Cumhuriyet, Osmanlı’nın yıkılması ile gelişen halk hareketi sonucu oluşan kurucu bir meclisin özgür iradesiyle mi yoksa tek Adam’ın yemekte “yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” demesiyle mi kuruldu. Son yıllarda Kemalistlerin ağızlarına tek adam, tek kişi diktatörlüğü pelesenk olmuş durumda. Oysa tek adam diktası Cumhuriyetin kuruluşunda yani hamurunda ve mayasında var. O konuyu aşağıda ele alacağız. Ama önce birkaç gün önce Cumhuriyet’in 99. Kuruluş yıldönümü Türkiye’nin dört bir yanında kutlandı. Her alanda tartışmalarda yaşandı. Kutlamalarda “sonsuza dek ilelebet Cumhuriyet sloganı, tarihte sonsuzluk iddiasında bulunan ve dünya tarihine damgasını vuran o görkemli Tanrı Kral’lara, Büyük İmparatorluklara ve sistemlere nazire yaparcasına haykırıldı.
Sonsuza dek ilelebet Cumhuriyet, her şeyden önce bilime ve toplum bilimine aykırıdır. Hiçbir toplum sonsuza dek sürmez. Bu slogan bilim ve gerçeklik dışı olup cumhuriyeti sapkın bir tarikat ve mezhep derekesine indirgemekten öte bir anlam taşımamaktadır. Eğer sonsuza dek sürebilseydi; Mısır Tanrı Kralları Firavunların sistemi, Roma İmparatorluğu, Hz. Süleyman’ın saltanatı vb sürerdi. Ama hiçbiri sonsuza dek ilelebet sürmedi. Sistemler zamanla çürür, aşınır, aşılır ve yıkılıp gider. Cumhuriyetin kalıcı olan değerleri vardır. Onlarda eğer işletilir, kurumsallaştırılırsa bir sonraki nesle, çağa ve kuşağa aktarılır ve yüz yıllarca yaşatılır.
Nedir bu kalıcı olan değerler. Her şeyden önce bilimsel aydınlanma. Hürriyet, birey, kurucu halklar ve toplumsal düzeyde özgürlük. Cumhuriyet’in diğer olmazsa olmazı da çağdaşlıktır. Cumhuriyetin laik olması ile Demokratik bir Cumhuriyet olması gerçekliği, Cumhuriyet’in en temel özelliğidir. Peki, Türkiye Cumhuriyeti bunlardan hangisi ile dünyada parmakla gösteriliyor. Ebetteki hiçbiriyle ve hatta neredeyse dünya devletleri sıralamasında Afrika devletleriyle aynı kategoride. Şimdi bu haliyle hangi Cumhuriyet değerini yaşatabilir ya da sonsuzluğa aktarabilir. Tabi ki hiçbirini yaşatamaz ve gelecek nesle dahi aktaramaz.
Bütün bu gerçekler orta yerdeyken kalkıp sonsuza dek ilelebet Cumhuriyet demek: propaganda ve ajitasyonla toplumu ve kendi kendini tatmin etmekten başka bir anlam ifade etmez. 12 Eylül 1980 dönemin darbeci generalleri de ’12 Eylül Anayasasına’ sonsuza dek yaşatacaklarını belirtiyorlardı. Ancak onlarca kez değişti, yamalı bohça oldu. 28 Şubatçı Generaller de ‘ post modern darbeleri de aynı düşünceye sahiptiler. Oysa hükümleri 15 yıl bile süremedi. Sonra kulaklarından tutulup içeri alındılar. Kimileri, Çevik Bir örneğinde olduğu gibi hasta halde dışarı çıkabildi. Demek ki artık darbe, zor ve zulümle uzun zaman ayakta kalınamıyor.
Cumhuriyet demokratik laik ve özgürlük felsefesiyle cumhuriyettir. Bu felsefeden yoksun Türkiye Cumhuriyeti’ni devlet fideliğinde kuranlar; eskiyi yıkmış ama yerine yeniyi kuramamıştır. Bu anlamıyla şiddet’ten, yıkımdan öteye gidememişler. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, “Cumhuriyet; bizim lügatimızı, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” dedi. Kürtler ve Aleviler açısından da Cumhuriyet tahripkârdır, yıkıcıdır, inkârcı, asimilasyoncudur. Cumhuriyet kuruluş biçimi ile sadece yıkmıştır. Yapıcı bir yanı yoktur. Nedeni kuruluşundaki anti demokratik, militarist ve dikta’ya dayalı karakterinde yatmaktadır. Her başlangıç bir sonuç her sonuç bir başlangıçtır.
Mustafa Kemal bir yemek masasında: “Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Yaptığım programın ve verdiğim talimatın uygulanışını göreceksiniz! Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların da aslında ve tabii olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Hâlbuki o sırada Ankara’da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar.”
Mete Tuncay şunları belirtiyor: “Mustafa Kemal, meclise, ‘padişahlığın ilgası ve padişahın yurt dışı edilmesi’ için bir kanun teklifi sundu. Kanun teklifini incelemek üzere kurulan komisyonun aleyhte tavrı anlaşılınca, Komisyon üyelerine bir bildiri yollayıp milletvekillerini tutuklamakla tehdit etmiş ve sonuçta, komisyon kararı olumlu çıkmıştı! Silahlı muhafızlarca sarılmış mecliste saltanatın il-gası kabul edilmiştir. Artık Osmanlı İmparatorluğu ömrünü tamamlarken, yerini Mustafa Kemal’in Bonapartist diktatörlüğü alabilirdi. Eğer resmi tarihin ve ideolojinin yaymaya çalıştığı gibi, gerçek anlamda bir halk hareketi söz konusu olsaydı, Cumhuriyet bir darbe sonucu kurulmazdı … Milletvekilleri gerçek bir serbest seçimle meclise gelmemişlerdi. Önemli bir bölümü de, Padişah’ın Meclis-i Mebusanının üyeleriydi. Geri kalanlar eşraf, mütegallibe arasından tayin edilmişlerdi. Bu nedenle Cumhuriyetin ilanı halk çoğunluğunun özgür irade ve isteğinin sonucu değildir. Öyle olsaydı, Mustafa Kemal’in mebuslardan bir kısmını idam ettirmesi kolay olmazdı. ..”
Cumhuriyet’in kuruluşu eğer halka dayalı ve darbe değilse peki bu yaşananlar nedir. Madem Cumhuriyet eskiyi istibdattı, hilafeti yıktı. Neden Cumhuriyet halkların ve inançların özgürlüğünü getirmedi. Madem özgürlük var. Dindarlar, Kemalistler dahil, Türkler, Kürtler, Aleviler ve toplumun ezici çoğunluğu halklar, inançlar neden hala özgür değil. Eğer Cumhuriyet laik ise; Diyanet’in devlette işi ne.
Cumhuriyetin kuruluşunda, başlangıcında sıkıntılar vardır. Bu Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren devleti ele geçiren M. Kemal’in zihninde anti demokratik, özgürlük, laiklik, bilim ve çağdaş medeniyet karşıtı olarak kurulmuştur. Bu nedenle bir asrı bu haliyle hem kendini hem halkları tüketerek geçirdi. Çeyrek bir asrı yaşamaya bile mevcut haliyle mecali ve kudreti yok. Bugün artık Cumhuriyet ya istibdatta ya da gerçek anlamda halkların hürriyetine dönüşecektir. İkisinin de şansı eşittir. Artık örgütlü, hızlı, pratik ve seri olan anlayış kazanacak gerçek bir değişimi yaratacaktır.
Değişimin demokratik düzende olması kalıcılaşmasını getirir. Tersi elde edilen ‘mevziler, kazanımlar’ asla ve asla kalıcılaşamaz, aşınır ve aşılır. Demokrasinin bireylerden başlayarak tüm topluma yaydırılmasıyla sağlanan demokratik, bilimsel, aydınlık, sorgulayıcı, eleştirel, anti militarist-sivil zihniyet ve refleks, demokratik özgür birey ve demokratik özgür toplumun gerçekleşmesi, içselleşmesi ve kurumsallaşması için olmazsa olmazdır.
Özet olarak: bugünden sıklıkla tartışılan ‘cumhuriyetin sonsuza kadar yaşaması’ sadece ütopik bir söylem olup tarihsel olarak sonlanacaktır. Esas olan ‘özgür toplum ve özgür birey’ yaratmaktır.