Güncel HaberlerMakaleler

ALİ CANDAN : DİYOJEN’İN İNSAN ARAYIŞI VE EVLİYA ÇELEBİ’NİN KÜRDİSTAN DUASI


Tanrının insanı ‘özgür’ yarattığı söylenir. Ancak insan nefsinin kölesi olursa fiziksel zevklerden öteye gidemez ve bu zevkleri özgürlük zanneder. Asıl özgürlük ise; nefsinee, bedenine bağlı olmadan ruhen özgür olabilmektir. Hırsta insanı hep “daha fazlası” diye diye nefsinin köleliğine götürür. Bu anlamda insanlaşma tarihi ne kadar zor ve zorlu mücadelelerle doluysa; zorluklar kişiliğin gelişimini, ”ben”in sağlıklı oluşumunu pozitif olarak etkiler. Zorlu mücadelelerden geçmeyen insanlar, yaşamlar yılgın, yenik, zayıf ve güçsüz olurlar. Zorluklarla savaşan, boğuşanlar da güçlenirler. Bu açıdan insanlık tarihi bir nevi zoru başarmanın tarihidir. Yaşamın kendisi ve oluşumu zor ama görkemli güzelliktedir. Güzellik; kimi zaman tasviri ancak sanatçıların harcıdır. Sanat ise; bir güzellik yaratma eylemi olarak anlam kazanır.

 

Yeryüzü cenneti olan ülkemiz de erdem, iyilik sahibi, âlim, filozof ve bilge insanlar neredeyse kalmadı. Tek tek göçüp gitti o güzel insanların her biri. Kinik filozof, Diyojen M.Ö 412’de Sinop’ta doğdu. Kinizm’e göre erdem bu dünyadaki her şeyden üstündür ve bu felsefede esas olan insanın nefsine hâkim olmasıdır. Diyojen’in en önemli özelliği gece elinde feneriyle sokaklara düşüp, ‘Adam arıyorum adam!’ diye bağırmasıydı. Bu çılgın filoza, ‘Sence akıllı adam, nereden belli olur?’ diye sormuşlar. ‘Tabii ki konuşmasından.’ demiş.

 

Diyojen’in namını duyan Büyük İskender, Diyojen’i görmeye gelmiş; ‘dile benden ne dilersen’ demiş. Diyojen, ‘Gölge etme başka ihsan istemem’ demiş. İskender, kızmakla birlikte bu davranışının sebebini sormuş. Diyojen, ‘Ben nefsimi kendime esir ettim, onun tüm isteklerini çiğnedim. Ama sen ise servetin, saltanatın yani nefsinin istekleri ardında koşuyorsun. Sen nefsinin kölesisin, bana ne yardımın olabilir ki?’ diyerek, Büyük İskender’e ders vermiş. Bu gün yaşadığımız bu ülkede eldeki tüm imkanlarla ayrımsız bir şekilde tüm taraflara; savaşa, şiddete, silaha, ölmeye, öldürmeye hayır, dur stop, geçit yok demek gerekir. Aydınlardan muhalefete yönelik “Suça Ortak Olma Çağrısı” yapıldı. Yetmez ama evet. Türk ve Kürtlerin aydınları, filozofları, yazarları, çizerleri, basın medya emekçileri, siyasetçi, akademisyen, sanatçı ve kısaca erdemli, vicdan sahibi, ülkesini, milletini seven ve düşünen insanlarının her biri hep beraber savaşa karşı bir kaç madde de ortak bir duruş sergilemeli.

 

“Kürtlerin ana-dillerini, yerel yönetimlerde seçme seçilme ve kendi iradeleriyle özgür temsiliyet, anayasal eşit ve özgür vatandaşlık haklarının anayasa ile teminat altına alınmasını, Türkiye’nin, Irak Kürdistan Federal Bölgesiyle olan iyi ilişkilerinin aynısını Rojava özerk yönetimiyle de geliştirmesini” istemeli. Kürtler adına şiddet uygulayan harekete de; “Türkiye sınırları dahilinde ve dışında Türkiye’ye karşı silah kullanmaktan derhal vazgeç, Türkiye’ye karşı silah kullanma, Türkiye’de Kürt sorununu demokratik temelde ve yeni bir çözüm süreci başlatarak diyalog ve müzakere yöntemiyle çözme koşulları oluşması için koşulsuz şartsız bir biçimde ateşkes ilan et” çağrısı yapmalı.

 

Kürt ve Türk halkına, iktidar, muhalefet, basın, yayın ve sivil toplum, sendikalar ve meslek örgütlerine bu sürecin oluşmasını ve gelişimini destekleme temelinde büyük bir barış çağrısı yapacak erdemli, eşrefi mahlukat olabilmiş kaç sanatçı, siyasetçi, tanınmış, iş dünyası, sivil toplum, basın, yayın, meslek örgütleri yöneticisi, lideri, aydın, düşünür, akil insan ve entelektüellerden mürekkep yürekli Türk ve Kürt varsa neden hala akıl ve bilgeliklerini gösterecek konuşmaları, açıklamaları duyulmuyor diyerek harekete geçirilmeli. Yoksa seçim yaklaştıkça giderek yükselecek militarizm, milliyetçilik ve vahşi şiddet dalgası içerisinde nasıl barış sesleri ve  çağrıları yükselebilecek. Kürtler ve Türkler nasıl birbirini bu kan deryasından çekip çıkaracak ve kurtararak birlikte yaşayabilecek.

 

Kürtlerin ve Türklerin bin yıldır birlikte yaşamını mümkün kılan o güçlü sosyal doku; son doksan dokuz yıl içinde bozulabilecek kadar bozuldu. Bu bozulmayı daha fazla zorlamak ve daha fazla ilerletmek kimin işine yarar. Türkiye bu gün dört yanı gerçek tehdit, tehlike ve düşmanca emellerle çevirili bir ülke durumunda. Ama bu tehdit, tehlike ve düşmanlık emelleri Kürtlerden kaynaklı değil. Kürdü ve Türkü birbirine kırdırmakta çıkarı olan küresel, bölgesel devletler, asıl tehdit ve tehlike kaynağını oluşturmaktadırlar.

 

Türkiye ya Batı ittifakı ile birlikte hareket edecek. Ki bu Atatürk’ün gösterdiği “muassır medeniyetler seviyesine ulaşma” hedefidir. Bunun için Kürtlerle içte ve dışta çözümü ve barışı araması ve sağlaması gerekiyor. Ya da Rusya-Çin-İran ile birlikte hareket edecek. Ki bu da gerilemedir. Peki, bu bölgede Kürtler dışında Türk’ün tek bir dostu var mı? Örneğin komşularında kimlerle stratejik çıkarlar içerisinde bir dostluk ilişkisi var. Buna evet diyemiyoruz. Aynı topraklar üzerinde yaşalar Türkler ve Türkler birbirleriyle eşitlik temelinde dost olmalıdır. Birbirine çelme takarak engel değil. Bu bölgede bin yıldan bu yana Türk’ün varlığı Kürt ilişkisi Kürt dostluğuyla bakidir. Hiç kimse bunu unutmasın, inkar etmesin ve bu tarihi ilişkiyi, bu sağlıklı ve sağlam dokuyu daha fazla tahrip etmesin.

 

Evliya Çelebi, Seyehatnamesinde bundan tam dört yüz yıl önce Kürdistan’ın bin altı yüz aşiretiyle İran saldırılarından Osmanlıyı “tıpkı etten örülmüş bir kalkan duvarla koruduğunu” yazarak. “Allahım sen Kürdistanı’ hep varet” diye dua etmiştir. Türk karar alıcı aklı bu gerçekliği biliyor ve bu gün akıllı davranmaları gerekiyor. Rojava’ya girmek Türk’e kazandırmaz. Birlik dokusu, Kürt, Türk  eşitliğini perçinleyecek siyasi, hukuki, sosyal ve kültürel içerikli yapısal reformlar temelinde güçlendirilsin ve artık kopmaz bağlara dönüştürülsün. Kürdü itmek, ötekileştirmek ve yok etmeye çalışmak, Türkün kendi ayağına sıkmaktan farksızdır. Gün el sıkışmak, oturup konuşmak, barışmak, birleşmek, adalet ve eşitlik temelinde yaşamak ve geçmişle ilgili helalleşmek günüdür. Savaşarak ölmek ve öldürmek çözümsüzlüğü derinleştirir. Kaybeden Kürtler ve Türkler olur. Bu gerçeği bilerek savaşta ısrar edenin aslında kendisini yok etmek anlamına geldiğini Kürt ve Türk toplumuna kaybettirmek için çalıştığını söyleme cesaretini göstermeliyiz.

 

Savaşan değil, barış yapmasını bilen kazanır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir