Ölüm kusan depremde kendi imkânlarımızla ayakta kalmaya ve yaşamaya çalışıyoruz. Türkiye siyaseti depremden rant devşirme peşinde. Küfürlü ağız dalaşları, karşılıklı suçlamalar birbirini takip ediyor. Buradaki mantık depremden ne devşirebilirim arayışı. Muhalefet ve iktidarın hiçbirinin kapasiteleri, yetenekleri ve felaketzede halkı gerçekten düşünme gibi bir dertleri de yok. İçlerindeki halktan yana dürüst siyasetçi, birkaç siyasi kadro hariç. İlk depremden bu yana geçen altı gün içinde bu durum çok iyi anlaşıldı. Devlet muhalefeti de, devlet iktidarı da felaket karşısında çöktü. Onlar şimdi tencere dibin kara seninki benden kara yarışını sürdüre dursun. Birbirlerine sinirlensin. Muhalefet, iktidar zor duruma düştü diye sevinsin. Meral, başbakanlık için bana gün doğdu, Kemal Cumhurbaşkanlığı rüyasını görsün.
Biz Şeyh Edebali’nin asırlar öncesinde oğul vasiyetinde dediği söze geldik. “Dur sinirlenme sen beysin bugün sinirlenmek bize, sabır sana düşer.” “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” İşte daha o zamandan devleti yönetenlerin eleştiriye açık olması gerektiğini söylüyor. Devletin ve insanını yaşatması varlık sebebi ve devamının gerekçesi olduğunu tespit edip nasihat etmiş Şeyh Edebali. İnsanını yaşat, yaşama, yaşatmaya göre organize ol, insanına değer ver, insanını eğit, öğret. Peki, kim yapacak bunu? Elbette ki devlet. Devlet kim? Devlet, ben-sen-o, biz-siz-onlar. Eğitim almış bir insan, devleti de yaşatır. Halkını da yaşatır. Ortada böyle eğitimli devlet adamları var mı? Bu büyük depremle devletin insanı yaşatmaya, hayatta tutmaya, hayata döndürmeye dönük bir organize olma yeteneği, gücü ve iradesi olmadığı gerçeği de gün gibi ortaya çıktı.
Muhalefet, iktidarı müdahalede geç kalmakla orduyu yardıma koşmamakla eleştiriyor. Oysa bilerek gerçeği örtüyor ve çarpıtıyor. Suç devletin. Yani iktidarıyla muhalefetiyle hepsi, bu suça ortak. Hepsi de fideliğinde yetiştikleri savaşa göre organize olmuş devletlerini temize çıkarmaya ve aklamaya çalışıyorlar. Çünkü mevcut devlet; dış ve iç savaşa göre organize olmuş bir aygıt. Savaş ise ölmek ve öldürmek demektir.
Barışa göre örgütlenen bir devlet asker, polis dâhil tüm kadrolarına yaşamak ve yaşatmak temelinde eğitim verirdi. Böyle bir devlet yaşamak ve yaşatmak için örgütlenmiş olacaktı ve hızla hatta saatler içinde deprem bölgesine akacaktı. Hızlı harekete geçip, yeteneğini, gücünü ve iradesini ortaya koyardı. Böylece ölü sayısını değil yaşama döndürülen, kurtarılan insan sayısını çoğaltırdı. Daha da önemlisi bu kadar çok sayıda binanın yıkılması ve hasar görmesini yaşama göre aldığı tedbirlerle engellemiş olacağı için böyle korkunç bir felaketle karşılaşmayacaktık. Oysa mevcut devlet dışta ve içteki bir saldırı karşısında veya sınır dışı bir harekât için saatler içerisinde refleks gösterebiliyor ve harekete geçebiliyor.
Yüz yıldır “yedi düvele karşı savaştık, üç yanımız denizlerle dört yanımız düşmanlarla sarılı, bu kış kominizim gelecek, kominizim tehlikesi geçti. Bu defa dış düşmanlar bizi parçalamak istiyor. İç düşman, bölücü terör, ayrılıkçı Kürtler, bölünme parçalanma fobisi, paranoyası, seksen yıl irticacı hareketler” gibi gerekçelerle kendini var etmeye çalışan devlet. Çok af edersiniz ‘osuruktan düşmanlıklar’ ürettik. Derken gele gele gerçek düşman aha böyle cahilliğimizden, bilimsel teknik devrimden uzak hurafe yaşam ve devlet biçimimizden beslenerek doğadan 7.7 ve 7.4 şiddetinde çıkıp geldi. 10 ilin çoğunu korkunç bir biçimde yerle yeksan etti.
Şimdi sözde dış düşmanlarımız bize yardıma koşmuş. İçte sözde iç düşmanlar olarak tabutluğa dönüşen bilimden uzak inşaa ettiğimiz binalarımızın altında Kürt, Türk, Arap, Çerkez vs halklar olarak on binli rakamlarla ölüler, enkaz altlarında kurtarılmayı bekleyen en az on binli rakamlarda ölüme yakın canlar olarak bekliyoruz. Milyonlar olarak evlerimize bu dondurucu soğukta giremiyoruz. Sokaklarda araç içinde yatarak hastalandık.
Devlette savaşa göre organize olduğu için şaşkın bir şekilde ilk iki günü atlattı. Bu nedenle felaket karşısında kimi akademisyen unvanlılar çıkıp TV’lerden “enkaz altında değilseniz başınızın çaresine bakın. Devlete yük olmayın” diyebiliyor. İşte cahil un taifesinin cesareti. Devlet muhalefeti de tavşana kaç tazıya tut misali iktidarı eleştiriyor. İçten içte bu depremle iktidar zora düştü. İyi oldu diye düşünüyor ve buradan iktidara yükleniyor. Oysa asıl suçlu Devlete tek bir eleştiri dahi yapmıyor. Devleti sorgulamıyor. Varsa yoksa iktidarı eleştiriyor. Oysa gün suçluyu doğru tespit etmek. Yeniden reorganize edip halkın hizmetine koşma. Yaraları sarma günüdür. Ortada tek bir suçlu vardır. Oda iktidarıyla, muhalefetiyle, yargısıyla, yerel yönetimleriyle devasa büyüklükteki kurum ve kuruluşlarıyla devlettir. Devleti sorgulamak, devleti bilimsel eleştiri süzgecinden geçirmek ve yeniden bilimsel bir temelde yapılandırmak gerekiyor. Buda tek başına yetmiyor. Vatandaşları da bilimsel temelde ve devletin tanımı doğrultusunda eğitmek ve aydınlatmak gerekiyor.
Devlet nedir ve niçin vardır? Niye vatandaş olarak vergi ödüyoruz. Vatandaşlık görevlerimizi niçin yapıyoruz. Madem bugün başımızın çaresine bakacağız. Devlet neden var ve bizim ödediğimiz vergilerle devletin milyonluk kadrolarına neden bakıyoruz. Yüz yılda bir yaşanacak böyle büyük bir felakette. Devletten yaşam desteği beklemeyeceksek devlet sadece bir kısım azınlık bir zümre için mi var. Yoksa tüm vatandaşlarına eşit mesafede hizmet sunan bir aygıtımdır.
İşte bu ülkede en temel sorun budur. Yani zihniyet değişimi sorunu. Devleti bir toplumsal hizmet örgütü olarak değil. Dokunulmazlık, kutsallık, babalık atfedilen ve ele geçirenin özel mülkiyeti haline dönüştürdüğü; bir toplum içinden çıkan ve toplum üstü bir güç aygıtına dönüşen kutsal bir yapı olarak algılama, görme sorunumuz var! Oysa devlet toplum içinden topluma hizmet etmek için çıkmıştır. Toplum içinden çıkan bir toplumsal yapı ve en üst güçtür. Devletin asli vazifesi vatandaşının can, mal güvenliğini sağlamak ve vatandaşlarının refah düzeyini yükseltmektir.
Vatandaşa hizmet devletin ilk ve en asli vazifesidir. Vatandaş; devlete yük değil. Devlet nasıl vatandaşlardan düzenli olarak vergi topluyorsa, vatandaşlarına da düzenli ve böylesi felaket anlarında olağanüstü hizmet etmelidir. Vatandaş devletin sokakta toplattığı ve götürüp acımasızca ormana atıp başınızın çaresine bakın dediği sokak hayvanı değildir. Ki sokak hayvanlarına dahi bu muameleyi yapmak vahşettir. O can dostlarımız, sokak hayvanları da Allah’ın yarattığı masum canlardır. Allah’ın dilsiz kullarıdır. “Yerdekilere merhamet edin ki göktekilerde size merhamet etsin” diyor ayette.
Koskoca devlet tıpkı 99 depreminde olduğu gibi deyim yerindeyse bir kez daha çöktü ve adeta enkaz altında kaldı. Neden? Çünkü devlet o depremden ders çıkarmadı ve değişmedi. Değişime karşı direndi adeta taş kesildi. Varoluş amacına yani insanı yaşatmaya dönmedi. Hala eski savaş örgütü olarak var olmaya devam etti. Doğanın 1999’daki uyarısında ciddiye almadı. Doğa bu kez 2023’te geldi bir kez daha vurdu. Şimdi artık ders alın dedi. Bu ders iktidarı, muhalefeti, devleti ve toplumuyla hepimizin ortak alması gereken hayati bir derstir. Ya topyekûn bugün depremzedelere koştuğumuz gibi birleşeceğiz ve hepimiz yeni bir barış devleti kuracağız. Ya da hep birlikte dışarıdan ya da içerden gelen bir saldırıdan değil. Doğadan gelecek bir saldırıdan darbe yiyeceğiz ve hep birlikte yok olacağız.
Şu an Amed’de sivil toplum örgütleri aktif harekete geçmiş vaziyette. Vatandaşlara kısmen de olsa işyerleri, fabrikalarda, okullarda, camilerde barınma, yiyecek sorununu tedarik ediyorlar. Ve en temel sorunumuz can güvenliğimiz, barınacak güvenli evler ve yiyecek sorunu. Amed’den dışarı çıkan halk tamamen dönerse sıkıntı büyük. Amed’de geceleri soğuk havaya karşı mücadele ediyoruz. Deprem kadar soğukta bizi vurdu. Olası, Bingöl depreminin korkusu içimizde.
Bu depremle ülke ve halk olarak her anlamda en az on yıl geriye gittik. Bu koşullarda dahi enkazdan çıkarılan her canın kurtuluşunda sevinç çığlıkları yerine tekbir nidaları atılması; bilimin aydınlık yolundan uzaklaşıp, Mücahit müteahhitlerin yeni beton yığını tabutluklarına girişe toplumun son hızla ve pervasızca gideceğini devlet ciddi olarak değişmez berhava korkularını, bölünme paranoyasını yenemezse bu gidişatın berdevam edeceğini bununda daha büyük depremlerle bizi, ülkeyi ve devleti gerçek anlamda vuracağını, yıkacağını ön görmek ve söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Savaşçı, göçebe ve evi sırtında olan bir toplumun kalıcı mimari yapılar yapma kültürü olmayabilir. Ama bu toplum doğru bilimsel temelde eğitilirse depremi de yenecek yapılar inşaa edebilir. Türkiye’nin 50 kenti deprem bölgesi. Asıl düşman cehalettir. Doğa tedbirini al diye geliyor. Daha nasıl öğretsin. Ders çıkarmayı bilmek lazım. Gün iktidarı, muhalefeti ve halklarıyla birlikte yardıma koşmak. Yaraları sarmaya koyulma, yaşam için düşünmek ve harekete geçme yaşamı örgütleme günüdür. HDP’nin de yardım çabası takdire şayandır. HDP’de iktidar ve muhalefete eşit mesafede durarak Devletin değişimini her iki blok’a da dayatmalıdır. Ölümü değil yaşamı kutsayan bilimsel bir devlet ve toplum gerçekliği inşa ederek ancak düze çıkabiliriz.