‘’Bir kadın ne zaman kendi için ayağa kalksa, planlanmamış bile olsa tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur ‘’
Maya Angelou
Devasa şehrin içinde, mahallemizde, sokaklarda iri ufak demeden sesler eksik olmuyor. Kadının adı yok demişlerdi. Hayatın içinde bütün mücadelelere rağmen halen kadın olarak var olduğumuzu ve kadın olmaktan gelen eşit haklara sahip olduğumuzu yeterince başarmış değiliz. Kadınlar öyle her gün her türlü fizikiye saldırıya uğruyor ki, artık haber değeri kalmıyor. Bir kadının öldürülmesi dahi sıradanlaşmış, birkaç satırla haberleşiyor ve sonra unutuluyor.
Kadına yönelik öldürme eylemleri öyle arttı ki artık sadece ailesinin çığlıkları arasında duyulabiliyor. Basında yer alan haberler, gerçekteki hayatın ancak 10’da biridir. Örneğin boşandığı polis Mustafa Yıldır tarafından katledilen Mervegül Bayer’in annesi kızının gelinliğini ateşe vererek: Bu mesaj Merve’den geldi. ‘Gelinliğimi ortaya koy, arkadaşlarımı topla, çatır çatır yak’ dedi. ‘Her şey onunla başladı’ dedi. Bu gelinlik size mesaj olsun. Kötü, iyi olmaz, bir insan değişmez; bunu unutmayın’ diyerek en acılı protestoyu koydu memleketin ta ortasına.
Anne kendisi de bir kadın, öldürülen kızı için feryat ediyor. Peki, feryadını kaç kişimiz duyuyoruz. Erkekleri bir kenara bırakalım kadın olarak kaç kişimizde yüksek bir duyarlılık var. Erkek egemenlik sistemini, devleti ve toplum sorgulamalıyız ama nüfusun yarısı olan biz kadınlarda kendimizi de sorgulamalıyız. Şimdi Merve bizi seyrediyor. Coğrafyamızın gerçekliğine bir yenisi daha ekleniyor. Birinin acısının başkasının yaşam dünyasını etkileyebilmesinin şoku evrenseldir. Merve’ye ne demeliyiz?
Acılı anne Hatice Kurt’un burada acısını miras alacağız elbette. Binlerce annenin ve yaşamda koparılan kadının mirasının takipçisi olmayı başarmalıyız. Serptiği can alıcı toplumu da sahipleneceğiz. O tohumları eksek, doğru kelimeleri söylesek çiçek açacaklar, her şey güzel olacak. Bu tohumların alt metni sanırım şunu söylüyor; medeniyet ve sevgi diliyle saklanan şiddetin ve gücün bilincine varmak. İşte o tohumları ekmek gerçekten ciddi bir emek.
O tohumlar aynı zamanda bize bir kopuşu da anlatıyor. Yükselen, keskinleşen bir ses. Hatice teyzenin sesi bir kopuştur. O kopuş: tarihte bir andır. Toplumdaki, mahallemizdeki sokaktaki, hayatlarımızdaki o tahrişe o enfeksiyona bir bamteli sesidir.
O bamteli çok şey anlatıyor. Yakalım o gelinlikleri, kadın gücü dediğimiz tutkuyu büyütelim.
Nasıl mı? Bağları kopararak.
Tüm bağlar her zaman yapıcı değildir. Ailevi bir bağ, dayanma kuvveti. hatta bazen bir başka kişiyle değil belki de bazen bir fikirle de bağımız olabilir. O kişiye bağlanmış olabilirsiniz, maddi olarak bağlı olabilirsiniz, değişeceğini söylediği için o kişiye inanıyor olabilirsiniz, oluşturulan bu bağlar bizim dışımızda değildir. Bu bağları koparmak bize dramatik gelebilir.
Hayat hikayelerimiz çok elbette. Hepsi iç içe geçmiş. Ama hayat hikayelerimiz hep aynı yazılmamalı. Birbirini tanımayan binlerce kadının hayat hikayesinin sonu ortak oluyor: Birileri tarafından öldürülme.
Hikayeler ve isimler. Devasa bir anıt orada duruyor.
Bunlardan bir tanesi “İsmi Bilinmiyor,” Haber şu şekilde geçiyor ‘’Genç kadın başına silah geçirilerek öldürüldü.”
İsmi bilinmiyor…
Bir başka kadın, eski erkek eşi tarafından 8 kurşunla öldürülüyor. Mahkemeler ağır tahrikten ceza indirimine gidiyor. Erkek katile verilen ceza indirimi aslında bütün kadınlara verilen ek bir ceza oluyor.
Katil mahkemede, ‘sevdiğim için öldürdüm’ diyor ve bunu da yüksek bir sevgi olarak gösteriyor. Bu savunma tarzı toplumda çok doğal görülüyor.
Birçok kadının cenazesine ulaşılamıyor. Öldürülüp nereye atıldıkları bilinmiyor. Yani kadının kaderinde ölüm var algısı ne yazık ki açıktan veya gizli kabul görmüş durumda.
Bu tabloların karşısında elbette kollektif bir bağ kopuşta gerekmektedir. Öldürülen kadınların ezici bir çoğunluğunun politik bir kimliği yok. Ev yaşamında olan başta eşleri, sevgilisi olduğu eden erkekler olmak üzere aile bireyleri tarafından öldürülüyor. 2024 yılına yeni girmişken öldürülen kadın sayısı kayıtlarda 80 rakamını göstermektedir. Bunlar adliyelere yansımış rakamlar. Gerçek rakamların bunun üstünde olduğunu zaten biliyoruz.
Devlet’in kadın cinayetlerini durduracak hukuki, toplumsal ve sosyal gibi ciddiye alınabilir bir önlem almıyor. Özellikle devletin bireysel danışmanlık, destek grupları, krize müdahale ve en önemlisi şiddetin sorumlusunun kendileri olmadığı duygusunun hissettirilmesidir. Ama aynı devlet, ‘İstanbul Sözleşmesinden’ çekilerek ölümlere davetiye çıkarttı. Kadına yönelik şiddette en kapsamlı olan İstanbul Sözleşmesinden imzanın çekilmesi kadınların hayatlarını erkeklerin ellerine bırakmaktır.
Kadınlar arasında ruhsal, psikolojik ve toplumsal birliğin güçlendirilmesi ve gönüllü destekleyici faaliyetlere kadınların aktif bir şekilde dahil edilmeleri mutlak bir şekilde sağlanması gerekiyor. Sığınma evlerinde destek, güvenlik planı, sağlık taramaları ve daha bir çok alanda çok şeyin yapılması ve bu konuda kurumlardan bireyle kadar herkesin sorumluluk alması gerekir.
Yeniden tekrarlamak istersek: İstanbul Sözleşmesi Bizim, Vazgeçmiyoruz. Yeniden Kazacağız.