Rojava’nın toplumsal bir örgütlenme modeli olarak ortaya çıkması ile küresel güçlerin Ortadoğu stratejisi arasında önemli bir bağ var. Bu durum doğru kavranılmazsa ve gerekli sonuçlar çıkartılmazsa bugünden geleceğe yönelik stratejinin başarılı bir şekilde uygulanması da oldukça zor olacaktır.
Rojava’yı Var Eden Sosyolojik-Politik Dinamikler
Rojava’da ortaya çıkan toplumsal yapının devrim olarak tanımlanması dahi küresel dünyada devrim tanımının ve biçimlerinin nasıl değiştiği/değişebileceği konusunda bizlere somut bir fikir veriyor. Rojava’daki mücadelenin bugünkü koşullarda başarılı olmasının politik arka planı, bu mücadeleyi yürütenler açısından bölgedeki sosyolojik-politik dinamiklerinin oldukça güçlü olmasıdır. Bu nedenle dünyanın neresinde olursa olsun, sosyo-politik arka planı olmayan hiçbir hareketin başarılı olma şansı bulunmaz. Sosyolojik-politik dinamiklere dayanan hareketler, bölgesel ve iç dengelere bağlı olarak toplumsal gücünde belirli bir zayıflama ya da politik olarak bir gerileme yaşayabilirler. Ancak bu toplumsal hareketlerin tasfiye edilmeleri pek mümkün olmaz.
Rojova’daki toplumsal dinamiklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve onun örgütlü bir güce dayandıran PYD özellikle IŞİD’e karşı vermiş olduğu savaşla hem uluslararası ve bölgesel alanda tam bir meşruiyet sağladı hem de Suriye’nin iç dinamiklerinde Kürtlerin dışında önemli bir toplumsal taban oluşturdu. Bu nedenle bölgesel/coğrafik olarak Rojava kavramından çok Fırat’ın Doğusu/Kuzey Doğu Suriye tanımının kullanılması daha gerçekçidir. Bugünkü koşullarda uygulanmaya çalışılan model, tüm Suriye için uygulanabilecek demokratik toplumsal bir sistem için örnek oluşturabilecek nitelikte olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Küresel Güçlerin Müdahalesi Irak’ta ve Suriye’de Özerk Kürt Yönetimlerinin Oluşması
Rojava’nın bugün elde ettiği başarı öncelikli olarak kendi iç dinamiklerine ve gücüne dayandığını, başarının esasının bu nokta olduğunu altını çizmek gerekir. Ancak Rojava’da toplumsal bir model oluşturanların sadece kendi güçlerine dayanarak bunu başardıklarını söylemek de yanlış olacaktır. Küresel güçlerin Ortadoğu stratejisinin yarattığı askeri ve siyasal sonuçların çok önemli bir etkisi olduğunun da çok açık olarak ifade etmekten yarar var. Örneğin uluslararası güçlerin Irak’a karşı devreye soktukları 1991 yılındaki birinci Körfez hareketi, 2003’deki ikinci körfez askeri hareketi olmasaydı bugün fiilen bir devlet statüsünde olan Irak Kürdistan Bölge Yönetiminin olması da son derece zordu. Aynı şekilde küresel güçlerin kendi bölgesel stratejileri için Suriye’ye yönelik bir operasyon yapmamış olsalardı, yakın dönem de fiilen özerk statüye kavuşmuş olan Rojava ya da Kuzey Doğu Suriye’den bahsetmemiz oldukça zor olacaktı. Hiç şüphesiz ki küresel güçlerin Irak’a ve Suriye’ye yönelik askeri müdahaleleri bölgede Kürtler için bir statü hazırlamak için yapılmış değildi. Yıllar önce hazırlanan planlarında Kürtlere özel bir misyon biçilmiş değildi. Ancak Suriye’ye ve Irak’a yaptıkları müdahale Kürtlerin politik-toplumsal olarak güç haline gelmelerine zemin hazırladı. Bu nedenle iki ülkenin iç toplumsal dinamikleriyle bölgesel operasyonların birbirini tamamlamaları Kürt coğrafyasında Özerk Bölgesel Yönetimlerin oluşmasını hızlandırdı.
Rojava’da küresel ilişkilerin önemi
Burada ortaya çıkan bir başka önemli nokta da toplumsal değişimlerin sadece iç dinamiklerle olmadığını, dış dinamiklerin çok önemli oranda etkili olduğunu söylemeliyiz. Dünya çapında bilim ve teknolojinin devasa boyutlarda geliştiği, iletişim ve bilgi akışının kontrol edilmeyecek düzeyde hızla aktığı bir küresel sistemde etkileşim de bir o kadar evrensel hale dönüştü. Aynı şekilde dünya çapındaki gelişmelerin birbirini tamamlar nitelikte küresel bir boyut kazandığını ve bunun da iç politik-toplumsal ilişkileri çok önemli oranda etkilediğinin en somut örneklerinden biri de Rojava’daki toplumsal dönüşümde küresel güçlerin etki alanıdır. Bu reel durum ciddi bir etkisi olmayan salt ‘politik’ kavramlara dayanan sloganlarla önemsizleştirilemez ve geçiştirilemez. Özellikle Rojava’nın geleceğinde diplomatik alandaki faaliyetlerin ve politik ilişkilerdeki kalıcılığın çok önemli bir etkisi olduğu/olacağı asla unutulmamalıdır.
Rojava’nın Öğrettiği Bir Gerçek: İttifaklara ideolojik kavramlar değil jeo-politik gerçekler yön veriyor.
Kuzey Suriye’de oluşan toplumsal mücadelenin gösterdiği bir başka realite de ittifakların niteliksel boyutudur. Küresel güçlerin ilişkilerinde ön plana çıkan ideolojik eğilimler olmayıp jeo-politik ilişkiler ve çıkarlardır. Bu tanımlama son derece önemli ve gelecekteki başarı için dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. Rusya’nın da ABD’nin de Irak’a veya Suriye’ye müdahalesi ve burada kurduğu ittifaklar bütünüyle bölgesel stratejik çıkarlara göre şekilleniyor. ABD ideolojik paradigma olarak kapitalist dünya sistemi içerisinde Türkiye ile çok daha bütünlüklü olmasına rağmen Suriye’deki jeo-politik çıkarları için ortak hareket etmiyor. Ancak tersine PYD ile ideolojik ortak bir yanı olmamakla birlikte yine bölgesel jeo-stratejik çıkarları için YPD’yi ittifak gücü olarak görüyor ve askeri olarak destekliyor. Amerika, PYD ile PKK’yi aynı ideolojik kaynaktan beslenen ‘kuzen’ olarak değerlendiriyor. PYD’yi terörist görmüyor ama PKK’yi terörist görüyor. Peki bu farklılık nereden geliyor? PYD ile kurduğu jeo politik çıkarları PKK ile kuramıyor. Bu nedenle 21.yüzyılın politik-toplumsal ilişkilerinde ideolojik yönelimler halen önemli bir etki yaratsa da jeo-stratejik-politik çıkarlar ittifaklara ve ortak hareket planları oluşturmaya yön veriyor.
ABD’nin Ortadoğu Stratejisinde Rojava Önemlidir
ABD’nin belirlediği 2030’lu yılların Orta Asya-Ortadoğu-Akdeniz stratejisinde İran-Irak Bölge Kürt Yönetimi ve Suriye Rojava/Kuzey Doğu Suriye önemli bir alanı oluşturuyor. ABD’nin bu stratejisinde Afganistan’da olduğu gibi önemli gedikler açılmış olmasına rağmen halen devam ettiğini ve uygulanması için bir kararlılık gösterildiğini söyleyebiliriz. Bu stratejinin birçok yönlü var. Çin’in Orta Asya’dan karşılanarak durdurulması planından, enerji yataklarının kontrolü ve yeni enerji geçiş koridorlarının oluşturulmasına kadar geniş bir alanı oluşturuyor. Bu nedenle İran ile ilişkilerin düzeltilmesi, Irak Kürt Bölge Yönetiminin fiilen devletleştirilmesi ve önümüzdeki süreçte ‘bağımsız’ devlet olarak kabulünün alt yapısının hazırlanması hedefi aşamalı olarak uygulanıyor. Rojava’nın bugünkü ‘özerk’ yapısından geri adım atılmadan Güney Kürdistan’dakine benzer bir statüye kavuşturulması için Suriye’yi kapsayacak yeni bir anayasa ile hukuki olarak garantiye alınması amaçlanıyor. Yani bağımsız bir orduya ve yapısal kurumlara sahip fiilen devletleşmiş bir yapının oluşturulması ABD’nin ve AB’nin bölgesel çıkarları ve hedefleri için önemlidir. Bunun için hem El Bab hem de Afrin sorununun çözülmesi, Suriye Demokratik Güçlerinin bir biçimiyle bu bölgelere dahil olması için Ankara dahil bir kısım görüşmelerin yapıldığı biliniyor. Hiç şüphesiz ki sürecin oldukça karmaşık ve zorlu olduğu da unutulmamalıdır.
Kamışlı-Ankara arasında Olası Politik İlişkiler
Türkiye 2017 yılından bu yana PYD=PKK teziyle uluslararası alanda yoğun bir diploması yürütüyor. Her ne kadar bu tez ABD-AB ve hatta Rusya tarafından kabul görmese de Suriye’deki ilişkilerde etkisini ortaya koyuyor. Ankara, ABD’nin SDG’yi açık ittifak gücü görmesi ve desteklemesi nedeniyle sahada Rusya’ya daha yakın duruyor. Ankara’nın ısrarcı tutumuna rağmen ABD, Kamışlı ile Ankara’yı bir masada buluşturmaya çalışıyor. İki güç arasında atılabilecek en küçük diplomatik-politik bir adım, Suriye’deki bütün dengeleri değiştirecektir. Ankara, PYD’nin PKK ile her türlü bağını koparmasını ve iddia ettiği Kuzey Doğu Suriye’de bulunan PKK militanlarının bölgede çıkartılmasını istiyor. ABD, Ankara’nın bu talebini ‘makul’ karşılıyor ve DSG üzerinden politik baskı uyguluyor. ABD’nin en önemli politik hamlesi Kamışlı-Ankara hattını bir masada buluşturmak ve El Bab-Afrin hattında ABD askerlerinin girmesine meşru bir zemin hazırlamaktır. Bunun başarılması hem ABD-AB’nin uzun yıllara dayanan stratejisi için oldukça önemlidir hem de DSG’nin Suriye’de doğrudan bağımsız bir güç haline gelmesinin alt yapısının oluşturulmasını sağlayacaktır. PYD merkezli SDG önümüzdeki süreçte kendisine yeni bir yön belirmek zorunda kalacaktır.
Kandil-Kamışlı Dengesi
Kandil merkezli PKK yönetimi uzun yıllardan beri, Kürt coğrafyasının çok önemli bir kısmında politik, toplumsal ve askeri bir etki yaratmış durumda. KCK denilen sistemle bölgelerdeki kurumsal yapıları bir araya getirerek yönetti. Bütün alanların en önemli buluşma noktası ise Öcalan’ın ideolojik paradigmasını kabul etmeleri ve toplumsal örgütlenme modellerini buna göre düzenlemeleridir. Ancak hem küresel çaptaki ilişkiler hem de bölgesel denklemlerde meydana gelen değişmeler, Kandil’in söz konusu alanları doğrudan yönetme ve kontrol etme koşullarını ortadan kaldırmaya başladı. Kürt coğrafyasında bulunduğu bütün alanlarda bölgesel ilişkilerde ortaya çıkan olanakları bölgedeki Kürt politik güçleri tarafından yeniden ve farklı bir formattan değerlendirilmeye başlandı. Hatta ortaya çıkan askeri, politik ve toplumsal olanakların Irak’ta ve Suriye’de fiilen devletleşen bir süreci başlatması, Kandil’in özellikle örgütsel ve politik etki alanını kaçınılmaz olarak sınırlamaya başladı denebilir. Örneğin Rojava/Kuzey Doğu Suriye’de oluşan PYD merkezli toplumsal oluşum, zorunlu ve kaçınılmaz olarak yeni politik stratejiler oluşturmaya, küresel çapta diplomatik ilişkiler geliştirmeye, ABD-Fransa-Almanya-İngiltere ve hatta Rusya ile askeri alanda işbirliği yapmaya yönlendirdi. Bu bütünüyle dönemin oluşturduğu ve ortaya çıkarttığı ama uzun yıllar kalıcılaşma olasılığı yüksek olan özgün bir durumdur. Örneğin Kandil merkezli PKK yönetimi, ABD’nin Kürtleri ve özellikle PKK’yi tasfiye etmek için yoğun bir çaba içerisinde olduğunu belirtirken tersine PYD merkezli SDG ise ABD ile askeri-politik-diplomatik ilişkilerini geliştiriyor.
Rojava’nın ortaya çıkarttığı politik gereklik şu: Kandil’in bundan sonra Kamışlı üzerinde istediği politik ve örgütsel etkiyi yaratması zor olacaktır. Önümüzdeki süreçte aralarındaki örgütsel organik bağ çok daha fazla azalacaktır. Ancak her iki tarafın ortak buluşma noktası; Öcalan’ın ideolojik paradigmasının uygulanması olacaktır. Kandil, ortaya çıkan politik gerçekliği kabullenmeli, Rojava’daki yönetimin fiilen devletleşen bir sisteme doğru gittiğini ve bu sürecin devam edeceğini görerek yeni bir strateji belirlemelidir. Bu hem karşılıklı kopuşu engeller hem de SDG’nin politik-diplomatik etki alanını genişletir. Burada önemli olan ideolojik pozisyonun nasıl sürdürüleceğidir. Sorunun daha net anlaşılması için bir başka noktaya dikkat çekelim: Kandil ile Ankara arasında çatışmalar devam ederken, Kamışlı kendilerinin topraklarını doğrudan bir saldırı olmadığı sürece böylesi bir çatışma sürecine dahil olmayacaktır.
Rojava’nın sistemi kalıcı mı? Yoksa süreç yeni alternatifler mi oluşturacaktır.
ABD-AB kendi çıkarları için belirlediği stratejinin başarılı olmasıyla meşgul. Askeri-politik-diplomatik ilişkilerini, ittifaklarını kendi başarılarına göre organize ettikleri biliniyor. Bu nedenle bugünkü ilişkiler içerisinde Rojava’da kurulan yönetimin yapısı ve sistemiyle pek ilgilendiklerini söyleyemeyiz. İster komün sistemi isterse yarı devlet yapısı hangisi olursa olsun önem arz etmiyor ve onlar için belirleyici olan kendi politik stratejilerinin yaşam bulmasıdır. SDG ile kurduğu ittifak ilişkinin alt yapısı, Rojava’daki sistem değil, bölgesel stratejisinde elde edeceği başarıdır. SDG de bu güç dengelerinden yararlanarak kurumsal alt yapısını kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır.
Mevcut durum analiz edildiğinde, Rojava’da askeri alt yapısı güçlü olan yarı-devlet merkezli bir kurumsallaşma var. Bunun alacağı boyut, küresel güçlerin Suriye’nin geleceği için yapacakları anlaşmalara bağlı olarak şekillenecektir. ABD-AB ittifakının stratejisi, Kuzey Doğu Suriye’ye Irak’takine benzer ‘federal’ bir sistem kurmak. Böylelikle hedeflenen Kuzey Doğu Suriye’de fiilen bir devlet yapısının oluşturulmasıdır. Belirlenen plan şöyle; bölgedeki güç ilişkilerine bağlı olarak önce ‘çoklu Kürdistan’ kurulması daha sonra aşamalı olarak ‘Kürdistan’ın tekleştirilmesidir.’
Eğer Suriye’de federal bir yapının oluşturulması başarılı olursa, önümüzdeki 2025-2030 yılları arasında Irak’taki ve Suriye’deki federal yapıların birleştirilerek, uluslararasında tanınmış bir ‘Kürdistan’ın ilanı kimseye sürpriz gelmemelidir. Çok zor görünün bu planlamanın aşamalı olarak uygulanmaya konulduğuna dair çok sayıda veri bulunuyor.
Bugünkü Rojava’nın çok yönlü değişmesi kaçınılmazdır. Önümüzdeki süreçte çok kapsamlı ve çok yönlü politik olasılıkların gündeme geleceği unutulmamalıdır. Özellikle jeo-politik önemi artan bir devletin yani Kürdistan’ın kurulma olasılığının reddinin de pek mümkün olmayacağının hesaba katılması gerekir. Yakın dönemde bugünkü Rojava’dan farklı olarak devletleşme olgusunun yükseldiği ve yeni güç ilişkilerinin sürece dahil olduğu bir döneme girilmesinin alt yapısı oluşmuş durumda. Bölgeyi alt üst edecek olağan üstü gelişmeler yaşanmadığı sürece orta vadede Güney-Rojava ilişkisi merkezileşmesi kaçınılmazdır. Böyle bir gelişme Rojava yönetiminin oluşturduğu kurumsal örgütlenme yapısıyla politik etki alanını daha fazla artıracaktır. Küresel güçler de Güney’de aşılamayan ve bir türlü devletleşemeyen halen ‘aşiretlere göre örgütlenen yapının yerine modern zamana uyumlu oluşan Rojava modelini tercih edecekleridir. Yönelimler de bunu gösteriyor. Bu bakımdan Önümüzdeki süreçte Kürtlerin merkezde olduğu bölgedeki sorunların çözümünde politik ve diplomatik ilişkiler çok daha yoğun olarak artacaktır.
Son Olarak: Ankara da bölgedeki değişimleri iyi takip etmeli, Kürt politik güçleriyle çatışmayı değil, konuşmayı, diyaloğu esas almalıdır. Askeri çatışmalar yerine demokratik siyaset içinde parlamentoda sorunun çözümüne odaklandığında kaybetmez. Bölgesel gelişmelerin politik arka planını doğru okumadığı taktirde, bugünkü süreçten daha zorlu bir dönemle karşılaşacağı açıktır. İlk adımı Kamışlı’yı politik olarak muhatap alıp diplomatik görüşmeleri başlatabilir, sorunları diyalog yoluyla çözmeye yönelebilir.