Türkiye ciddi krizler içinde bulunuyor. Politik inisiyatifi kaybetmiş iktidar adeta kontrolden çıkmış gibi hamleler yapıyor. Bir bakıma iktidarın değişim süreci başladı denebilir, Başarısızlığın merkezinde dış politika ve özellikle Suriye süreci bulunuyor. ABD/Biden-Rusya/Putin arasında gidip gelen cumhurbaşkanı Erdoğan, anlık reflekslerle hamleler yapıyor. Ülkeler kurumsal kimlikleriyle cumhurbaşkanı şahsıyla sürece müdahil oluyor. Bu nedenle Suriye’deki politik gelişmeleri de kurumsal olarak değil artık kişiselleşen politik refleksleriyle hareket etmeye başladığı görülüyor. Örneğin Putin ile Erdoğan arasında yapılan üç saatlik görüşmeden nelerin konuşulduğu bilinmemekle birlikte yapılan yorum ve analizlerde, Putin’in Erdoğan’a İdlib’in boşaltıp Şam rejimine teslim etmesi gerektiğini dikte ettirdiği belirtilmektedir. Bu görüşmeden sonra, Rus ve Şam askeri birlikleri özellikle M-4 karayolunun 6 km Kuzey, 6 km Güney bölgesini yoğun bir şekilde vurmaya başladı. Önümüzdeki süreçte kapsamlı bir operasyonun yapılacağına dair çok sayıda veri var.
Erdoğan merkezli iktidarın Suriye politikasının artık hiçbir şekilde başarılı olma şansının olmadığı hemen herkesin kabul ettiği bir realitedir. İktidar, hem Suriye’de halen denklemin içinde olduğu imajını yaratmak hem de ülke içinde yaşanan krizlerin dikkatini bölgesel sorunlara kaydırmak için yeni bir hamle yapma zorluluğu hissediyor.
YPG’nin Tall Rifat bölgesinde çok sınırlı sayıda askeri gücü bulunuyor. Bunlar da daha çok Afrin bölgesinde gelen sivillerin güvenliğini sağlamaktadır. Ankara doğal olarak Rusya ile açık bir çatışmaya girmeyeceğini biliyor. Bu nedenle hedef tahtasına bölgede bulunan Suriye Demokratik Güçlerini koyarak hem hedef şaşırtmaya çalışıyor. Tıpkı 34 askerlerin Rus uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesine karışın Moskova’ya tepki göstermeyen Ankara aynı şekilde Rusya askeri uçaklarının El Bab ve Afrin bölgesinde bulunan Özgür Suriye Ordusuna yönelik saldırılarını da görmezlikten geliyor. Prestiji kurtarmak için de saldırıların SDG/YPG tarafından yapıldığı tezini ileri sürüyor.
Ankara, Fırat’ın Doğusuna operasyona girişir mi?
Çok açık söylemek gerekirse Ankara, Rusya ve ABD’nin onayı olmadan hiçbir bölgeye giremez. Menbiç bölgesinde ABD ve Rus birlikleri bulunuyor. Bu güçlere rağmen bir operasyon yapması toptan imkansız değil ama oldukça zayıf bir olasılıktır. ABD’nin SDG aktif olarak desteklemeye devam ettiği, yeni askeri teçhizat gönderdiği, ‘Ankara’nın eylemlerinin IŞİD ile mücadeleyi olumsuz yönde etkilediği’ iddiası dikkate alındığında Fırat’ın doğusuna yönelik her hangi bir operasyonun yapılmasına onay vermeyecektir. AKP iktidarı iç toplumsal dinamikleri etkilemek için ABD’ye rağmen bölgede askeri bir operasyona yönelmesinin askeri, politik ve ekonomik yansımalarına bağlı olarak bütünüyle bölgesel ilişkilerin dışına düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Ankara’nın böylesi bir hamlesi karşısında Kuzey Doğu Suriye üzerinden uçuşa yasak bölge ilan etmesi ve DSG’ye vermiş olduğu kara silahlarının ve füze savunma sistemlerinin tamamının kullanmasın onay vereceği açıktır. Bu nedenle Ankara, başta Menbiç ve Kobani olmak üzere Fırat’ın doğusuna operasyon yapma olasılığı sanıldığından çok daha zayıf ve düşüktür. Ankara’nın ABD’nin olası bir operasyon karşısında sessiz kalması için F-35 yerine 10 milyar dolar değerinde 40 F-16 savaş uçağı olması talebi düşünülen etkiyi yaratmayacaktır.
Tall Rifat’a yönelik olası bir askeri operasyon mümkün?
İkinci alan ve özellikle cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef olarak belirlediği Tel Rıfat bölgesi bulunuyor. Burada ABD askeri güçleri bulunmuyor. SDG güçlerinin kontrolünde olmakla birlikte Rus ve Şam askeri güçlerinin konuşlandığı bölgelerle iç içedir. Rusya, Ankara’nın sadece İdlib bölgesinde değil aynı zamanda Afrin ve El Bab bölgesinde çıkması için arka plan diplomaside yoğun bir baskı yapıyor. El Bab ve Afrin bölgelerine yönelik yapılan operasyonlar özellikle Türk askeri birliklerinin bulunduğu yakın bölgelere yönelik hava saldırıları Rus ve Şam askeri güçleri tarafından yapılıyor. Ankara, söz konusu saldırıların ağırlıklı olarak Rus ve Şam askeri birlikleri tarafından yapıldığını çok iyi biliyor. Rusya’ya açık tutum alma şansı olmadığından hedefine SDG koyuyor.
Moskova, Ankara’daki iktidarın bölgedeki sorumluluğunu yerine getirmediğini başta Heyeti Tahrir Şam olmak üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ‘terörist’ görülen İslamcı örgütlerle ilişki içerisinde olduğuna dikkat çekiyor. Putin, Suriye’deki sorunların çözüm adresinin Şam olduğunu özellikle Erdoğan’a çok açık bir şekilde ifade etti. Bu nedenle Suriye’nin ‘toprak bütünlüğünü’ esas aldığını iddia eden Ankara’nın Şam ile diplomatik-politik ilişkiye girmesi gerektiğini sıklıkla vurguluyor. Bütün bu karmaşık denklem içerisinde Ankara’nın Moskova’nın onayı olmadan Tall Rifat bölgesine yönelik bir operasyon yapması olasılığı toptan reddedilmese de oldukça zayıf görüyor. Rusya’nın Ankara’nın İdbil ve Afrin’de çıkma çağrısını yaptığı bir dönemde Tall Rifat’a girmesine onay vermesi için S-400 ikinci bataryasını satın alma gibi bir rüşvetin ötesinde tahmin edebileceğimizden çok büyük bir tavizi alması gerekir.
Ankara ne yapmak istiyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Biden hem de Putin ile yaptığı görüşmelerde diplomatik ilişkilerin bir kuralı olan ‘not tutma’ mekanizmasını uygulatmadı. Bu iki lidere ne gibi tavizler verdi ya da kendisine nelerin dikte ettirildiği bilinmiyor. Ankara’nın Suriye merkezli politikasının başarısızlığı AKP kurmayları, medyası tarafından da artık kabul görüyor. Erdoğan’ın PYD’yi gerekçe göstererek bölgede olası bir kısım askeri operasyonlarla yönelmesinin politik arka planı iç politikayla ilişkilidir. İç politikada artan gerileme ve gündemi kontrol etme gücünü önemli oranda yetirmesi çözülme süresini hızlandırmaktadır. İktidarın çözülmesini durdurmak için daha önce olduğu gibi Kürtler üzerinde yeni adımlar atmak istiyor. Ancak fark edilmeyen şu: hem Suriye’deki süreç geçmişteki gibi değil, hem de Türkiye’nin iç politik-toplumsal dinamikleri ve ekonomik dengeleri önemli oranda değişmeye başladı.
Bu nedenle Suriye’de ne gibi hamleler yapabileceği oldukça belirsiz olmasına rağmen bilinen temel husus şu: Bölgenin politik gerçeğine ters gelebilecek her adım kaybettirir ve çekilme sürecini hızlandırır. Mali Eylem Görev Gücü(FATF) tarafından Ankara’nın ‘kara paranın aklanması ve terör örgütlerini finanse’ ettiği iddiasıyla ‘gri ülkeler’ kategorisine alması, sorunun giderek uluslar arası boyutunu tescil eden bir noktaya getirdi. Böyle bir koşulda Suriye’de özellikle Kürtlerin kontrolünde bulunan bölgelere operasyon yapmasının politik, ekonomik ve askeri karşılığı tahmin edilenden daha ağır ve sarsıcı olacaktır.
Şam ve Qamışlı Ortak Denklemi
Ankara’nın kapsamlı bir kara askeri operasyona yönelmesi kamuoyuna yansıtıldığı gibi kolay bir hamle olmayacaktır. Hava operasyonlarına daha fazla ağırlık vereceği anlaşılıyor. Ancak Ankara’nın olası bir operasyonuna karşı Şam ve Qamışlı’nın ortak hareket etme eğilimi giderek güçleniyor. Tall Rıfat’ın Halep bölgesine olan yakınlığı ve Şam’ın bu bölgede önemli bir askeri güç konuşlandırması, İran milislerinin sürece dahil olmaya başlaması, YPG’nin Ankara’nın olası bir operasyonuna karşı savunma gücünü arttırması gibi faktörler özellikle Şam ve Qamışlı arasında Ankara’ya karşı ortak askeri işbirliği yapma eğiliminin arttığı görülüyor. Bölgede artan askeri hareketlilikten bunu anlamak mümkün. Ayrıca ABD ve Rusya’nın askeri olarak kontrol ettikleri bölgelerde ‘uçuşa yasak bölge ilan etmeleri’ kimseye sürpriz gelmemelidir.
Sonuç: Artık somutlaşmış bir stratejisi olmayan, tamamen anlık değişen dengelere göre askeri hamleler yapmaya çalışan Ankara’nın sanıldığı gibi Suriye’de kalıcı olma şansı kalmadığı gibi çekilme sürecini hızlandıracaktır.
“Dr. MUSTAFA PEKÖZ: ANKARA SURİYE’YE YENİ BİR ASKERİ OPERASYON YAPAR MI?” üzerine 2 yorum
Değerli Mustafa hocam merhaba.
Analizlerinizin çok ufuk açıcı olduğunu,
çok yararlandığımı söylemek isterim.
Bu çabanızdan dolayı size teşekkür edemiyorum.
Selam Erol bey
çok tşk ler mesajısınız çok geç gördümb.. Çok tşk le yazılara duyduğunuz ilgi için