Peker’in kasetlerde aşamalı olarak dozajını arttırarak verdiği bilgiler, uluslararası alanda ciddi sorunlar oluşturacak düzeyde ilgi çekmeye başladı. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler başta olmak üzere NATO-AB kapsamında üzerinde ciddi olarak durulacağına dair mesajlar geliyor. ABD ve Almanya başta olmak üzere dünya basınında Peker videoları üzerine analiz-yorum yazıları ve makaleleri yayınlanıyor. İddiaların tamamı tartışılmaya başlandı. Önümüzdeki süreçte, uluslararası basında ‘Türkiye’yi yargılama konusu edecek suçlamalar’ çok daha ciddi düzeyde tartışılacak gibi görünüyor.
Peker’in Türkiye’de doğrudan veya dolaylı olarak iktidarı ortak ettiği iddialar, öylesine sıradan bir çete liderinin söylemleri olarak gösterilip es geçilecek konular değildir. İktidar, bu tarzda yaklaşıp, araştırma ve yargılama sürecinin dışında tutmaya çalışsa da uluslararası ilişkilerde çok daha ciddi olarak gündeme gelecektir.
Peker ne gibi iddialarda bulundu
Birincisi, Ankara’daki iktidarı da doğrudan etkileyen ‘uluslararası uyuşturucu ticaretine’ iliştin vermiş olduğu bilgilerdir. Peker, Türkiye’nin küresel çapta uyuşturucu trafiğine dahil olduğunu iddia ediyor ve bu sürecin nasıl işlediğini dair bilgiler veriyor. Türkiye’nin uyuşturucuda küresel Avrupa pazarının merkez üssü haline geldiğini ve bu organizasyonda AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar gücünü temsil edenlerin yer aldığını belirtiyor. Kolombiya, Venezuela, Suriye, İran, Kıbrıs ve Türkiye hattında uyuşturucu trafiğinin nasıl işlediğini belirtiyor ve önemli ip uçlarını veriyor. Kolombiya’dan Türkiye’ye getirilmek üzere hazırlanan ilkinde 4900 kilo, ikincisinde 600 kilo kokainin Türkiye’de hangi şehirlere ve limanlara getirileceği hangi şirketler tarafından teslim alınacağına dair somut bilgi ve delillerle ortaya konulmuş. Latin Amerika’daki uyuşturucu trafiğinin CİA’nın kontrol edemediği Venezuela-Suriye Devleti-Kıbrıs Türk kesimi üzerinden Türkiye’ye getirtilmesi, Afganistan üzerinden gelecek olan uyuşturucun da İran-Suriye ve Sabiha Gökçen havalimanına aktarılması gibi bir yol haritası olduğunu belirtiyor. Böylelikle Türkiye’nin küresel çapta uyuşturucu ticaretinin merkezi haline getirildiğini bunun da devletin bilgisi dahilinde özellikle Ağar ekibi tarafından yürütüldüğü mesajını veriyor. Peker “4 ton 900 kilo kokain yakalandıktan sonra yeni güzergah kurmak için Venezuela kim gitti? Eski başkanımız Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım… O mal yakalandıktan sonra bu senenin başında, şubat ayında gitti 4 gün kaldı. Karakas (Caracas) Limanı var, Venezuela’nın en büyük limanı, oradan kuru yük gemileri doğrudan Türkiye’ye gelebiliyor, ama konteynır gemileri Dominik üzerinde durma yapıp, o şekilde devam edebiliyor…” bu açıklamayla AKP doğrudan uyuşturucu sürecine dahil edilmiş oldu.
Amerikan Devletleri Örgütü’nde (OAS) Uyuşturucu Komisyonu başkanlığı yapmış Mildred Camero, Venezuela üzerinden her yıl 300 ile 500 ton arasında uyuşturucunun uluslararası alana taşındığını belirtti. “Olası bir Venezuela-Türkiye kokain rotası kurabilmek için iki ülkeden de stratejik ittifaklar kurmanın zorunluluğu olduğunu” vurgulayan Camero son yıllarda iki ülke arasında gelişen çok yönlü ilişkilerin ‘uyuşturucu trafiğiyle’ bağlantılı olduğuna dikkat çekmesi bir tesadüf olmadığını belirtmektedir.
Camero, “ABD Güney Komutanlığı’nın, kokain sevkiyatının ana güzergahlarından biri olan Karayip Rotası’nda uyuşturucu operasyonları yapmasından dolayı alternatif rotalar kullanıldığını, Türkiye’ye kokain taşımak için biraz daha uzun ama daha güvenli bir hat olan Afrika hattının kullanılabileceğini” belirtti. Ayrıca “Venezuela limanlarından yüklenen kokainin Brezilya açıklarından Nijerya’ya, oradan Güney Afrika’ya indikten sonra Kenya’ya ve akabinde İran üzerinden ya da doğrudan Türkiye’ye görece daha güvenli bir şekilde taşınabileceğini, Türkiye’nin hem Doğu Avrupa’ya hem de Ortadoğu ülkelerine dağıtım merkezlerinden biri olabileceğine” dikkat çekiyor
ABD/CİA, uyuşturucu trafiği üzerinden ‘Narko Ekonomi’ oluşturulmasına izin verilmeyeceğini mesajını çok açık bir şekilde Ankara’ya bildirdi. Bu nedenle Ankara’nın uyuşturucu trafiğine yönelmesinin küresel uyuşturucu ilişki ağlarının içerisinde yer aldığı ve merkez üs haline geldiği algısının önümüzdeki yıllarda ciddi sorunlara yol açacağını ve olası bir yargılanmanın konusu haline geleceğini belirtelim.
İkincisi, Peker, Halil Falyalı ve Hüsnü Falyalı kardeşler için önemli iddialar ileri sürüyor. Falyalı kardeşler için ABD’nin Virginya Eyaleti Doğu Bölgesi Mahkemesi tarafından hakkında “uyuşturucu ticareti yapma, kara para aklama, elde edilen yasadışı gelirin yine yasadışı faaliyetler kapsamında kullanıldığı” iddiasıyla haklarında uluslararası yakalama kararı çıkartıldı. Mart 2011 yılından bu yana uluslararası yakalama kararı bulunan Falyalı kardeşler, Kıbrıs Türk kesimi dışında hiçbir yere çıkamıyor. Peker, Kıbrıs Türk kesimini nerdeyse ele geçirmiş olan Falyalı ailesi ile Bin Ali Ylıdırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın ‘Venezuela üzerinden yeni bir uyuşturucu trafiğini organize ettikleri ve bu nedenle Erkam Yıldırım’ın birkaç kez Caracas’a gittiği’ iddiasıdır. Buradaki iddianın iki önemli halkası var. Öncelikli olarak AKP içerisinde fiilen ikinci adam statüsünde görünen ve Erdoğan’ın vazgeçemediği Bin Ali Yıldırım’ın oğlunun uluslararası uyuşturucu trafiğinin içinde olması, doğrudan Bin Ali Yıldırım ve Erdoğan ile ilişkilendirilmesidir. Diğer önemli husus da dünyanın hiçbir ülkesinde resmi devlet olarak tanınmayan KKTC’nin uluslararası alanda uyuşturucu, yasadışı bahis ve kara para aklamaktan aranan Falyalı ailesinin korunması ve yasadışı işlemlerine burada devam etmesidir. Bu durum KKTC’nin uluslararası alandaki sınırlı ilişkilerine ciddi bir darbe indirmesine yol açacaktır. Böylelikle Ankara’nın ayrı bir devlet olarak tanıdığı Kıbrıs Türk kesimini aslında sıradan bir il olarak görüp istediği zaman müdahale ettiği algısı giderek güçleniyor.
Falaylı ailesinin Türkiye’de de yasadışı bahis oynattığı ve kara para akladığına dair çok sayıda iddianın varlığına rağmen harekete geçilmemesi yani hiçbir hukuki işlemin yapılmamış olması, Ankara’nın da Falaylı ailesini koruduğu algısı ön plana çıkıyor. Böylelikle uyuşturucu ticareti ve kara para aklamada aranan Falyalı’nın Ankara ile bilinmeyen ağlarının ortaya çıkması uluslararası ilişkilerin önemli bir konusu olması kimseye sürpriz gelmemelidir
Üçüncüsü, Peker, Suriye’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ‘terörist örgüt’ olarak görülen EL NUSRA’ya silah gönderildiğini iddia ediyor; «Suriye’de sorun var diyordum, şimdi bu konuyla başlayacağız. MİT TIR’ları yakalandıktan sonra kafamda şöyle bir şey oluşmuştu. Biz hem toplumun duygularını yükseltmek hem de Bayırbucak Türkmenleri’ne, diğerlerine destek olmak İHA’lar, telsizler, çelik yelekler TIR’larca gönderecektik. Bunu o milletvekili arkadaşımızla da konuşmuştuk. O milletvekili arkadaşımız da düşüncemizi iletmesi gereken yerlere iletti. Sonra dediler ki: Sizin TIR’ların yanına ek TIR’lar verelim… Bizim TIR’lar Sedat Peker yardım konvoyu diye gidecek, basına da poz veriyoruz. Bütün ekipmanları yolluyoruz. Ama benim adıma giden diğer araçlar var. Onlar da başka yerlerdeki Türkmenlere gidiyor diye biliyoruz. Tabii içinde silah olduğunu biliyoruz, çocuk değiliz. Olması lazım gereken şey. Ama bu MİT tarafından organize edilmiyor askeriye tarafından da organize edilmiyor. Bu SADAT tarafından organize ediliyor… Sonra bir-iki yerde Arapça konuşuyorlar. Sonra bizim Türkmen arkadaşlardan bazıları ‘Bunlar El-Nusra’cı’ dedi. Allah, Allah dedim ben de. Bizim diğer arkadaşlar da bana ‘Bu gidenler, El-Nusra’ya gidiyor’ dedi. Evet benim üzerimden gidiyor. Samimi yapıyorum ama ben yollamadım SADAT’çılar yolladı. Beni küçültmek istediniz değil mi? Hepinizi kibrit kutusuna sokacağım hem de devleti yargılatmayacağım. Belki devlete engel olmadığı için ufak bir para cezası ödettirirler. Benim hikâyede devlet yok. Benim hikâyede SADAT var.” Peker bu açıklamayı yaparken aynı zamanda AKP-MHP iktidarının Peker’i uluslararası alanda suçlamak için “EL NUSRA’YA silah gönderdiğini tespit ettik” gibi bir iddiayı şimdiden boşa çıkartma hamlesi olarak da değerlendirebiliriz
Peker’in bu iddiası daha Kasım 2015’te, o dönem MHP Genel Başkan Yardımcısı olan bugün AKP milletvekili olan Tuğrul Türkeş tarafından da doğrulanmıştı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Yemin ediyorum o silahlar Türkmenlere gidiyordu” sözlerine karşılık “Vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyordu. Bilerek söylüyorum. Bizim o bölgeyle irtibatımız var. Bayırbucak Türkmenleriyle, Halep’tekilerle irtibatımız var” demişti.
ABD, AB, Rusya, Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere birçok uluslararası kurum tarafından hazırlanan raporlarda ‘AKP iktidarının Suriye’de ‘radikal İslamcı örgütlerle doğrudan ilişkisi olduğuna’ dair iddiaların varlığı biliniyor. Rusya’nın özellikle İDLİB bölgesinde Heyeti Tahrir Şam gibi örgütlerin kontrolünü Ankara’ya vermiş olması da bir tesadüf değildi. Uluslararası kurumların raporlarında Türkiye’den Suriye’ye gecen binlerce radikal İslamcı militanın varlığından haberdar olup ve onların silahlandırıldığı çok açık olarak ifade edilmekteydi. Ancak silah ve diğer malzemelere ilişkin yapılan yardımlarım doğrudan görev alan ve yardımı organize eden biri tarafından açıklanması yani tanıklık yapması sorunun ciddiyeti bakımından önemli bir fikir veriyor. Yani Peker, kendisinin ‘Bayırbucak Türkmenlerine silah gönderdiğini’ belirtirken, AKP bakımından son derece önemli olan SADAT’ın da ‘El Nusra’ya silah gönderdiğini’ iddia ediyor. Yani SADAT Başkanlığını yapan ve bir yıl önceye kadar cumhurbaşkanı baş danışmanlarından olan emekli bir Tuğgeneral olan Adnan Tanrıverdi tarafından uluslararası kurumlar tarafından ‘terörist’ olarak değerlendirilen EL NUSRA’ya silah gönderilmesi organize edilmiş. Türkiye’nin iç politik ilişkilerinde önemli bir role sahip olan SADAT’ı başka bir yazının konusu yapacağız.
Hem Birleşmiş Milletler ve NATO’ya göre hem de uluslararası hukuka göre BM Güvenlik Konseyi tarafından ‘terörist görülen bir örgüte silah yardımı yapmak’ uluslararası alanda işlenen suçlar kapsamında görülür. Özellikle Suriye’de bu örgütlerin sivillere yönelik yaptığı sayısız eylemler nedeniyle binlerce insanın yaşamını yitirmesi ‘savaş suçu kapsamında’ değerlendirilir. Peker’in doğrudan kendisinin muhatap olduğu bu süreç, Ankara’nın savaş suçu işlediğini tescil etmeye yönelik önemli bir hamledir. Belki bugün değil ama yakın gelecekte Suriye’de savaşın sonuçlarına yönelik yapılacak değerlendirmelerde Ankara’nın savaş suçu işleyen ‘radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkileri nedeniyle yargılanmasının gündeme gelmesi kimseye sürpriz olmaz.
Dördüncüsü, Peker’in önemli diğer bir iddiası da AKP iktidarının Suriye’de yasadışı ticaret ağılarının organize etmesidir. Ticari ilişkilerinin bir tarafında küresel çapta ‘terörist’ örgüt olarak görülen EL NUSRA temsilcileri karşı tarafında ise doğrudan iktidarı temsil eden kişiler bulunuyor.
Peker: “Şimdi Suriye’de ticaret yapmak için ne yapmanız lazım biliyor musunuz? Metin Kıratlı bey var. Tam makamıyla söyleyeyim; Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı. Külliye’de ona gideceksiniz ama bir, iki kamyonluk işleri söylemiyorum. Büyük hacimlileri söylüyorum. Kaçak petrol, çay, şeker, bakır ikinci el araba bunlar milyarlarca dolarlık para… Şimdi orada yapılan ticareti anlatacağım. Oradan (Külliye bn) onayı aldıktan sonra MT Grup var; Murat Sancak ve Ramazan Örtük… Tüm hiyerarşi orada. Onların da onayı geçtikten sonra kime gidiyorsunuz? El-Nusra’nın iktisat sorumlusu var; Ebu Abdurrahman. Şu anda ticaret böyle yapılıyor biliyor musunuz?… Berat Albayrak nerede biliyor musunuz? Hep soruyorsunuz ya… Murat Sancak’ın evi var. Hadımköy Beylikdüzü tarafında orada kalıyor. Beraberler… Ama orada (Suriye bn) bir ticaret var; para kazanılıyor. Hem de çok büyük para. Petrol, bakır, alüminyum… Listeye bakmıştım. Benim bu anlattıklarımın dışında orada böyle büyük işler yapamazsın…” Peker, bu açıklamayla Saray’ın İdare İşler Başkanı Metin Kıratlı onay verdikten sonra o El Nusra’nın ekonomiden Ebu Abdurrahman ile ortak ticaret yaptıklarını iddia ediyor.
Sonuç; Peker’in açıklamaları, Ankara’nın Suriye politikasına ciddi bir darbe vurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ankara’nın özellikle İDLİB bölgesinde Heyeti Tahrir ŞAM ile ilişkilerine yeni bir biçim vermek zorunda kalacak ve hatta İDLİB’i terk etmek için yeni bir plan hazırlamak zorunda kalacaktır. Cenevre’de BM gözetiminden Suriye’de taraflar arasında başlayacak olan görüşmelerde Ankara’nın etkisi önemli oranda kırılabilir. Böylelikle başarısız Suriye politikasının stratejik başarısızlığından öte EL NUSRA ile olan ilişkiler nedeniyle uluslararası alanda yargılanmasına yol açmasının önü açılmış oldu.
Peker’in illeri sürdüğü iddialar ‘yok hükmünde’ göstermenin hiçbir politik ve hukuki anlamı bulunmuyor. Uluslararası ilişkilerde gündeme gelen ve ciddi oranda tartışılan en azında sıraladığımız dört maddede Ankara’nın sorgulanması kaçınılmaz hale gelebilir. Organize Suç Örgütü liderinin açıklamalarına itibar edilmez gibi bir yaklaşımın uluslararası alanda karşılığı olmayacaktır. Bu nedenle Ankara’nın yapması gereken iki önemli husus var: Öncelikli olarak Suriye’de izlediği ve başarısız olan politikasını bütünüyle değiştirmesi, Suriye’de çekilmesi ve radikal İslamcı örgütlerle olan bütün bağlarını kesmesidir. Ayrıca, Peker’in iddialarını hukuksal olarak uluslararası kurumların gündemine gelmeden doğrudan bir soruşturma başlatmalı ve gerekli adımları atmalıdır. Yanlış politikadan ısrar sadece Ankara’daki iktidara kaybettirmez tüm topluma kaybettirir