç politik ortama adapte eder, yabancı güçleri bölgeden çıkartır. Bu
sorumluluk tamamen Ankara’ya aittir. Bu olmazsa bir operasyonla tasfiye
edilmeleri gündeme gelecektir. Ayrıca şöyle bir tartışma yapılmaya başlandı:
Özellikle İdlib’de koşullanmış bulunun ‘silahlı radikal grupların Afganistan’a gönderilmesi
olasılığıdır. Böyle bir olasılık pek gerçekçi değil hem de uygulanması mümkün
görünmüyor. Suriye’ye hakim olan Rusya’nın ve Çin’in hiçbir şekilde buna izin
vereceklerini sanmıyorum.
“Şam yönetiminin
bölgesel hâkimiyeti İdlib’den geçiyor”
İdlib’in Rusya
destekli rejimin yakında zamanda bir askeri operasyonuna maruz kalacağını
düşünüyor musunuz?
Çok açık olarak ifade etmek gerekirse,
İdlib’e yönelik askeri bir operasyon kaçınılmazdır. Burada İslam devletini
kurduğunu iddia eden ‘Heyet Tahrir Şam (HTŞ)’ isimli bir örgüt var.
Bu güç tasfiye edilmeden ve İdlib kontrol altına alınmadan Afrin, El Bab ve
Serekaniye bölgesinin kontrolü sağlanamaz. Bu nedenle Şam yönetiminin bölgesel
hakimiyeti İdlib’den geçiyor. Ayrıca Rusya’nın Tartus’taki deniz üssünün ve
Lazkiye yakınlarındaki Himeymim askeri hava üssünün stratejik güvenliği İdlib’i
kontrol altına almaktan geçiyor. Yukarıdaki soruya verdiğim cevapta belirttiğim
gibi Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov tersine; “Türkiye’nin İdlib’deki
yükümlülüklerini yerine getirmediği özellikle radikal İslamcı örgütlerin
silahlandırma sorumluluğuna uygun davranmadığını’ açıklaması olası bir
operasyonun ipuçlarıdır. Bir gün sonra da Putin, sürpriz bir şekilde Esad’ı
Moskova’ya davet ederek görüştü.
“Çok yakın bir
dönemde İdlib’e askeri operasyon kimseye sürpriz gelmemeli”
Eğer Türkiye daha önce vermiş olduğu
yükümlülüklerini yerine getirmezse operasyon kaçınılmaz olarak gündeme
gelecektir. Rusya destekli Esad güçlerinin İdlib bölgesine büyük bir güç
yığdığı ve oldukça kapsamlı bir operasyonun gündemde olduğu tartışılıyor.
İdlib’deki operasyonun ertelenmesinin nedenlerden biri koronavirüs süreciydi.
Aynı zamanda Ankara’nın almış olduğu sorumluluğu yerine getirmesi beklentisinin
son ana kadar kullanılmasıydı. Moskova’da uyarıların yüksek sesle
dillendirilmesi olası bir operasyonda Türkiye’nin itirazlarının geçersiz
kılmasıdır. Çok yakın dönemde askeri bir operasyonun başlaması kimseye sürpriz
gelmemeli.
“Yepyeni bir
Suriye gerçeğiyle karşı karşıyayız”
Suriye’de federal bir
yapı oluşur mu? Buna ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
Suriye hiçbir şekilde eski Suriye
olmayacaktır. Hem uluslararası denklem hem bölgesel ilişkiler hem de Suriye’nin
iç politik ilişkileri bakımından yepyeni bir Suriye gerçeğiyle karşı
karşıyayız. Sorunun özü Suriye’de politik istikrarın sağlanmasıdır. Bu
sağlanamadan Ortadoğu’daki ilişkilerin her zaman sorunlu olacağı açıktır. Bu
nedenle Suriye’deki etnik ve politik dengeleri kapsayan yeni bir anayasanın
yazılması için Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin denetiminde oluşturan
bir komite var.
“Kürtlerin
‘özerk’ bir statüye kavuşturulması kaçınılmaz bir realite”
Suriye’nin kuzeydoğusunda yer alan
Kürtlerin yer aldığı bölgenin ‘özerk’ bir statüye kavuşturulması artık
kaçınılmaz bir realiteyi oluşturuyor. Suriye’nin bütünlüğü içerisinde Özerk
yapının kapsamı ne olur? Bunu şimdiden söylemek zor. Rusya’daki özerk bölgeler
gibi mi yoksa IKB gibi bir yapı mı olur? Bunu ABD-Rusya dengesi ve güç
ilişkileri belirleyecektir. Ön plana çıkan daha çok Irak’takine benzen federal
bir yapının oluşturulmasıdır. Ancak bu halen tartışılıyor. Esad rejimi buna
itiraz etse de Rusya’nın yoğun bir baskısı olacaktır. Türkiye’yi de ikna etmek
için İdlib’i kapsayacak şekilde bu federal yapının Eyaletler sistemine bezmesi
gündeme gelebilir mi? Bu da tartışılan bir nokta. İdlib konusunda Esad’ın
mutlaka ikna edilmesi şart.
“Rojava diğer bölgelere
kıyasla daha istikrarlı”
Gelecek Suriye’de
Kürtlerin rolünü nasıl görüyorsunuz?
Öncelikli olarak bir noktayı çok net
olarak ifade etmek gerekir: Suriye’de Kürtleri temsil eden (Demokratik Birlik
Partisi (PYD); Suriye’nin toprak bütünlüğü içerisinde ama bütün koşullarıyla
‘demokratikleşmiş’ bir sistem içerisinde birlikte yaşamaktan yana olduklarını
sıklıkla dile getiriyor. Yani ayrılmak değil hem Kürtlerin hem diğer halkların
bütün çıkarlarını koruyan demokratik sistemden yanalar.
Bugünkü fiili durum dikkate alındığında
Suriye’de Kürtler fiilen ‘özerk’ bir bölge oluşturmuş durumdalar. SDG’nin
kontrolünde olan Rojava, bugünkü koşullar içerisinde ciddi sorunların olmadığı,
kendi içerisinde demokratik işleyişin olduğu bir sistemi yaşama geçirmiş görünüyorlar.
Savaş koşullarının bu bölgeyi de çok ciddi oranda etkiledi açıktır. Ancak diğer
bölgelere kıyasla istikrardan bahsedebiliriz.
“Kürtler,
Kamışlı-Şam dengesini Suriye’nin geleceği için değerlendirecek”
Kürtler, demokratik değerlerin hakim
olduğu, bütün sosyo-politik hakların anayasal güvenceye alındığı federal bir
Suriye’de birlikte yaşamayı tercih edeceklerdir. Bu nedenle Suriye’de en
örgütlü güç olan Kürtler, sadece kendi sosyo-politik haklarını değil diğer
toplumların haklarını da Suriye’nin geleceğinde temsil etmede önemli bir
inisiyatif olacaklardır. Burada sorun sadece özerk bölgesi sınırları
içerisindeki hakları garanti altına almak değil esasen Şam’daki iktidarın
demokratikleştirilmesi için de Kürtler önemli politik bir misyon üstleneceklerdir.
Yani Kürtler, Kamışlı-Şam dengesini Suriye’nin geleceği için
değerlendireceklerini düşünüyorum.
“Kürtler,
Ankara’nın isteğine uysaydı belki Esad sarayda oturmazdı”
Suriye Devlet Başkanı
Beşşar Esad, Kürtleri ikna ederek yanına çekebilir mi?
Esad’ın Kürtleri yanına çekmesinden çok
Kürtleri ikna etmesi gerekir. Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Eğer
Kürtler, Ankara’nın isteğine uyarak radikal İslamcı örgütlerle birlikte Esad’a
karşı savaş açmış olsalardı, belki bugün Esad, Şam’da sarayda oturmazdı. Eğer
Esad, Rusya ve İran’ın askeri desteğinde ayakta kalmışsa aynı zamanda Kürtlerin
kendisine bir savaş cephesi açmamış olmasıdır. Esad, bu durumu görüyor. Bu
nedenle ‘Kürtleri yanına çekmek gibi bir tanımlama’ gerçekçi olmaz. Kürtlerle
politik diyalog kurması ve Kürtlerin taleplerini dikkate alarak hareket etmesi
gerekir.
“SDG’nin 60-80
bin dinamik askeri gücü var”
Yani eşit koşullarda sorunların
karşılıklı tartışarak ortak çözümler üretmesi için Kürtlere ihtiyaç var.
Gelecekte demokratik bir Suriye’de Esad’ın iktidarını sürdürebilmesi için
Kürtlere ihtiyacı var. Kürtler olmadan demokratik bir Suriye’de Esad
yönetiminin sürdürülmesi imkansıza gibi görünüyor. Bu nedenle Kürtleri ikna
etmesi için Kürtler dahil olmak üzere sosyolojik ve politik dinamiklerin
ihtiyacına yanıt verecek adımların atılması gerekir. Bugün olduğu gibi
gelecekte de Kürtlerden çok Esad’ın Kürtlere dahası SDG’ye ihtiyacı var. Bakın,
Esad ordusu harabeye dönmüş. Savaşacak asker bulunmuyor bundan dolayı binlerce
İran Şii milisi ve Lübnan Hizbullah militanı Suriye’de savaşıyor. Ama bugün
SDG’nın 60-80 bin arasında dinamik askeri gücü var. Suriye’nin geleceğinde
nasıl bir rol alabileceklerini Esad düşünmelidir.
“Suriye’nin
kaybedeni İslamcı örgütler oldu”
11. yılına giren
Suriye iç savaşında kaybeden kim veya kimler oldu?
Evet, 11 yıldır süren Suriye iç savaşı
esasen Suriye’yi yıktı. Barış ortamı olsa dahi Suriye şehirlerinin inşası için
yaklaşık 700 milyar dolara ihtiyaç olduğu söyleniyor. Sonuçta bu savaşın
tarafları var. Küresel çapta ABD-Rusya, bunların kaybedeni olmaz. Her iki güç
kendi stratejik çıkarları için bölgede bulunuyorlar. Bölgesel ilişkilerde İran
sürecin aktif gücü ve kazanan taraf olmasına rağmen Suriye’nin geleceğindeki
etki alanı ne olur? Bunu İsrail faktörü ciddi oranda etkileyecektir.
Ancak Rusya-İran desteğinde kazanan bir
taraf Esad yönetimidir. ABD desteğinde kazanan ikinci güç mutlak olarak Kürtler
oldu. Kaybedenler sınıfına ise radikal İslamcı örgütleri/grupları koyabiliriz.
Bunların Suriye’nin geleceğinde hiçbir şekilde yeri olmayacaktır. Ne Rusya ne
de ABD buna onay verir. İslamcı güçleri aktif olarak destekleyen Türkiye’deki
iktidar da kaybedenler kulübünde yerini aldı denebilir. 6 ay içinde Emevi
Camisi’nde namaz kılmayı hedeflerken tersine radikal İslamcı örgütlerle başı
belada olan bir Ankara ile karşı karşıyayız.
“Rusya ve İran
çekilirse bütün dengeler değişir”
Suriye yönetiminin
Rusya ve İran’ın desteğiyle ayakta olduğu belirtiliyor. Bu 2 ülkenin çekilmesi
halinde nasıl bir tablo oluşur?
Rusya ve İran’ın desteği olmadan Esad
rejiminin ömrü sanılandan çok kısa olacağı açıktı ve bugün belki de çok farklı
politik dengeleri konuşacaktık. Bu iki ülke çekilirse nasıl bir tablo olur
dersek bütün dengeler değişir, kartlar yeniden dizilir. ABD, Türkiye gibi ülkelerin
politikaları yeniden tanımlanır. Ancak bu olasılıkları konuşmaya gerek yok
çünkü Rusya ve İran, Suriye’de güçtürler ve Esad devlet varlığını devam
ettiriyor.
Erdoğan bu ay sonunda
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi’de bir araya gelecek. Başta İdlib
olmak üzere Suriye ağırlıklı görüşmeden nasıl bir sonuç çıkacağını
öngörüyorsunuz?
Böyle bir talep neden gündeme geldi.
Esad bir gece yarısı Putin ile görüştü. Sonra Lavrov, Ankara’yı/Erdoğan’ı
eleştiren bir açıklama yaptı. Putin-Esad görüşmesinde olası bir İdlib
operasyonu görüşüldü. Ankara’nın olası bir Esad rejiminin yapacağı operasyonu
geciktirmek için Moskova ile acil görüşme talebinde bulundu. Putin, Kovid 19
nedeniyle karantinada olduğunu mesajıyla Türkiye’nin görüşme talebini dolaylı
olarak geri çevirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’i ikna etmek ve doğrudan bir
görüşme alabilmek için daha S-400’ler meselesi gündemdeyken S-500’leri yeniden
dillendirmeye başlaması, uluslararası ilişkilerde ciddi politik zafiyet olarak
değerlendirilir. Tabi bunun ABD’deki yansıması ayrıca değerlendirilmesi gereken
bir husus.
Birleşmiş Milletler (BM) toplantısından
sonra Erdoğan’ın Putin’i ziyaret edeceği söyleniyor. Bu görüşmenin merkezinde
İdlib olacağı çok açık. Bir olasılık Erdoğan, İdlib’deki radikal İslamcı
örgütlerin elinde bulunan ağır silahların toplanması için kısa bir süre
isteyebilir. Ancak büyük bir olasılıkla İdlib’in Rusya’ya teslimi ama Afrin ve
El Bab’da daha bir süre kalınmaya devam edilmesi ve Ankara’nın Şam ile
diplomatik ilişkilerinin boyutu gündeme gelebilir.
“Suriye hem ABD
hem de Rusya için önemlidir”
ABD ve Rusya’nın
Suriye konusunda anlaştığını söylüyorsunuz. Gerekçeleriniz nelerdir? Bu güçler,
ülkenin bölünmesi, yoksa birliği konusunda anlaştılar?
Suriye’deki politik istikrar hem ABD hem
Rusya için son derece önemlidir. ABD, geleneksel Ortadoğu politikası ekseninde
politik dengeleri yeniden kurmak istiyor. Çünkü merkezine Çin’i koyduğu
Asya-Pasifikler stratejisi üzerinden yoğunlaşacak. Biden’ın da Trump’ın da
uyguladığı ABD’nin küresel stratejisinin merkezinde Çin var. Bu nedenle
aralarında bir fark yok. Trump, ABD bakımından gelecek 20-25 yıl için son
derece önemli olan Ortadoğu’yu hiçbir politika belirlemeden terk etmeye kalktı.
Biden ise tersine bölgenin önemini dikkate alarak bir planlama yapıyor.
Suriye’deki durum ABD’nin bugününden çok önümüzdeki yıllarda İran’ı da kapsayan
enerji yataklarının kontrolü ve yeni enerji boru hatları projelerinin hayata
geçirilmesinde önemli bir yer işgal edecek. Özellikle Rojava bölgesiyle
ilgilenmesinin Kürtlere yönelik haksız uygulamalar değil jeo-stratejik
planlamaları ve çıkarlarıdır. Bu nedenle bölgesel dengelerin yeniden
kurulmasını önemsiyor. Buna uygun bir planlama yapmak istiyor.
“ABD ve Rusya
Suriye sorununun çözümü için anlaştılar”
Rusya ise denizlerde ve Okyanuslarda
sürekliliğini sağlayan bir güç oluşturmak istiyor. Rusya’nın hem Ortadoğu ve
Kuzey Afrika hem de Avrupa stratejisinde Akdeniz havzası hayati derecede önem
arz ediyor. Bugün Suriye’de kurduğu deniz ve kara hava üssü, Rusya’nın bölgesel
hatta küresel rekabetinde önemli bir rol üstleniyor. Örneğin S-400’lerin en
modernleşmiş olanları Tartus Limanı’na yerleştirildi.
Bu nedenle küresel dünya siyasetinde
birbirleriyle rekabet halinde olan ABD-Rusya, Suriye’deki sorunun çözümü
konusunda anlaştılar ve buna uygun bir planlamayı uygulamaya koyma kararı
aldılar. BM Genel Sekreterliğinin gözetiminde devam eden Anayasa taslağı
çalışmasının hızlandırılması ve tamamlanarak taraflara kabul ettirilmesi
üzerine ortak bir karar alındı. Suriye’nin gelecekteki devletin yönetimsel
yapısının nispeten Irak’taki duruma benzer bir yapının oluşturulması üzerinden
fikir birliğine varıldı. Pratik sürecin hızlandırılması konusunda Putin-Biden
ortak bir irade birliği oluşturdular denebilir. Böylelikle Şam merkezini
kontrol eden Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı kalıcılaşacak, ABD’nin
de Rojava’da desteklediği bir gücün varlığıyla uzun vadede Ortadoğu için
oluşturulan önümüzdeki yılların politik stratejisinde Suriye’de politik etki
alanını genişletecek.
“Türkiye’ye yeni
bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabilir”
Türkiye’nin Suriye’den
çekilmesi durumunda yeni göç dalgaları yaşanır mı?
Olası bir İdlib operasyonu, hiç şüphesiz
ki göç faktörünü ön plana çıkartacaktır. İdlib’de 3-4 milyon kişinin yaşadığı
bilgisi gerçek değil. Burada yaklaşık 1,5 milyon kişi yaşıyor. Ancak sorun
nüfusun az veya çok olması değil olası bir operasyonda bölgedeki insanları
kesin olarak etkilenecektir. Suriyeli göçmenler Ürdün, Libya ve Türkiye gibi
ülkelere geldiler. Bu ülkelerin Suriye ile sınır olmaları nedeniyle çok doğal.
Uzun yıllardır Küresel göçler üzerinde çalışıyorum. Suriyelilerin hedef
tahtasına hatta nerdeyse bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösterilmesi yanlış
ve tehlikelidir. İktidarın göç politikası da yanlış ve oldukça başarısız olduğu
açıktır. İkisini birbirine karıştırmamak gerekir. Olası yeni bir İdlib
operasyonu göç hareketini arttıracağı açıktır. Bunun engellenmesinin tek bir
yolu var: İdlib’deki sorunların operasyonsuz bir
şekilde, Şam-Moskova-Ankara denkleminde diplomatik yollarla ortak çözüm
üretmektir. Aksi takdirde Türkiye’ye yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya
kalabilir.
“Biden Suriye’de
daha aktif olacak”
Afganistan’ın ardından
Irak’tan da çekilen ABD, Suriye’den de çekilir mi, tarihine ilişkin öngörünüz nedir?
Kamuoyunda Biden yönetiminin
Afganistan’da olduğu gibi Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde çekileceğine dair
bazı iddialara yer verildi. Ancak Washington yönetiminden askeri ve dış işleri
temsilciler bölgeyi ziyaret ederek ‘SDG’ye askeri ve politik desteğin devam
edileceğine’ dair açık mesajlar verdiler.
Biden yönetimi, Rojava’yı desteklemekte
kararlıdır. Trump döneminde bölgeyi terk etmeyen ABD’nin Biden yönetiminde daha
aktif olabileceğini söylemek yanlış olmaz. ABD’nin bölgesel politikasının
şekillendiren ve Kürtlerin desteklenmesi konusunda Obama yönetimini ikna eden o
dönemin ikinci derecedeki ekipten yer alan Savunma Bakanı L. Austin, Dışişleri
Bakanı A. Bilinken, CIA Başkanı W. Burns ve Kuzey Afrika-Ortadoğu temsilcisi B.
McGurk bugün ABD’nin birinci derece yönetiminde yer alan ekibi oluşturuyor.
“Suriye’nin
geleceğinde Kürtler olmaksızın bir çözüm olmaz”
Ayrıca Afganistan’dan çıkışı komuta eden
‘Merkezi Komutanlık’ sorumlusu Orgeneral Kenneth McKenzie, geçen temmuz ayı
sonunda kuzey Suriye’ye giderek SDG Komutanı Mazlum Kobani (Abdi) ile görüşmesi
oldukça dikkat çekicidir. McKenzie’nin doğrudan Rojava’ya gelip yetkililerle
görüşmesi ABD’nin kuzey doğu Suriye’den çekilmeyeceğine dair verilen bir
garanti olarak görüldü. Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu’dan
sorumlu Bakan Yardımcısı Vekili Joey Hood’un da özerk bölgeye gelerek SDG
yöneticileriyle görüşmesi, ABD’nin bölgede kalmaya devam edeceğine dair Biden
yönetiminin kararının yeniden teyit edilmesidir.
Mazlum Kobani’nin de içinde olacağı
iddia edilen bir SDG heyetinin Washington’a davet etmesi son derece önemlidir.
Heyetin hem Biden hem de Senato ve Kongre temsilcileriyle görüşeceği
belirtiliyor. SDG heyetinin davet edilmesi, Kürtlere verilen açık bir
politik destek olmasının ötesinde Suriye’nin geleceğinde Kürtler olmaksızın bir
çözüm olmaz.
“ABD’nin
Afganistan’ı terk ettiği algısı yanlıştır”
ABD rahatlıkla girdiği
Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerini terk ederken kaos ve kriz ortamını bilinçli mi
bırakıyor? Bununla neyi amaçlıyor?
ABD kaos çıkartmak öte, küresel
stratejisini uygulamaya çalışıyor. Bunu sağlarken kaos veya kriz çıkmasıyla pek
ilgilenmiyor. Bu nedenle ABD her 10-15 yıldan bir küresel politikalarını gözden
geçirir ve değiştirir. ABD’nin 21.yüzyılın önümüzdeki 2035-2040’lı yıllarının
stratejisinin merkezinde Çin bulunuyor. Bu nedenle dikkatini Asya-Pasifik’e ve
Uzak Doğu Asya’ya kaydırmaya başladı. Çin ile bir savaşın çıkma olasılığı
neredeyse imkansızdır. Ancak Çin ile küresel rekabet ve bölgesel çatışmayı en
üst düzeyde sürdürmeye göre ekonomik, politik ve askeri gücünü yeniden
düzenliyor. Küresel sistemin merkez üssü olan ABD, çıkarlarının aşamalı olarak
zayıfladığı ülkeleri ya da bölgeleri ikinci plana attığı, atacağı biliniyor.
Ancak, yakın gelecekte Ortadoğu’yu terk etmesini beklemek bir yanılgı
olacaktır. Çünkü Ortadoğu ABD’nin enerji ve silah tekelleri için halen
stratejiktir. ABD’nin Afganistan’ı terk ettiği algısı da esastan yanlıştır.
ABD’nin Uzak Doğu için daha derinlikle stratejiler belirlediğini
söyleyebiliriz. Bu nedenle Ortadoğu ve Uzakdoğu bölgelerini terk etmek yerine
daha uygulanabilir stratejileri devreye sokuyor.
“Ankara SDG ile
masaya oturabilir”
Son olarak eklemek
istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak şöyle özetleyelim: Bölgedeki
gelişmeler ve Suriye’de oluşan iç politik dengeler dikkate alındığında
Türkiye’nin Suriye’de çekilmesi ve mevcut gerçekliği kabullenmesi kaçınılmazdır.
Ankara’nın Suriye politikasını belirlemede önemli bir rol üstlenmiş olan bir
dönem Dışişleri Bakanlığı ve başbakanlık yapan, AKP’den ayrılarak Gelecek
Partisi’ni kuran Ahmet Davutoğlu’nun birkaç gün önce yaptığı açıklama oldukça
önemli ve dikkat çekicidir. Davutoğlu: “Suriyelilerin Kürtler için
federasyon kararı alması halinde Türkiye’nin buna saygı göstermesi gerektiğini
belirtmesi Ankara’nın gelecekteki pozisyonu bakımından bize bir fikir veriyor.
Yani devletin, hem Suriye’de kabul görme olasılığı oldukça yüksek olan ‘Federe
Anayasa’yı kabul etmesi hem de SDG ile masaya oturması hiç kimseye sürpriz
gelmemelidir.
KAYNAK :