15 Temmuz 2016 yılında gerçekleştirilen Gülen cemaatinin merkezinde olduğu darbe girişimi üzerinden 5 yıl geçti. Gülen cemaatiyle mücadele adı altında bütün demokratik kurallar veya normlar rafa kaldırıldı. Devlet KHK ile yönetilmeye başlandı. Tek bir gerekçe var; Gülen cemaatinin devlet içerisindeki tasfiyesini sağlamak. Türkiye’nin iç politik gündeminde önemli sorunlar oluşmaya başlayınca ‘Gülen cemaatine yönelik bir operasyon’ gündeme gelir. Örneğin, devlet tarafından desteklenen, korumaya alınan ve iktidar için yoğun olarak çalışmış suç organize örgütü lideri olduğu belirtilen ve devlet tarafından korunmaya alınan Peker’in FETÖ ile ilişkisi olduğuna dair İçişleri Bakanı bir iddiada bulunabiliyor.
On binlerce insan cemaatle ilişkisi olduğu iddiasıyla gözaltına alındı, sorgulandı, tutuklandı, görevden alındı ama halen Gülenciler devlet kurumlarında tasfiye edilemediler. Demek ki Gülen cemaatinin sistem kurumlarındaki örgütlenmesi tahmin edilenden çok daha güçlü ve derindir.
Bugün de darbeci Gülen cemaatiyle stratejik bir mücadele yürütülmüyor. Gülen cemaatinin örgütsel yapısına ve stratejik kadrolarına yönelik ciddi bir operasyon yapılmıyor. Yapılan bütün operasyonlar biçimseldir, toplumun dikkatini dağıtmaya yöneliktir. Örneğin Gülen cemaatinin ülke çapındaki 1500 üst düzey kadrosu olduğu belirtilir. Peki, kaç kişi tutuklu? Dünya çapındaki 200 kişilik şuura üyelerinden kaç kişinin içeride olduğu bilinmiyor. Gülen sadece devlet içerisinde paralel bir örgütlenme kurmuş değil aynı zamanda kendi içerisinde de yedek ve oldukça gizli ikinci bir paralel örgütü var. Bunlardan tek biri tutuklandı mı? Bildiğimiz kadarıyla hayır. Banka Asya’ya para yatırandan telefonlarına Bylock yüklenen sıradan insanlar dahi gözaltına alınıp tutuklanırken, cemaatin kendi içerisindeki paralel kadroları devletin stratejik kurumlarında varlıklarını sürdürüyorlar. Politik partilerle ilişkileri olduğu gibi kesintisizce ama yeni bir formatta devam ediyor. Hatta Gülen cemaatiyle ilişkisi olduğuna dair haklarında ciddi iddialar bulunan bir çok insanın aktif olarak görevde olduğu da sıklıkla ve örnekleriyle gündem getiriliyor.
Gülen cemaatine darbeci diye ortalıktan dolaşan, soruşturmasını yürütenler, bu cemaatin tarihsel gelişimi üzerinde 5 dakika konuşacak durumda değiller. Türkiye’nin her yerinde cemaat soruşturmasında hazırlanan iddianamelere bakın hepsi birbirinin kopyasıdır. Yani ezberlenmiş klasik iddialar dışında somut bilgiler bulmak oldukça zordur.
Gülen cemaati neden tasfiye edilemiyor? Çünkü Gülen cemaatiyle stratejik olarak mücadele edilmiyor. Peki neden sorusu gündeme geliyor? Gülen’in kendisi hem Türkiye’nin gizli istihbarat örgütleri hem de CİA ve NATO’nun istihbarat örgütleri için çok önemli bir hazineydi. Bu hazine desteklendi, beslendi, ülkede ve küresel düzeyde güç odağı haline getirildi. Şifresi de Gülen’in kendisidir. Gülen’in kim olduğuna dair ciddiye alınabilir bir araştırma raporu hazırlanmadı. Hazırlanır mı? Hazırlanmaz. Çünkü o zaman işler değişir, Gülen ile devlet ilişkisinin arka planı ortaya çıkar. Ayrıca ABD, Gülen’i vermez çünkü CİA buna müsaade etmez. Türkiye gerçekten Gülen’i almaz çünkü MİT bunu tercih etmez.
Hikâye Gülen’den başlıyor. Kamuoyunda Gülen’in yaşamına dair bilinenler bilinmeyenlerin onda biridir. Kendisi tarafından anlatılan hayat hikâyesindeki küçük kesitler dahi incelendiğinde çok önemli sonuçlar çıkartmak mümkün. Bu nedenle Gülen’in oynadığı tarihsel rolü daha iyi anlayabilmek için yaşamının bazı noktalarını irdelemek yararlı olacaktır.
Gülen’in ailesi nereli
Gülen’in ailesi aslen, Van Gölü’nün kuzeyinde bulunan ve Ermenilerle Kürtlerin birlikte yaşadığı Ahlât bölgesindedir. Ailesi, başka bir bölgeden gelmeyip bu bölgenin yerleşiklerindendir. Ailesinin karışmış olduğu bir namus meselesi nedeniyle sürgüne tabi tutulurlar ve gelip Erzurum ili, Pasinler ilçesi, Korucuk köyüne yerleşirler. Kendisi de Korucuk köyünde doğduğu için Erzurumlu olarak tanınır.
Çok zengin bir ailenin çocuğu Gülen
Gülen bütün konuşmalarında ve günlük sohbetlerinde yaşamının ne kadar yoksulluk içinde geçtiğini söyler. Yoksulluk içinde büyüdüğünü vurgular ve özellikle bu noktada insanın duygularını sömürmeye özen gösterir. Kendi anılarını anlatırken, bunun tersini söyler. “Halil Dede’min çocukları buradaki gayri menkulleri 80 bin altına satarlar ve aralarında paylaşırlar… Zira babalarından kalan mirası iki kardeş pay ederken, altınları tas tas paylaşmışlar. Teker teker saymak vakitlerini alacağı için böyle yapmışlar. O devirlerde onların bu mirası bölüşme keyifleri de çok meşhur olmuş bir hadisedir.” 80 bin altını olan bir ailenin o günkü koşullarda sanırım çok zengin olması gerekirdi.
Daha sonraki hayatlarında farklı yorumlar yapsa da gerçek olan şu ki, yoksulluk içinde büyümemiştir. Kendi anlatımlarında ortaya çıktığı gibi, ailesi, ‘altınları, zaman kaybı olmaması için tas tas paylaşacak’ kadar bölgenin zenginleridirler. Demek ki, hemen her vaazında veya röportajında vurguladığı gibi yoksulluk içinde yetişen biri değildir.
Gülen’in Nurcuların arasına girişi kontrgerilla kararıdır
Yaşamı karanlıklarla dolu olan Gülen’in Nurcu cemaatinin içine gönderilmesinin dahi, MİT ve kontrgerilla gibi devletin gizli örgütlerinin kararı olduğu anlaşılıyor. Kendi yaşamına dair anlattıkları dahi bunu doğrulayacak düzeydedir.
Erzurum’da öğrencilik yıllarında ‘Bediüzzaman’ın yanından gelen Muzaffer Arslan’ın sohbetlerine katılması üzerine risaleleri tanır ve bir daha da sohbetlere katılmaktan geri kalmadığını’ belirtir. Ramazan nedeniyle Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaşarak vaazlar verir ve sohbetler yapar. Gittiği her yerde ilk işi devletin bölge yöneticilerinden biriyle ilişki kurması oluyor. Hem de çok kısa sürede bunu başarıyor.
“Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem’e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim’ dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Mehmet Şergil’in terzi dükkânına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Kırkıncı Hoca, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci’dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan’a ‘şark’ı bir dolaş gel’ demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum’u dolaşmaya gelmişti.”
Bu toplantıya katılan isimlerin ikisi dikkat çekicidir. O dönem yedek subay olarak görev yapan ve Gülen’in yakın dostlarından biri olan Mehmet Şevket Eygi, İslamcı yazar olarak dönemin Amerika’nın ‘anti-komünist stratejisini’ Türkiye’de gündemleştiren ve CIA ile yakın bağları olan biridir. Amerika’yı komünizmle mücadelenin merkezi olarak gören ve İslamcıları Amerika’nın yanında yer alması gerektiğini söyleyen fetvalar veriyordu. “Bizim en büyük düşmanımız komünistlerdir. Elbette bir İslam devletinde komünistlere fikir yayma ve örgütlenme özgürlüğü tanınmaz… İslam’ın düşmanları ve komünistler doğrudan karşı çıkmadıkları İslam görüntüsü altında melanetlerini işletmeye devam edeceklerdir…”
İkinci kişi ise, ‘yeni Asyalılar Grubu’nun kurucusu olarak bilinen Gülen ile birlikte kendisini ‘Nurcu’ olarak tanıtan Mehmet Kırkıncı’dır. Said-i Nursi hareketinden görünen ama Türk-İslam sentezini savunan, Demirel’i ve Adalet Partisi’ni çok aktif destekleyen bir cemaat lideridir.
Üçüncü kişi ise üsteğmen Esad Keşafoğlu’dur, Bu kişi, Türkeş’le birlikte Amerika’ya gönderilen ve CIA tarafından kontrgerilla eğitimi verilen grubun içerisinde olan bir subaydır. ABD’nin çok özel olarak eğittiği ve Türkiye’de anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirdiği bir subayın Gülen ile yakın dostluğunun olması ve birlikte dini toplantılara katılması da çok dikkat çekicidir.
Askerler tarafından korunan Gülen
İlginç olan en önemli nokta, Gülen, bütün yaşamı boyunca yürüttüğü bütün faaliyetlerde mutlaka subaylarla yakın bir ilişki kuruyor. Hangi il veya ilçeye giderse gitsin, mutlaka iletişim halinde olduğu bir kısım askeri elamanlar var. Özellikle de askerler tarafından korunması da dikkat çekicidir. Ayrıca savcı, hâkim, emniyet müdürü, komiser vs. çok yakın ilişkiler kuruyor. Şöyle diyor: “Zaten Emniyet Amiri Resul Bey’le ileri derecede dostluğum vardı. Bazı hâkim ve savcılarla içli dışlıydım.” Asker kökenli Vali Sabri Sarp ile iletişimleri gayet iyi. Askerlik şubesi başkanı Karadenizli Albay ile yakın bir ilişki içine gidiyor.
Gülen’in askerlik yaşamı son derece dikkat çekicidir. Askerdeyken kontrgerilla faaliyetlerine uyumlu bir çalışma yürütüyor. Daha askeri birliğine katıldığı andan itibaren askerlerin korunmasına girer. “Teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım’dı. Mehmet Mutlu o zamanlar üsteğmendi. Zaten yarbaylıktan emekli oldu. Bizim bölük komutanı Yılmaz Bey, onun Harbiye’den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti. Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan’a ben de Edirne’deki bir yakınından selam getirmiştim. Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi. Cenabı Hakk’ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.”
Nizamiyeden içeri girer girmez, subayların korunmasına alınan Gülen’e bu ilgi, Allah’tan gelen bir yardım olmayıp, onun yürüttüğü ve yürüteceği dönemin kontrgerilla faaliyetlerinin içinde yer almasıyla ilişkilidir.
Torpillerle yükselen Gülen
Birinci torpilli, ilk okula gitmediği için, Erzurum’da dışarıdan diploma alıyor. İkinci torpilli görev İmamlık sınavını kazanması ve Edirne’ye İmam olarak atanmasıdır. Gülen’in açıklamasına göre ‘uzun yıllar Türk Hava Kurumu Başkanlığını yapmış olan eski Milletvekili Mustafa Zeren” devreye girer. Bir gün M. Zeren Edirne Müftülüğünü arar: “Yeğenimin gözlerinde öperim, imtihanı kazandı” torpil müjdesini verir.
Üçüncü torpilli görevi ise askerde istihbaratçı olmasıdır. “Dört ay sonra, Özmutlu’nun araçlığı ile beni de yüksek sürate ayırmışlar. Özmutlu, beni rahat ettirmek için böyle düşünmüş, telsizci olursam, eğitime, içtimaya çıkmam ve rahat ederim diye komutana söylemiş… Böylece yüksek sürate yazıldık. Hâlbuki benim kafamda Genelkurmay’da kalma planı vardı. Orada bir görev istiyordum; fakat olmadı.” Böylelikle İslamcı görünen Gülen, ordunun laik subayları tarafından özel torpilli telsizci olarak istihbarat görevi verilir. Böylelikle ordu içindeki bütün konuşmaları dinleme olanağına sahip oluyor. Bu görevin sıradan birine verilmeyeceği bilinir. Bir de Genelkurmay’da görev alma isteğinin olması da bir başka ilgi çekici bir noktayı oluşturuyor.
Gülen, Mamak’ta acemi birliğindeyken, Tümen komutanlığında ilk namaz kıldıran imam olarak da tanınır. Hatta kendisinin deyimiyle mescit dahi kurar. “Bir de askerde iken mescit yaptık. Hayatında hiç namaz kılmamış insanlar dahi orada namaza başladılar. 200 kişilik mevcut varsa, yaklaşık 30 kişi devamlı namaz kılar hale gelmişti. Sinema salonunda Cuma namazı kıldırdım, Hutbe de okudum.” Din konusunda çok hassas olduğu söylenen Ordu’nun en önemli birliğinde namaz kıldırması, hutbe okutması vaazlar vermesi, Gülen’in etkinliğiyle hiçbir ilgisinin olmadığı esas olarak ona biçilen görevle ilişkisi olduğu açıktır.
İstihbaratçı Gülen
Gülen, telsiz istihbaratçısı olarak İskenderun’a gider. Her ne kadar, kura çekimi sırasında iki kez üst üste Erzurum çıktığını söylese de peki inandırıcı değil. Bir askere dört kez kura çekimi yaptırılmaz. Üçüncüsünde Diyarbakır’ın çıktığını ama bu kez de subayların gönlünün razı olmadığını söyler. İskenderun’a gelişi ile çok yönlü faaliyetleri eşzamanlı yürür. “Komutanlarla aram iyiydi. Bir de Arif Başçavuş vardı ki, onun himayesini çok gördüm. Beni haber merkezine almıştı. Müstakil kalabileceğim bir şekilde arabayı ayarlamıştı.”
Laik komutanlarla olan ilişkisi ona özel muamele edilmesini, özel yerde kalmasını sağlayacak özelliktedir. İlginç olan bir başka önemli nokta da “askeri elbiseleriyle her hafta İskenderun Merkez Camiinde vaaz vermesidir.” Geldiği ikinci hafta vaazlarına başlar, peki bir askerin, gidip camilerde vaaz verebilmesi gücü nereden geliyordu. Kimler bunu organize ediyordu. Kendi söyleminde, verdiği vaazları dinleyen birçok subay varmış. Gülen nasıl bir görev üslenmiş ki, asker olarak, camilerde imamlık yapabiliyordu.
Askerdeyken özel görevle Erzurum’da
Gülen, ABD’nin bölgede uyguladığı anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirilmiş biri olarak hemen her alanda faaliyetlerini yürütür. Özellikle halkın dini duygularını kullanmaya özel bir önem verir. Kendisine 3 aylık hasta raporu verilir ve Erzurum’a gönderilir.
Öncelikli görevi anti-komünist mücadeleyi örgütlemek olarak belirlenir. Asker olarak geldiği Erzurum’da ikinci Komünizmle Mücadele Derneğini kurar: “…Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir’de vardı. İkincisi de Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı… Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Cami önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti. Dernek ve camii işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O gelip bize yardım etti, bize yol gösterdi…”
Bu görevini yerine getirdikten sonra Erzurum ve çevre illerinde propaganda faaliyetlerine devam eder. Dönemsel olarak provokasyonların devlet kurumları tarafından çok yaygın olarak kullanıldığı, halkın manevi ve dini duygularıyla oynanarak, anti-komünist mücadele stratejisine bir meşruluk kazandırıldığı bir süreçte, Gülen, bir er olmasına rağmen zamanının önemli bir kesimini bu çalışmalara ayırır.
Maraş katliamının provası Erzurum’da yapılır
“Yine ikindi vaktiydi. Cemaate ‘yazıklar olsun size! Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup burada beni dinleyeceksiniz. Onlar ecdadımızın aziz ruhlarıyla eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz’ gibi sözler söyledim. Cemaat birden ayağa kalktı, Ben ‘yok, yok, bizim sokağa dökülmekle işimiz yok, Bu meseleyi başka yoldan haletmek lazım’ falan dediysem de dinletemedim. Yolda iltihaklarda olmuş. Büyük bir kalabalık sinemayı basmış. Hadise tamamen bütün Erzurumlarca benimsenmişti.”
Bu provokasyon bir ön hazırlık aşamasını taşıyor. Provokatör ise asker olarak görevlendirilmiş Gülen’in kendisi olduğu anlaşılıyor. Maraş katliamı sırasında, aynı oyun oynanmış, bir sinema ateşe verilmişti. Gülen bunun tatbikatını Erzurum’da birkaç yıl önce denemiş ve başarılı olduğunu görmüştü.
Üç aylık izin süresi dolar ve hastalık gerekçesiyle bir aylık izin daha alır. Böylece 4 aylık süre Erzurum ve çevresinde çok boyutlu örgütlenmeler yapar. Bir başka gün yine camide ‘Deccal’ı anlatmaya karar verir. Vaaz sırasında “Deccal hakkında ne biliyorsam anlattım. Cami miting meydanına dönmüştü. Cemaat bazen heyecandan ayağa kalkıp oturuyor. Meğer istihbarat erkenden gelip kürsünün etrafını almış ve belki de konuşmaları kaybetmişler. Meğer benim gelip teslim olmam hadiseyi yatıştırmış. Yoksa gaye ikinci Menemen hadisesi çıkartmakmış. Askerlerden bir ikisi ‘vurun şu herifi’ deyince halk bağırıp çağırmaya başlamış, Hava iyice gerginleşmiş. Bunlar olurken ben caminin içindeydim. Çıkıp da teslim olunca yapacakları bir şey kalmadı.”
Bu olay toplumsal provokasyonun bir başka deneme alanını oluştururken, camiye gelen askerlerin, yine bir başka özel görevli bir askeri tutuklamasıdır. Gülen, tutuklandığı anda, hemen tümen komutanın bildirilir. Gülen’e göre Tümen komutanı ‘milliyetçi’ bir insanmış. Ona gidenler, “Efendim, bu arkadaş onların dediği gibi değildir, Biz vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı ve tarihimizi sevmeyi ondan öğrendik. Ayrıca, derhal Ankara’ya Genelkurmaya gitmişler ve oradaki bazı paşalarla görüşmüşler.”
Gülen’in kontrgerilla ve istihbarat tarafından ne kadar kıymetli olduğu anlaşılıyor.
Genelkurmayın devreye girmesiyle hemen serbest bırakılır ve İskenderun’da birliğine döner. İskenderun’a gelir gelmez, yine merkez camiinde vaaz verir. Halkın dini duygularını kullanarak tahrik eder ve bir bakıma yeni bir provokasyona hazırlar. “Bu nasıl Müslümanlık, bu otellerin çerçevelerini indirmek lazım gibi şeyler söyledim. Sert konuştum.
Askeri elbisenin üzerine cübbe giyilmezken ben böyle bir kıyafetle vaaz veriyordum. Bir başka konuşmamda da “devletin nizamı var, polisi var. Polis yapmazsa bu vazifeyi kim yapacak’ diye yine otellerdeki ahlaksızlıkla ilgili bir şeyler söylemiştim.” Erzurum’dan gelir gelmez, hem de asker elbisesi ile vaaz vermek ve halkı provokasyona getirmenin, Gülen’in cesaretinden kaynaklanmadığı bilinir. Böyle rahatça hareket etmesini sağlayan nokta, devletin kontrgerilla güçleriyle olan derin bağlarıdır.
Asker olarak camilerde vaazlarını süreklileştiren Gülen ikinci bir kez tutuklanır. Ancak Genelkurmayın müdahalesiyle hemen serbest bırakılır. “Lehimdeki umumi baskılar mahkeme heyeti üzerinde toplanınca hâkimlerin tavırları değişti… Tümen komutanı ağırlığını koymuştu. Ankara’dan -Genelkurmay bn- ‘mademki milliyetçi bir çocuk, bir meseleden dolayı onu niye bu kadar eziyorsunuz’ mealinde telefon ve telgraf gelmiş. Hiç beklemediğim bir anda, bana küfür yağdıran o binbaşı, elinde çanta, hapishaneye girdi. Daktilosunu da yanında getirmişti. Beni de müdürün odasına aldılar. Daha önce zorla aldıkları ifadeleri bir bir değiştirip, yerine mahzursuz ifadeler yazdılar. Sonunda da, ‘bundan böyle hapishaneye atılmasını gerektiren bir şey yok.”
Genelkurmay’ın, ordu ve tümen komutanların devreye girmesi, Gülen’in üstlendiği görevle ilişkilidir. Bu nedenle askeri açından suç görülen hiçbir yasa, kanun Gülen için geçersizdir. Bir asker olarak camilerde ve hatta bazen askeri elbisesinin üzerine cübbe giyerek vaazlar vermesi, sanırım ordu tarihinde tek örnek Gülen’dir. Peki, neden sorusunu sormak gerekir.
Gülen, Said-i Nursi’nin mezarını ortadan kaldıran General Turan’ın korumasında
Gülen’i koruyan önemli kişilerden biri de dönemin 2. Ordu Komutanı Cemal Tural’dır. Belki de dikkat edilmesi gereken en önemli ilişkilerden biri budur. Gülen şunları söyler: “Cemal Tural o sıralarda 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı. Şimdi durum ve tutumumuza bakınca bir kere daha şu tuhaflıkların karşısında hayrete düşüyorum. Dünkü şaki bugün eller üstünde.”
Gülen’in Erzurum ve çevre illerindeki faaliyetleri çok daha net olarak ortaya çıkıyor. Barzani’nin etkisini kırmaya yönelik Türk-İslam çizgisi ekseninde dini faaliyetleri örgütlemektedir. Yani bir bakıma Kürtlerin tasfiye politikasının çok kapsamlı olarak uygulandığını ve Gülen’in de bunun önemli bir parçası olarak işlev gördüğünü ortaya koyuyor.
Ancak Cemal Tural’ın yaptığı çok önemli bir iş daha var: Said-i Nursi’nin mezarını yerinde kaldırıp kaybettiren kişi olduğu söylenir. Gülen de , bunu iyi bilir. Ama hiç bahsetmez. Said-i Nursi’nin Kurdi kimliğini çok bilinçli olarak arka planda tutar ve hatta yok sayar. Said-i Nursi’nin mezarını ortadan kaldıran generale duyduğu saygıyı vurgular. Bu çok açık bir çelişkiyi ifade eder. Ayrıca Gülen’in Nursi geleneğini takip ettiğine dair hiçbir somut veri yok.
Said-i Nursi’ye dair anılarında geçen tek bölüm şudur: “Üstad’dan Erzurum’a bir mektup geldi. ‘Mektup kime hitaben yazılmıştı? Üstad bu mektubu kime dikte ettirmişti?’ hatırlamıyorum. Fakat selam gönderdiği isimler vardı. Sonunda da Fethullah ile Hatem’e de selam deniyordu. Ben adımın zikredildiğini duyunca ayaklarım yerden kesildi zannettim; o kadar sevinmiştim. Hayatımda o derece sevindiğim çok az vakidir. Şimdi o mektup nerdedir, kimdedir, onu da bilmiyorum. Ancak bu bana yetmişti. Sohbetlere gitmeyi bir daha terk etmedim.” Bunun dışında Said-i Nursi için söylediği bir pek bir şey bulunmaz. Nursi’den bahsederken, onun Kürt kimliğini yok sayar, inkâr eder. Kendisini Türk gördüğü gibi, Nursi’yi de böyle göstermeye çalışır.
Erken eve gönderme ödülü
Gülen, askerliğinin önemli bir kesimini kışlanın dışında yapmıştır. 24 aylık askerliğin yaklaşık olarak 10 ayını farklı şehirlerde camilerde verdiği vaazlar geçirmiş veya komünizmle mücadeleyi örgütlemekle meşgul olmuştur. Bunun için de askerliği 34 gün erken bitirtilmiş.
“İkinci bölük komutanı Mahmud Mardin adında bir yüzbaşıydı. Çok sert bir insandı. Meğer o da her zaman gelip beni dinliyormuş. Benim haberim yoktu. Ben disiplinden çıkınca hemen yanıma geldi. ‘Ben seni çok dinledim. Şimdi ben seni evine göndereceğim. Artık askerlik bitti. Ben tezkereni arkandan gönderirim’ dedi… Beni böylece 34 gün evvelinden saldılar, tezkeremi de arkamdan gönderdiler.”
Gülen öyle ki, yaşamın her anı torpillerle geçiyor. Konuşmalarında öyle sözler söyler ki, dinleyen acır, üzülür, efkârlanır. Yaşamını öyle çileli anlatır ki, insan hayranlık duyar. Ama yaşamını az çok incelediğimizde bunun böyle olmadığını, bütün yaşamı boyunca devletin önemli güçleri tarafından korunduğun, sahiplenildiğini görürüz.
Kontrgerilla eğitim kapmalarını kuran Gülen
Gülen, hemen her dönem devlet gizli gücünü arkasında hissetmiştir. Bütün faaliyetlerinde gizli ilişkilerin özel bir rolü var. Örneğin, eğitim kampları olarak anlattığı süreç, bir bakıma devlet destekli kontrgerilla çalışmalarının bir parçası olduğu çok açıktır. Özellikle 1965-1980 yılları arasında, devletin kontrgerilla güçlerinin, toplum içerisinde anti-komünist propagandayı süreklileştirmek ve sivil faşist ve İslamcı güçleri kullanarak devrimci harekete saldırmak için, askeri ve politik eğitim kampları kurdurduğunu biliyoruz. Gülen bu sürecin çok önemli bir halkasını oluşturmaktadır.
Gülen, Edremit, Buca, Avcılar, Kızılkeçeli bölgelerinde kurulan ve devlet tarafından da korunan eğitim kamplarında yüzlerce genç eğitime tabi tutuluyordu. Kampların amacını şu cümlelerle açıklar: “Bir inayet ve bir koruma altında olduğumuz apaçıktı. Umumi teveccüh ekseriyetteydi. Urfa’dan, Diyarbakır’dan bile talebe geliyordu. Komünizmin gemi azıya aldığı bir dönemde ona karşı, hem de böyle nizamı bir mücadele, geleceğin milliyetçi ve maneviyatçı tarihçilerini derin derin düşündürecektir.”
Çok açık olarak belirtildiği gibi, bu kamplar, ABD’nin özellikle Ortadoğu ve Asya bölgesinde uygulamaya koyduğu ‘yeşil kuşak’ stratejisinin somutlaşmış biçimi olan ‘komünizmle mücadele’ politikasının Türkiye’de güncelleştirilmesinin bir parçasıdır. MHP’ye bağlı olarak kurulan ama esasen MİT ve CİA tarafından organize edilen ‘Komando Kampları’ gibi Gülen öncülüğünde oluşturulan ‘İslamcı Kampların’ da birer kontrgerilla faaliyetidir.
12 Mart 1971 Askeri darbesi sırasında kısa bir süre tutuklanmasına rağmen, kampların faaliyeti kesintisiz olarak davam etti. “Benim tutuklu olduğum dönemde de, kamp hizmeti devam etmişti. Bu hizmet çok masumdu ve hedefi de gençleri komünizm ve anarşizmden koparmaktı… Ben kaldığımda Avcılarda kalıyordum. İlk sene kapasitemiz azdı. Avcılar’da 50-60 kişi vardı. Diğer iki kampta ise 70-80 kişi bulunuyordu. İkinci ve üçüncü senelerde Avcılar’ın kapasitesi daha da arttırıldı ve ortalama bu kampa 80-100 arasında insan katılabiliyordu.” Peki bu gücü nereden alabildi. Tutuklu olmasına rağmen, kamp eğitimlerini nasıl örgütledi. Kendi deyimiyle çevresinde çok az kişi kalmasına rağmen, bunu başarması devlet destekli bir politikadır.
MİT ve CIA desteğinde, komünizme karşı mücadeleyi öncelikli görevleri arasında gören Gülen, Türkiye’nin hemen her yerinde örgütlenir. Zaman zaman tutuklansa da, Ankara’daki üst düzey dostları vasıtasıyla her defasında paçayı kurtarır. Gülen’in kısa sürelerle cezaevine konulması, onu meşrulaştırma ve etki gücünü arttırmanın bir aracı olarak kullanılmasını sağladığı da çok belirgin olarak ortaya çıkıyor.
Kürt gençlerine karşı ‘Altın Nesil’ seferi
Gülen, etnik kökenini inkâr etmekle kalmıyor aynı zamanda düşman bir rol oynuyor. Öncelikli hedeflerinden biri de, Türk olmayan gençleri Türkleştirmektir. Merkezinde ise Kürt çocukları bulunuyor. Gülen’in adına ‘Altın Nesiller’ verdiği İslamcı yeni bir genç kuşağın yetiştirmesi politikasını başarılı bir şekilde uygularken, bunun ilk adamını Malatya ve Diyarbakır’da atar. Bu iki ilde ‘Altın Nesil’ konferanslarını verir. Esas amacı Kürt gençlerini anti-komünist mücadele ekseninde Türk-İslamcı çizgi ekseninde örgütlemektir.
“1976 yılında seri konferanslara çıkmıştım… İşin olumlu yanı Malatyalı gençlere ait olmak üzere çok coşkulu olmuştu. Evet, ben en diri dinleyici kitlesini Malatya’da bulmuştum… Erzurum da çok iyiyiydi… Diyarbakır’da da Altın Nesil Konferansı’nı verdim. Güneydoğuda bugün patlak veren hadiselerden, ben o günde endişe içindeydim…”
Gülen, Barzani’nin bir lider gibi kabul edilmesini içine sindiremediği gibi Kürtlere yönelik düşmanca tavrı çok belirgindir. Kürtlerin tasfiyesi için belki de devletten çok daha büyük bir faaliyet yürütmüş biridir. Bu çalışmaları bütün Kürt coğrafyasında kesintisizce devam ediyor. Uluslar arası küresel istihbarat ve ekonomik güçlerin kullanım merkezleri olarak bilinen Gülen okullarında yetiştirilen ‘Altın Nesil’ gençler içerisinde Kürt çocukları küçümsenmeyecek bir potansiyeli oluşturuyor.
Kendisini Hz. Hamza olarak görüyor
Gülen’in bir başka özelliği de muska yamaktır. “Ben merdivenden çıkarken, bacımız trans halinde imiş. Cinler ona ‘hoca geliyor, fakat biz onun hakkında da geliriz’ diyorlarmış. Kapıyı çaldım. Arkadaşım beni karşısında görünce şaşırdı. Tabii ki, onun böyle şaşırmasının sebebini ben daha sonra anlayacaktım… ‘Bu dua mecmuasını bacımız üzerinde taşısın, mutlaka faydası olur, cinler yayına sokulamazlar’ dedim… Sonra trans halindeki bacımız, ‘nasıl, Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz değil mi?’ diye bağırmaya başlamış.”
Gülen’ın insanların psikolojik sorunlarını muskalarla çözmesi bir yana, anlattığı uyduruk hikâyeden görüleceği gibi müthiş bir egoizmi ve kendini beğenmişlik duygusu var. Trans halindeki kadın, Gülen’i Hz. Hamza ile eş değer görüyor. Vaaz sırasında hıçkırarak ağlaması, kendisini sıradan zavallı göstermesinin arka planında büyük bir beğenmişlik, bencillik vardır. Dikkat edilirse yaşamına ait anlattığı bütün anılarında, kendisini sürekli Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Ali gibi İslam büyükleriyle kıyaslar, onlarla eş değer görür.
Tüccarlarla özel ilişkisi var
Gülen bütün yaşamı boyunca ticaretle, parayla çok iç içe olmuştur. Ailesinin zenginliğini bir yana bırakırsak, gittiği bölgelerde devlet yöneticileriyle bağlar kurarken, aynı zamanda tüccarlarıyla, zengin eşrafıyla da yakın bağlar kurar. Yaptığı örgütlemede onları özel olarak değerlendirir. Özellikle anti-komünist mücadele stratejisine bağlı olarak kurdukları kampların bütün masraflarını bölgenin zenginlerine ödettirir.
Bu bakımdan İzmir’de, Kestane pazarını kendisine mesken seçmesi de bilinçli bir tercihidir. Burası aynı zamanda ekonomik bir merkezdir. Yahudi kökenli tüccarların ve işadamların yoğun olduğu Kestanepazarı, Gülen’in ilişkilerinde önemli bir yer tutar.
Örneğin Kamp kurmak için Ankara’da topladığı 3 bin liralık bonoyu, Yahudi esnaflar vasıtasıyla Kestanepazarında paraya çevirir. Bugün, Gülen cemaatine ait olan uluslar arası şirketlerin çok önemli bir kesimi özellikle Yahudi kökenli dünya kapitalist şirketlere çok yakın ilişkileri bulunuyor.
Askeri darbeleri destekleyen Gülen
Şeriat düzenini savunduğunu iddia eden Gülen’i en çok destekleyen ve koruyanlar da laik geçinen generaller oldu. Ordu ile stratejik bir ittifak içinde olan Gülen, hem 12 Mart 1971, hem de 12 Eylül 1980 askeri darbesini çok aktif bir tarzda destekledi. Örneğin, 12 Mart 11971 askeri darbesini desteklemek için vermiş olduğu bir vaaz da, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için dini merasim yapılmasını dahi eleştirmektedir: ”Deniz Gezmiş’ler, ömürleri boyunca dine, Allah’a, mukaddesata küfrediyor, sonra da devlete baş kaldırınca öldürülüyor. Ama sonra da dini merasimle gömülüyor. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?”
Haziran 1980’de yani askeri darbeden yaklaşık olarak 3 ay önce, İzmir’de camide verdiği vaaz da, darbe çağrısı yapıyor: “İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet… Bu nasıl iştir!.. Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler Nerede? Marks’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır.”
12 Eylül 1980 darbesinden sonra yine bir camii vaazında yapmış olduğu ve daha sonra ‘Sızıntı’ dergisinde yayınlanan konuşmasında şunları söyler:
“Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (…) bir de anadan doğma asker-millet vardır. o, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür. Âşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (…) onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük… Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam… Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. içtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (…) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.”
Gülen cemaati ile generaller arasında bir kısım farklılıklar olmasına rağmen ortak bir ittifak kurdular. Birbirlerinin çıkarları korudular. Bu nedenle, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Afişlerle aranan Gülen, İzmir’de camilerde darbeyi desteklemek için vaazlar verir. Dönemin Milli Güvenlik Konseyi sekreteri Haydar Saltık’ın koruması altında, faşist darbeyi desteklemek için görevini sürdürdü. İlginç olan Türkiye’nin iç politikasının olağanüstü süreçlerinde, Gülen mutlaka, Ankara’da bir general tarafından korunmuştur.
Gülen’in devletin istihbarat örgütleriyle olan ilişkisi kamuoyuna açıklanmalı
Gülen’in yaşam tarihi tahmin edildiğinden çok daha karanlıktır. Kozmik odaların gizle yerlerinde Gülen’e ait çok büyük bilgiler ve belgeler vardır. AKP iktidarı ne devletin politik geçmişiyle ne de devletin kirli ilişkileri için önemli sorumluluklar üstlenmiş kişilerle hiçbir hesaplaşmaya girmez. Yapılmış onlarca provokasyonları, katliamları hiçbir şekilde açığa çıkartmaz. Böyle bir süreç başlatsa izlerin önemli bir kesimi Gülen’in kapısına çıkar. Geçmiş yıllara ait arşivleri açabilirler. Ama açmaya hiçbir şekilde cesaret edemezler. Çünkü o arşivlerin her karesinde birlikte boy boy fotoğraflar çektirdikleri Gülen’in izleri vardır.
15 Temmuz 2016 yılında darbe girişiminde bulunan Gülen Cemaatiyle gerçek anlamda mücadele edilmek isteniyorsa, sistem kurumlarından tasfiye edilmek isteniyorsa; Milli İstihbarat Teşkilatı ve Genelkurmay Başkanlığı İstihbar Dairesi, Gülen ve cemaatine ilişkin bütün belgeleri eksiksiz yayınlamalıdır. Gülen’in 1963 yılından buna devletin gizli kurumlarıyla ne gibi bir ilişkisinin olduğu ya da devletin özel kurumlarıyla iç içe nasıl çalıştığı açıklanmalıdır. Devlet kurumlarında saklı tutulan derin ilişkilerinin bütün belgeleri, CİA ile olan özel bağlantıları, yer aldığı provokasyonların tamamı MİT’in ve Genel Kurmay İstihbarat Dairesinin dosyalarındadır. Bunlar kamuoyuna açıklanmadan yapılan her işlem Gülen’i koruma eylemi olarak algılanır.