Türkiye’de gece yarısı,
insanların ezici bir çoğunluğu uykuya dalmışken kararnamelerin yayınlanması,
açıklamaların yapılması alışkanlık halini aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
başlattığı gelenek 103 Amiralin gece yarısı yaptığı açıklamayla devam etti.
Deniz Kuvvetler Komutanlığında
emekli olmuş 103 Amiralin gece yarısı yayınladıkları bildiriye değinmeden önce
Montrö üzerine koparılan fırtınanın politik arka planı üzerinde durmak
gerekiyor.
Montrö tartışması neden gündeme geldi: Cumhurbaşkanı
Erdoğan, bir gece yarası uluslararası nitelikle olan ve geçmişte doğrudan Meclisin
onayladığı İstanbul Sözleşmesini bir kararnameyle iptal etti. Bu karar doğal
olarak cumhurbaşkanının yetki sınırlarını tartışmaya açtı. Montrö tartışmasını
gündeme taşıyan Meclis Başkanı Mustafa Topbaş, katılmış olduğu bir televizyon
programında, sunucu ile arasında geçen diyaloğu şöyle; ‘Cumhurbaşkanı Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim, Montrö’yü tanımıyorum, feshettim’ diyebilir
mi?” sorusuna verdiği cevap: “Yapabilir. Mümkün-muhtemel arasında fark var:”
Tartışmanın özü, Montrö sözleşmesinin iptalinden çok cumhurbaşkanının
yetkilerinin sınırları nereye kadardır? Esasen tartışılan konu budur. ‘Montrö
sözleşmesini iptal edebilir’ belki en uçtaki örneklerden biri olmasına rağmen Şentop’un
vermiş olduğu yanıt: cumhurbaşkanının yetkilerinin ne kadar sınırsız olduğunu
gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne kadar
yetkisi olursa olsun, Lozan veya Montrö gibi sözleşmelerden çekilemez. Sistem hiçbir
şekilde buna izin vermez. Cumhurbaşkanlığı sistemi de ne Lozan ne Montrö gibi devletin
sürekliliğini sağlayan stratejik anlaşmalardan çekilmek değildir. Tersine
bunları en üst düzeyde koruyacaktır. Bunun üzerinde bir tartışma yaratmak pek
bir anlam ifade etmez.
Cumhurbaşkanlığı
sistemi, Erdoğan’a uygun bir sistem olarak getirilmedi tersine Erdoğan, cumhurbaşkanlığı
sistemine uygun olarak seçildi. Burada kişiler sembolleştirilir ancak esas olan
getirilen sistemin mantığı ve uygulanmasıdır. Bugün Erdoğan yarın bir başkası
cumhurbaşkanı olabilir. Ama cumhurbaşkanlığı sisteminin otoriter yapısı devam
eder. Cumhurbaşkanlığı sisteminde yetkinin kişiselleştirilerek esasen devletin
anti demokratik yapısının güçlendirilmesi esas alındı. Bugün olan da budur.
Bütün pratik uygulamalar demokratik değerlerin tasfiyesi üzerinde yaşama
geçiriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Montrö’den
çekilme yetkisi vardır diyen Şentop, Cumhurbaşkanı’nın bu sözleşmeden
çekilemeyeceğini gayet iyi biliyor. Vurgulamak
istediği temel husus, yetki sınırsızlığıdır. Tehlikeli olan budur. Uluslararası
nitelikte olan İstanbul Sözleşmesinden çekilmeye ilişkin cumhurbaşkanının
vermiş olduğu yanıt: ‘Bu iş oldu bitti, karıştırmayın.’
103 Emekli Amiralin Bildirisi
Emekli
Amiraller de modaya uyup açıklamalarını gece yarısı yayınladılar. Açıklamada
iki konu ele alınmış. Birincisi Montrö anlaşmasına ilişkindir: “Türk
Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu
antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin
haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi
düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi
ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış
Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir… Bu ve benzeri
nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin
tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem
ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.” Bu bölümün özü, uluslararası nitelikte
olan Montrö anlaşmasının, Türkiye’nin stratejik güvenliği bakımından öneme
dikkat çekiliyor. Bu açıklamanın hiçbir önemi bulunmuyor. Çünkü Türkiye’de ne Erdoğan
ne de başka bir güç Lozan ve Montrö anlaşmaları üzerinde bir oynama yapamazlar.
Yukarıda belirtildiği üzere cumhurbaşkanının yetki sınırsızlığının sınırları sistem
tarafından belirlenmiştir.
Emekli
generallerin yaptığı açıklamada ikinci husus ise şu: “Diğer taraftan; son
günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı
görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin
bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda;
çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain
kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders;
TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini
titizlikle sürdürmesi zaruretidir.
Bu
gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış,
Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm
varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte
örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve
tehdidi ile karşılaşabilecektir…”
103 Emekli Amiral
tarafından yapılan açıklamanın en önemli bölümü budur: “TSK’nin, anayasanın
değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi
zaruretidir.” Bu bölüm dolaylı olarak TSK’ni göreve çağırma iması taşıyor. Bu
çağrının da Lozan’ı veya Montrö’yü koruma değil tersine devletin bugünkü üniter
devlet yapısının sağlamlaştırılmasıdır. Anayasanın teklif edilemez olarak
gösterilen ilk dört maddesi ülkedeki bütün demokratik uygulamalarının önündeki
engeli oluşturuyor. Geçmişti Gülen Cemaati’nin ordu içerisindeki örgütlenmesi,
yakın dönemde Deniz Kuvvetlerinde bir amiral’in İslamcı bir cemaatle
ilişkisinin ortaya çıkmasına gösterilen tepki “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir”
cümlesiyle yanıt veriliyor. Yani Kemalist rejimin yeni bir varyantla olarak
devam edilmesi isteniyor.
Anayasanın
26.Maddesi : « Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya
başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. »
Anayasaya göre herkes fikirlerini açıklayabilir. Kamuoyuna sunabilir.
Amirallerin yapmış olduğu açıklamayı bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Bildirinin
içeriğine bakıldığında bu açıklama sivil vatandaş kimliğinden çok TSK içinde yıllarca görev alan kişilerin taşıdığı
sorumluluk gereği yapmalarıdır. Bir bakıma Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev
almış olanların kendilerine çıkartmış bir vazife olarak tanımlamak mümkün. Böylelikle
yapılan açıklamada dolaylı bir tehdit ve uyarı var.
Bu açıklamada bir darbe çıkmaz
Söz
konusu açıklama, TSK’yi yeni bir darbeye çağırmak gibi bir sonuç çıkmaz. Bu
bildiriyi kaleme alanlarda, iktidarda olanlarda Türkiye’nin iç politik dengeleri
yeni bir darbeye hiçbir şekilde uygun değildir. Böyle bir yönelim olmaz. Herkes
biliyor ki NATO tarafından doğrudan desteklenmeyen bir darbe girişimi hiçbir
şekilde başarılı olmaz. Bu nedenle bildiriyi imzalayanlar hakkında ‘darbe
girişiminde bulunmak’ gibi bir iddia ile dava açmak özellikle iktidarı zor durumda
bırakır.
Cumhur
ittifakının bütün üyeleri ve yöneticilerinin arka arkaya sert açıklamalar
yapmalarının arka planındaki çekince, bildiri yayınlama korusuna Hava
Kuvvetlerinde ve özellikle Kara Kuvvetlerinde görev almış emekli subayların benzeri
bir bildiriyi yayınlamaları ve bunun birbirini tamamlayan bir zincir halinde
yaygınlaşmasıdır. 103 Amiral’in yaptığı açıklamanın tek başına en küçük bir
tehlike ve risk teşkil etmeyeceği özellikle Erdoğan ve ekibi tarafından
biliniyor. Cumhuriyet Başsavcılığının özellikle bildiri yazılmasında öncülük
yapanlar hakkında soruşturma yapması ve gözaltına alma işlemini başlatması da
topyekün bir çıkışı engelleme çabasıdır.
İktidarın açıklaması; Erdoğan
çok sert bir açıklama yapacak. Ancak mesajı da doğru okuyacak. Özellikle
İslamcı cemaatlerin silahlı kurumlar içerisindeki örgütlenmesine yönelik bir
kısım önlemler alabilir. Aksi taktirde bu tür açıklamaların yaygınlaşması iktidar
bakımından önemli sorunlar oluşturabilir.
Milli
İradeye vurgu yapan iktidar, halk tarafından seçilen belediye başkanlarını zorla
görevden alıyor ve kayyum atıyor. Halkın oylarıyla seçilen milletvekillerin
dokunulmazlıklarını kaldırıp tutukluyor. Meclisin 3.Büyük partisi hakkında
kapatılma davası için talimat verebiliyor. Milli irade ve demokrasi sadece cumhur
ittifakı için bir değer ifade ediyor. Aksi taktirde bir anlam taşımıyor.
Bugün
ve gelecekte darbe girişimlerine karşı çıkmaktan hiçbir tereddüt gösterilmemelidir.
Darbeleri demokratik değerlerin güçlendirilmesi için değil tasfiyesi için yapıldı.
Bu nedenle darbelere karşı tam demokrasi ilkesini savunurken, iktidarın darbe
niteliğindeki uygulamalarını da karşı çıkmak ve demokratik ilkeleri savunmak
önemli bir sorumluluktur.